Home
Categories
EXPLORE
True Crime
Comedy
Society & Culture
Business
Sports
History
Fiction
About Us
Contact Us
Copyright
© 2024 PodJoint
00:00 / 00:00
Sign in

or

Don't have an account?
Sign up
Forgot password
https://is1-ssl.mzstatic.com/image/thumb/Podcasts112/v4/01/ec/43/01ec432e-fb3f-3f68-d212-30644ca32d51/mza_12487970925190474512.jpg/600x600bb.jpg
UFUK TURU
H. Selim Açan
44 episodes
22 hours ago
Alınteri sitesi olarak iki yıldır Geleceğe Dönüş ve Bi Durup Düşünsek başlıkları altında yaptığımız podcast serisini bu yayın döneminde Ufuk Turu başlığı altında sürdüreceğiz. Gündemde öne çıkan başlıklara bağlı olarak politikadan teoriye, felsefe ve tarihten sanat ve edebiyata kadar değişik konuları ele almayı amaçladığımız programlar 20 dakikalık ses kaydı biçiminde olacak. Yazarımız H. Selim Açan, açılışta o programda ele alınacak konuyu ve konuğunu kısaca tanıttıktan sonra konuğuna toplam üç soru soracak. Finalde de konuyu toparlama kapsamında 3 dakikayı aşmayacak şekilde bazı alt çizm
Show more...
Politics
News
RSS
All content for UFUK TURU is the property of H. Selim Açan and is served directly from their servers with no modification, redirects, or rehosting. The podcast is not affiliated with or endorsed by Podjoint in any way.
Alınteri sitesi olarak iki yıldır Geleceğe Dönüş ve Bi Durup Düşünsek başlıkları altında yaptığımız podcast serisini bu yayın döneminde Ufuk Turu başlığı altında sürdüreceğiz. Gündemde öne çıkan başlıklara bağlı olarak politikadan teoriye, felsefe ve tarihten sanat ve edebiyata kadar değişik konuları ele almayı amaçladığımız programlar 20 dakikalık ses kaydı biçiminde olacak. Yazarımız H. Selim Açan, açılışta o programda ele alınacak konuyu ve konuğunu kısaca tanıttıktan sonra konuğuna toplam üç soru soracak. Finalde de konuyu toparlama kapsamında 3 dakikayı aşmayacak şekilde bazı alt çizm
Show more...
Politics
News
Episodes (20/44)
UFUK TURU
Hamit Erdem'le Ufuk Turu: Mustafa Suphi ve Onbeşler…

Mustafa Suphi ve yanındaki yoldaşlardan ondördünün Kemalist rejim tarafından oyuna getirilip katledilmeleri Türkiye sosyalist hareketinin tarihinde önemli bir kırılma noktasıdır. Bu konuda hemen herkes hemfikirdir. Buna karşın bazı yönlerden bugüne kadar süren tartışma ve polemiklere konu olduğu gerçeğinin üzerinden de atlayamayız. 

“Yangınlara fazla bakan gözler yaşarmaz,

Alnı kızıl yıldızlı baş secdeye varmaz, 

Döğüşenler ölenlerin tutmaz yasını.


Yine fakat bir yıldırım zulmeti yırtsa,

Sağır göğün koynundaki çanı haykırtsa, 

Anıyoruz göğsünüzün son sayhasını.


Eski cihan, yeni cihan önünde eğil! 

Aramızdan birkaç yoldaş ayırmak değil,

Her ne yapsan varacağız emelimize!


Karadeniz… bunu duysun derinliklerin: 

O ateşli göğüsleri delen hançerin

Kabzasını alacağız biz elimize!


Bugünkü kuşakların tamamı için söylenebilir mi bilemiyorum ama Türkiye sol hareketinin  2000 öncesi kuşakları içinde Nazım ve Vâlâ Nurettin’in 1922 yılında Batum’da birlikte yazdıkları bu şiirin bestelenmiş halini duymayan hatta söylememiş olan bir devrimci sanırım yoktur.


Onbeşler İçin başlığını taşıyan bu şiir, bazı çevrelerin Türkiye komünist hareketinin tarihinin başlangıç noktası olarak gördükleri tarihsel TKP’nin kurucularından Mustafa Suphi ve yanındaki yoldaşların Kemalist rejim tarafından oyuna getirilerek katledilmeleri üzerine yazılmıştır. 


Bu katliamın Türkiye sosyalist hareketinin tarihinde önemli bir kırılma noktası olduğunda hemen herkes hemfikirdir. 


Buna karşın bazı yönlerden de bugüne kadar süren tartışma ve polemiklerin konusudur. 


Ufuk Turu başlığı altında yaptığımız podcast sohbetleri kapsamında yazarımız H. Selim Açan, bu programda konuyu sosyalist araştırmacı Hamit Erdem’le konuşuyor.


Show more...
2 years ago
1 hour 10 minutes

UFUK TURU
Garo Paylan'la Ufuk Turu: Türkiye'de Ermeni olmak

Türkiye’de Ermeni olmak, tıpkı Kürt olmak, Rum olmak, Arap olmak, Alevi  olmak ya da LGBTİ olmak gibi küfürdür. Size “Ermeni dölü” ya da “tohumu”  diye küfreden birini çekip vursanız neredeyse hiç ceza almazsınız.  

Çünkü Türk mantalitesine göre bu çok ağır bir küfürdür. Şu an bu ülkenin Cumhurbaşkanı olan şahsın bir konuşmasında “Affedersiniz Ermeni..”  aşağılamasını unutmuş olamazsınız.  

Uzun sözün kısası Hrant Dink’in yaşadığı “güvercin tedirginliği” bu  topraklarda geriye kalmış Ermenilerin yabancısı olmadıkları bir ruh  halidir.   Türkiye’de Ermeni olmayı, 1950 seçimlerinden 55 yıl sonra HDP  milletvekili olarak TBMM’ye giren ilk Ermeni milletvekili Garo Paylan’la  konuştuk.   Garo Paylan’la sohbeti Alınteri’nin Youtube ve Spotify hesaplarından  dinleyebilirsiniz.

Show more...
2 years ago
32 minutes 28 seconds

UFUK TURU
Neşe Özgen'le Ufuk Turu: Çığlaşan Göç

Gazetemiz editörlerinden Oya Açan, sosyoloji ve antropoloji profesörü Neşe Özgen ile çeşitli boyutlarıyla göç olgusunu, gün geçtikçe çığlayan bu devasa sorunu nasıl ele almak gerektiğini ve mücadele araçları üzerine konuştu.

Savaşlardan, iç savaşlardan, devlet terörü ve ayrımcı baskılardan canını kurtarmak için yaşadıkları yerleri terketmek zorunda kalan yüzbinler milyonlar var. İçine itildikleri koyu karanlık ve geleceksizlikten kurtuluş hayaliyle çıktıkları umut yolculuğunda geçtikleri her yerde krizin ve işsizliğin sorumlusu olarak görülüp düşman muamelesi gören milyonlarca insan oradan oraya savruluyor. 

Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği 2021'de yayınladığı Küresel Eğilimler Raporu'na göre zorla yerinden edilmiş kişilerin toplam sayısı 2021'in sonunda 89,3 milyonu buldu. Önceki seneye göre yüzde 8, 10 yıl öncesine göreyse iki kat artış görüldü. Bu rakamlar, 8 milyar insanın yaşadığı dünyada her yüz kişiden en az birinin zulüm, çatışma, şiddet, insan hakları ihlalleri yüzünden evini terk etmek zorunda kaldığını gösteriyor. Bunlardan 53,2 milyonu ülke içinde başka yerlere giderken, 36,1 milyon kişi yurtlarını bırakmak durumunda kaldı. Ülkesinden kaçanların 27 milyonu mülteci statüsünde görülüyor.

Mültecilik sorunu çok katmanlı çok boyutlu bir sorun. Ne salt insan hakları sorununa indirgenebilir ne de dayanışma ve yardımlaşma yoluyla çözülebilir. 

***

Bugün bu konuyu sosyoloji ve antropoloji profesörü Neşe Özgen'le konuştuk. Neşe Özgen Berlin Freire Üniversitesi'nde misafir araştırmacı olarak çalışıyor ve 2015'ten beri sürgünde yaşıyor.

1-Bugün sorunu yaratan Batılı emperyalist ülkeler başta olmak üzere Avrupa toplumlarını teslim almış olan göçmenlik olgusunun temelinde ne yatıyor? Bu olgu neden bu son yıllarda bu denli çığlaştı?

2-Göçmenlik nasıl bir hal sence? Sen de ben de politik mülteci olarak başka ülkelerde yaşıyoruz. Sürgündeyiz. Göçün hem göçmenler açısından hem de göçtükleri ülkelerde yaşayan insanlar açısından ne tür handikapları oluyor? Göçmenlik halini hem sosyolojik açıdan hem de bir kadın olarak nasıl tanımlarsın.

3-Türkiye, dünyada en çok mülteci barındıran ülke. Türkiye’de bugün, çeşitli ülkelerden gelmiş olan 4 milyondan fazla göçmen yaşıyor. Türkiye'nin ardından gelen Kolombiya'da mülteci sayısı Türkiye'ninkinin neredeyse yarısı. Bu konu ülkede sadece siyasetçiler arasında değil toplumda da derin yarık ve saflaşmalara yol açmış durumda. İktidar kanadı bu yığılmaya “insani” bir kılıf geçirmeye çalışıyor ama hepimiz biliyoruz ki, Türkiye aslında para karşılığı Avrupa'nın sınır bekçiliğini yapıyor. Bu anlamda göçmenler için bir açık hava hapishanesi, bir toplama kampı. Bunu başı sıkıştıkça Avrupa'ya karşı şantaj aracı olarak kullandığını da biliyoruz. İktidar karşıtı çevrelerde de sorun başka türlü araçsallaştırılıyor. Birbirine zıt görünen bu tutumları hangi temele oturtuyor, nasıl değerlendiriyorsun?

4-“Göçmen sorunu” olarak tanımlanan sorunu nasıl ele almak gerekiyor? Bu durum konusunda sadece bir insan hakları sorunu mu “insani duyarlılık”, “dayanışma” ve “yardım” yaklaşımıyla yetinilebilir mi? Zorla yerinden yurdundan edilen insanlar istisnasız her yerde aşağılanma, yok sayılma, ötekileştirilme ve ırkçılığın kurbanı olmaktan kurtulamıyorlar. Dünyanın bütün halklarının acısını yaşadıkları ve kapitalizm varolduğu sürece sonuçlarından kaçınamayacağımız bu devasa sorun konusunda neler yapılmalı? 


Show more...
2 years ago
42 minutes 41 seconds

UFUK TURU
Ufuk Turu: 2023’te Türkiye

Türkiye’de 2023‘ün öncesi ve sonrasıyla bir ‘seçim yılı’ olarak geçeceği ortada. 

Gerçi bu seçimin yapılıp yapılmayacağı, yapılsa bile hangi koşullarda nasıl bir seçim olacağı hâlâ meçhul. 

Yalnız süreç nasıl seyrederse seyretsin ortaya çıkacak sonuç ve oluşacak yeni dengelerin önümüzdeki yıllar üzerinde de tayin edici etkileri olacak.

“Bu seçimin bir kader seçimi olduğu” görüşü ilerici kamuoyunda yaygın ve etkili. AKP-MHP ikilisiyle bu ittifakın genellikle gözden kaçırılan üçüncü ayağı Ergenekoncu faşist koalisyon kazanacak olursa “Türkiye’de İslamcı faşizmin kurumsallaşma sürecinin tamamlanmakla kalmayıp çıkılması zor bir karanlık tünele gireceğimiz” düşünülüyor.

Bu tümüyle haksız bir görüş sayılmaz. Fakat hem geleceğimizi sadece bir seçime bağlaması yönüyle yanlış hem de Türkiye’de rejimin faşist bir karakter kazanmasını Tayyip Erdoğan’a ve Başkanlık sistemine geçişle başlamış bir süreç olarak gördüğü için isabetsiz.

*** 

Tayyip Erdoğan’da cisimleşen führerci rejim modeline güçlü bir siyasal-moral darbe indirilemeyecek olursa bugünkünden daha boğucu hale getirilmeye çalışılacak zor ve karanlık günlerin bizleri beklediğini görmek zor değil ama bu karanlığın alternatifi olarak sunulan restorasyon projeleri de özlemini duyduğumuz özgürlüğü içermekten çok uzak. 

Bu noktada, “Önce şu Tayyip’ten bir kurtulalım da, sonrasında ne olacaksa olsun” sığlığında bir muhalefet anlayışından bir an önce sıyrılmak şart. Aksi taktirde çok değil bir-iki yıl içinde “Hay ellerim kırılaydı da…” pişmanlığını bir kez daha yaşamaktan kaçamayız. 

*** 

Her şeyi seçim sandığına endeksleyip buna bir de “nasılsa gidiciler” rehavetinin eklenmesi yeni bir “Adam kazandı” şokuna davetiye çıkarmanın yanında ola ki Tayyip Erdoğan ve çetesi devrilecek olursa karşılaşılması kuvvetle muhtemel ekonomik, siyasal ve sosyal depremlere de fenersiz yakalanmaya zemin hazırlar. 

Dolayısıyla her şey o kadar kolay güzel olmuyor! Aynı şekilde “gelmekte olan” gelecek olsa bile burjuva karşı devrim öyle kolay teslim olmuyor.

Peki yok mu bunun çaresi? Olmaz olur mu, var elbette. Andığımız örnekler -özellikle de Bolivya ve Peru- bunun ipuçlarını da değişik yoğunluklarda içeriyor. 

İşin özü, sandığın kendisini fetişleştirmemekte. İşçi sınıfı ve ezilen yığınların iradelerini ve tercihlerini tanımayan her saldırıya üretimden gelen güçleri yanında kullanılabilecek bütün biçim ve araçlarla hayatı durdurarak yanıt verebilecek bir bilinçle donatıp örgütlemekte. 

2023 Türkiyesi’ni bu ana eksenler üzerinde değerlendiren podcast programımızı Alınteri’nin Youtube ve Spotify hesaplarından izleyebilirsiniz. 

Show more...
2 years ago
36 minutes 28 seconds

UFUK TURU
Ufuk Turu: 2023’ü karşılarken

Her yıl sonunda geride kalan yılın değerlendirmesi temelinde gelen yıla dair tahmin ve beklentilerin dile getirilmesi adettendir.

Geride kalan yılın değerlendirmesine genellikle kuru/soğuk bir gerçekçilik damgasını vurur. Bu daha çok belli başlı olay ve gelişmelerin kaba bir dökümü biçiminde kendisini gösterir.

Yeni yıla dair beklentilere ise iyimserlik ve umut hakimdir.

Ne var ki 3. yılına girdiğimiz 2020’li yıllar iyimser olmayı zorlaştırıyor. Umuda pek yer bırakmıyor.

Bu sadece sübjektif bir yargı değil. Dünya çapında yapılan araştırma ve kamuoyu yoklamalarında da karşımıza çıkan bir sonuç. Mesela Gallup şirketinin 140 ülkede, 150 bin kişiyi kapsayan araştırması keder ve öfke duygularının rekor düzeylere çıktığını gösteriyor.

Halkların çoğunluğu mutsuz. Hem kendilerinin ve ailelerinin hem de evrenin geleceğinden kaygı duyuyorlar.

Ne var ki “bilinçsiz süreçlerin bilinçli temsilcileri” olma iddiasını taşıyan Marksistler, tarihsel bir perspektif ve amaç açıklığına sahip komünistler ve devrimciler olarak bizlerin “umutsuz” olmaya hakkı yok!

Dahası umudu ayakta tutup büyütmekle yükümlüyüz!

Ama bunu nasıl yapacağız?

İçinde bulunduğumuz tarihsel kesitin can alıcı hatta tayin edici sorusu bu.

Çünkü kitlelerdeki yukarda işaret ettiğimiz yaygın ruh hali çok tehlikeli. İki tarafı keskin bir bıçak adeta. Hiç umulmadık sistem karşıtı patlamalara da dönüşebilir, faşist parti ve hareketlerin değirmenine de su taşıyabilir.

Şu sıralar ikinci yönde işliyor maalesef. Dolayısıyla bir yangın alarmı olarak görülüp okunmalı.

Komünistler ve devrimciler olarak bizler elbette umudun temsilcileri ve taşıyıcıları olmalıyız. Ama her bakımdan bunalmış kitleler üzerinde sivrisinek vızıltısı kadar bile etkisi olmayan keskin devrimci ajitasyon ve sloganlarla başaramayız bunu.

Bizim iyimserliğimiz ayakları yere basan, gerçekçi bir iyimserlik olmak zorunda.

Bu gerçekçilik hem isabetli ve etkili bir politik hat tutturabilmemiz için gerekli, dahası zorunlu. Hem de politika ve taktiklerimizin dışımızdaki güçlere, işçi ve emekçi kitlelere güven vermesi ve ikna edici olabilmesi için.

Fakat bizim gerçekçiliğimiz aynı zamanda büyük tarihsel rüyamızın iz ve çizgilerini de içermeli. Onu mümkün kılabilmenin imkân ve potansiyellerinin nerede yattığını da gösterebilmeli.

Bu anlamda, en başta kendimizi mecalsizleştiren, mevcut durumu ve gidişatı değiştirebileceğimiz duygusu ve inancını köreltip kurutan teslimiyetçi oportünist bir gerçekçilikle taban tabana zıt olmalı.

2023 insanlığa ne getiriyor sorusunun yanıtını bu yaklaşım temelinde aramaya çalışacağız.

İki bölüm halinde ele alacağız konuyu. Bu programda Dünyada 2023 üzerinde duracağız. Gelecek programda da Türkiye özelini ele alacağız.

Dünyada 2023’ü karşılarken programını Alınteri’nin Youtube ve Spotify hesaplarından izleyebilirsiniz.

Show more...
2 years ago
37 minutes 38 seconds

UFUK TURU
Orhan Gazi Ertekin’le Ufuk Turu: Maraş Pogromu/Yaşayan katliamlar

Maraş katliamı bu ülkenin kapanmamış tarihsel yaralarındandır. Aynı zamanda silinmemiş kara lekelerinden biri. 

1978 Aralık’ında yaşanan bu katliam sırasında resmi rakamlara göre 120 kişi öldürüldü (gerçekte en az 700), yüzlerce insan yaralandı. Alevilere ait 559 ev yakıldı, 300 civarında işyeri yağmalanıp tahrip edildi. İnsanın anlatırken bile soluğunun kesildiği tüyler ürpertici vahşet örnekleri yaşandı. 

Bir hafta süren (19-26 Aralık arası) süren bu kıyımı devlet resmen seyretti. Dahası baştan itibaren işin içinde ve merkezinde olduğu sonradan açığa çıktı. 

Katliamda yer aldıkları saklanamaz biçimde açığa çıkan katillerden bir kısmı hakkında açılan dava tam 23 yıl sürdü, yani zamana yayılarak çürütüldü. Sonunda da topu topu 22 idam-7 müebbet kararı çıktı. 

Bu öylesine göstermelik bir yargılamaydı ki, o “idamlıklardan” biri -üstelik katliamın fitilini ateşleyen MHP’li faşist piyonların önde gelenlerinden Ökkeş Kenger adındaki katil- yıllar sonra Refah partisi listesinden milletvekili olarak Meclise girdi. 

Buna karşın katliamın sorumluluğunu solcuların üstüne yıkmak için devlet elinden geleni yaptı. Katliam sırasında işbaşında olan Bülent Ecevit Hükümeti’nin İçişleri Bakanı İrfan Aydınlı, vahşetin önünü almak için uğraşacağına “Olayların sorumlusu solcu örgütlerdir” diyerek hedef saptırmaya soyundu. Arkasını 12 Eylül cellatları getirmeyi denedi. 12 Eylül döneminde Maraş’tan sorumlu sıkıyönetim komutanı, “Kırbaçlı paşa” olarak tanınan tümgeneral Yusuf Haznedaroğlu’nun bizzat katıldığı işkenceli sorgularda devrimciler sahte itiraflara zorlandılar. Kollarından ve ayaklarından zincirli olarak tutuldukları için “Zincirliler” olarak anılan 14 devrimci  aylarca 24 saat  işkenceye tabi tutuldular.  

Aradan 44 yıl geçtiği halde Maraş Katliamı’na dair dava dosyası “devlet sırrı” olarak hâlâ Genelkurmay kasalarında gizli tutuluyor. Salt bu bile devletin o katliamda nasıl kirli bir rol sahibi olduğunu görmeye yeter. 

H. Selim Açan, podcast dizimizin bu programında hukuk doktoru akademisyen Orhan Gazi Ertekin’le Maraş Katliamı’nı konuşuyor. Katliama dair araştırmaları sırasında ulaştığı bulguları MARAŞ KATLİAMI/ Vahşet, Direniş ve İşkence kitabında yayınlayan Ertekin, bunu bir ‘katliam’ olarak değil ‘pogrom’ olarak niteliyor. Güney Afrika’daki ırk ayrımcısı Apartheid rejimi ve ABD’de siyahlara karşı izlenen politikalarla olan paralelliklerine dikkat çekiyor. Bu pogromların sadece ‘geçmişte’ kalmayıp belli aralıklarla tekrarlanmasından hareketle ‘yaşayan katliamlar’ olarak tanımlıyor. 

Show more...
2 years ago
1 hour 14 minutes 2 seconds

UFUK TURU
Şükrü Erbaş'la Ufuk Turu: Hayat her yerdedir

Ayrılık ne biliyor musun?

Ne araya yolların girmesi,

ne kapanan kapılar,

ne yıldız kayması gecede,

ne ceplerde tren tarifesi,

ne de turna katarı gökte.

İnsanın içini dökmekten vazgeçmesi ayrılık!

Gerçi Şükrü Erbaş bir röportajında, “Şiir üzerinde fazla konuşulmaması gereken bir sanat dalıdır” der. “Çünkü şiir yazılmıştır, şair sözünü söylemiştir ve okuyanlar kendileri bir anlam çıkarmalıdır.”

Dediği doğrudur. Şiir üzerine konuşulmaz. Şiir her şeyden önce duyumsanır, özümsenir ve esinlediği duygu ve düşünceler temelinde çok yönlü yolculuklara çıkarır insanı.

Şükrü Erbaş’ın şiirlerinde insanı asıl çarpan mücadele ile hayatın iç içeliği, bunları birbirinden ayırmanın olanaksızlığıdır. Onun şiirinde mücadele etmek ile yaşamak, adeta aynı şeyi ifade eder; mücadele edilmesi gereken sistem, onu çoğaltan insanlarıyla birlikte kavranır.

Acıları ve yoksunluklarıyla, sevinçleri ve hayalleriyle bütünleştiği insanlara onları nasıl anlattığını söyleşilerle ulaştırıyor. Ankara'dan Cizre'ye, Elazığ'dan Van'a kadar bir şiir gerillası gibi dolaşıyor. Şiirini onlara içiriyor, onlardan besleniyor. 

Kulak verelim...

Show more...
2 years ago
49 minutes 43 seconds

UFUK TURU
Aslı Odman'la Ufuk Turu: İşçi kırımı

İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin son raporuna göre AKP’nin iktidarda olduğu son 20 yılda en az 30 bin 224 işçi iş cinayetlerinde hayatını kaybetti.

Bu ne demek biliyor musunuz? 

Bu ülkede her yıl en az bin 500 işçi ölüyor demek. (Programda Aslı Odman, bunun dört hatta beş katı ölümün söz konusu olduğuna dikkat çekti).

Nitekim henüz bitmemiş olan 2022 yılının ilk 10 ayında ölen işçi sayısı bin 521.

Her yıl en az bin 500 can!..

İSİG Meclisi haklı olarak soruyor: “Hangi savaşta bu kadar insan kaybettik?”

Üstelik bunların arasında çocuklar da var. Hem de bazıları 4-5 yaşlarındaki çocuklar. Yine İSİG verileri aydınlatıyor bizi. Buna göre:

Son 10 yılda en az 616 çocuk, çalışırken yaşamını yitirmiş. Bu çocukların 96’sı kız, 520’si erkek.Bunların 4’ü 4 yaşında, 5’i 5 yaşında, 4’ü 6 yaşında, 5’i 7 yaşında, 12’si 8 yaşında, 12’si 9 yaşında, 24’ü 10 yaşında, 13’ü 11 yaşında, 32’si 12 yaşında, 39’u 13 yaşında, 61’i 14 yaşında, 87’si 15 yaşında, 123’ü 16 yaşında ve 195’i 17 yaşında.

Hiçbir güvenceleri olmayan sahipsiz geçici tarım işçileri arasında bilinmedik kimbilir daha kaç çocuk ve yetişkin ölümü var? 

Tayyip Erdoğan başta olmak üzere patronlara, bürokratlara, kapitalizm yandaşlarına soracak olursanız bu cinayetler birer “kaza”. Resmi söylemde de “iş kazası” olarak tanımlanıyor bu cinayetler. 

Bu anlayışta olanlara bakacak olursak bu “kazalar” maden ve inşaat gibi bazı sektörlerin “fıtratında var”. Bunun dışında işçilerin cahilliği, güvenlik önlemlerini önemsemeyişleri, tedbirsizlik, dikkatsizlik, vb. vb. yüzünden yaşanıyor bunlar. 

Gerçekte ise bu cinayetlerin nedeni neoliberal düzenin ucuz ve güvencesiz istihdam politikaları ve sermaye birikim stratejisidir. 

İş güvenliği konusunda en basit güvenlik önlemini bile “masraf” olarak gören sermayenin açgözlülüğüdür. İşçiyi fiziken de ruhen de tüketip posaya çeviren ağır çalışma koşullarıdır. Temelde yatan bu tayin edici etkenin sonuçlarını katmerli hale getiren faktörler ise sınıfın örgütsüzlüğüdür, denetimsizliktir, cezasızlıktır… Siz hiç onca işçinin kanına giren patronlardan doğru dürüst ceza alan tek bir örnek gördünüz mü bugüne kadar?.. 

Programdaki sohbet sırasında Aslı Odman, meslek hastalıkları ve tüketici çalışma koşulları nedeniyle ölenler de hesaba katılacak olursa günlük ve yıllık işçi ölümlerinin en az 4’le çarpılması gerektiğinin altını çizdi. Çevre yıkımıyla işçi bedeninin tüketilmesi arasındaki ilişkiye dikkat çekti. Emeğin posasını çıkaran insanlık dışı çalışma temposunun, hız ve performansa dayalı artı değer sömürüsünün madende de reklamcılık sektörü ya da akademide de karşımıza çıktığına işaret etti. 

Aslı Odman’la sohbeti Alınteri’nin YouTube ve Spotify adreslerinden dinleyebilirsiniz.

Show more...
2 years ago
42 minutes 8 seconds

UFUK TURU
Beyza Üstün'le Ufuk Turu: İklimi değil sistemi değiştir!

Çevrenin talanı ve doğanın dünya çapında tahribi neoliberal kapitalizmin son 40 yıldır alamet-i farikası durumunda.

Türkiye'ye gelince bu çok daha vahim boyutlar kazanıyor. En nadide alanlar, kentlerin rant değeri yüksek olan her yeri emekçilerden arındırılmaya çalışılıyor. Verimli tarım arazileri sermayeye peşkeş çekiliyor. İstediği yere “riskli alan” ya da “hazine malı” diyerek çöken AKP iktidarı, emperyalist ve yerli işbirlikçilerinin semirmesi için doğanın canına okuyacak ruhsatlar dağıtıyor, maden ruhsatları adeta kapanın elinde kalıyor.

Yeşil alanlar imara, depremde sığınılacak yerler dahi yapılaşmaya açılıyor. Kamu arazileri rant ve talan yumağı içinde can çekişiyor.

Avrupa'nın çöplüğü, zehirli atık deposu haline getirilen Türkiye'de pek çok ormanlık alan yangınlarla ya da çeşitli yağma projeleriyle yok edildi.

Neoliberal yağmacılıkta ustalaşan AKP, iktidarda olduğu yıllarda bu modelin ruhuna uygun olarak devlet işletmesi olarak tanımlanan 271 işletmeyi sattı. Elde kalan birkaçını da Varlık Fonu denilen havuzda toplayarak sıcak para bulmak için adeta ipotek altına aldı. Son yıllarda esas olarak doğayı, devlet arazilerini metalaştırma, sermayeye peşkeş çekme yolunu tuttu. Kentler, tarihsel varlıklar, yeşil alanlar, zeytinlikler, ormanlar… aklımıza gelebilecek ne varsa maden-turizm-inşaat patronlarına ya da sıcak para için türlü çeşit sermaye adreslerine peşkeş çekildi.

Gazetemiz editörlerinden Oya Açan, çevre sorunları konusundaki birikimi ve mücadelesiyle tanınan isimlerden akademisyen ve siyasetçi Beyza Üstün'le konuştu.

Aşağıdaki sorular ekseninde gelişen sohbeti Alınteri’nin Youtube ve Spotify hesaplarından dinleyebilirsiniz:

1-Sermayenin son birkaç yıldır AKP eliyle doğa ve çevreye yönelik saldırısının gerisindeki motivasyon nedir?
2-Emperyalist-kapitalist dünya pandemi ve savaş sarmalıyla birlikte derinleşen gıda ve enerji kriziyle boğuşurken iklim krizi de yeni alarmlar vermeyi sürdürüyor. Kapitalizm koşullarında iklim kriziyle ve ekolojik yıkımla başa çıkmak mümkün mü?

3-İklim krizinde gelinen noktanın vahim olduğu ve herkesin bir an önce harekete geçmesi gerektiğini düşünen çevreci gruplar bu yıl kamuoyunun dikkatini çekmek için farklı malzemeler kullanarak ünlü sanat eserlerine zarar verme tarzında eylemlere başladı. Bu eylem biçimini nasıl değerlendiriyorsun?

Show more...
2 years ago
38 minutes 56 seconds

UFUK TURU
Kamil Kartal’la Ufuk Turu: Sınıfın örgütlenmesi

Türkiye’de işçi hareketi uzun süren bir durgunluk döneminin ardından özellikle son bir-iki yıldır gözle görülür bir kıpırdanma içinde. Fakat bu hareketlenme hâlâ tereddütlü kesimleri de peşine takıp sürükleyen güçlü bir dalgaya dönüşebilmiş değil. Gelip takılınan bir eşik var. 

Sınıfın devrimci sınıf sendikacılığı anlayışıyla hareket eden öncüleri bu eşiğin de aşılması için cansiperane bir çaba içindeler. Her biri mayayı tutturdukları farklı sektör ve mevzilerden bu çemberi zorluyor. Bu arada birbirleriyle ilişkilerinde de giderek genişleyip derinleşen bir siper arkadaşlığı ve yoldaşlaşma eğilimi kendisini gösteriyor. Adet yerini bulsun kabilinden yapılan göstermelik grev ve direniş ziyaretlerinin ötesine geçen çok anlamlı örnekler uç vermeye başladı kavganın bu cephesinde de. Gerçi bu alanda da  henüz aşamadığımız bazı eşikler var ama gelişmenin yönü olumlu ve umut verici. 

Podcast dizimizin bu programında yazarımız H. Selim Açan, yıllarını emeğin kurtuluşu kavgasına adamış devrimci sınıf önderlerinden Kamil Kartal’la sınıf hareketinin içinde bulunduğu durum, aşılamayan eşikler, bunların nedenleri ve nasıl aşılacağı konusunu konuşuyor. 

Sohbetin başında Kamil Kartal sınıfın içinde bulunduğu durum ve ruh hali üzerine gözlemlerini aktarıyor. Konuşma devamında hareketin ilerletilmesi ve yeni bir devrimci sendikal odağın yaratılabilmesi için yapılması gerekenler üzerine görüş alış verişi şeklinde sürüyor. 

Kamil Kartal’la yapılan sohbeti Alınteri’nin YouTube ve Spotify hesaplarından dinleyebilirsiniz. 

Show more...
2 years ago
33 minutes 26 seconds

UFUK TURU
Can Dündar'la Ufuk Turu: Seçim süreci üzerine

Türkiye bir seçim düzlemine girmiş görünüyor ama süreç hâlâ bir dizi belirsizlik ve riski de içinde taşıyor. Öyle ki seçimlerin ne zaman yapılacağı, yapılıp yapılmayacağı, yapılacak olsa bile bunun hangi koşullarda nasıl bir seçim olacağı dahi belirsiz. 

Bu noktada özellikle seçmen iradesinin düpedüz çöpe atıldığı 7 Haziran 2015 genel seçimleri ve 2019'daki İstanbul belediye seçimlerinde yaşadıklarımızla mühürsüz oyların bile geçerli sayıldığı 2017'deki Anayasa referandumu deneyimlerini akılda bulundurmak gerekiyor. 

Keza geçen yıl yapılan ve sandık kurullarının oluşumu, yargı denetimi ve sayım kuralları konusunda istismara açık yeni düzenlemeler getiren seçim yasası değişikliği ya da geçenlerde çıkan sansür yasası gibi hazırlıkları da hafife almamak lâzım.

Öte yandan Tayyip Erdoğan-Bahçeli ikilisi ve şürekalarının iktidarı bırakmamak için ellerinden geleni yapacakları kaygısı yüksek. Bunun tümüyle yersiz ve temelsiz olduğunu da söyleyemeyiz. Ülke içinde kurdukları rüşvet ve yolsuzluk mekanizmaları aracılığıyla işledikleri mali suçlar yanında özellikle Suriye’de işledikleri savaş suçlarına ilişkin dosyaların ucunun açılması olasılığı dahi ödlerini koparmaya yetiyor. Dolayısıyla bir bahaneyle olağanüstü hal ilan edip ya da savaş dahil uluslararası bir kriz çıkarıp seçimleri ertelemek hatta iptal etmek istemeleri çok uzak bir olasılık değil. 

Bütün bunlar elbette kaygı verici. Ciddiye alınması gereken olasılıklar. Ama “ciddiye almak” derken korkudan sinip paralize olmamıza ya da “aman belayı biz davet etmiş olmayalım” psikolojisiyle pısıp “ölü balık taktiği” izlememize de yol açmamalı. Bu iki tutum da olası felaketi büyütmekten başka sonuç doğurmaz.

Bu tehlikelerin farkında olmak, bizlere sadece “bu iş bitti, bu iktidar gitti gidiyor” rehavetine kapılmamak gerektiğini hatırlatmalı. Tabii bir de en kötü olasılığı bile dikkate alarak bunlara karşı bugünden çok yönlü bir hazırlık içine girmemiz gerektiğini. 

Bu bağlamda tehlikelere gözünü kapatarak hafife alan aymazlık ne kadar tehlikeliyse “aman provokasyon olur, iktidarın ekmeğine yağ süreriz” gerekçesiyle siniklik vazeden yaklaşımlar da o denli silahsızlandırıcı. 

Alınteri gazetesi olarak yayınladığımız podcast dizisinin bu programında gazeteci Can Dündar’la bu konuları konuştuk. 

Aşağıdaki sorular ekseninde gelişen sohbeti Alınteri’nin Youtube ve Spotify hesaplarından dinleyebilirsiniz: 

1) Can, sen tabloyu nasıl görüyor, süreci hangi yönlerden nasıl okuyorsun?

2) Muhalefet cephesinde "Tayyip Erdoğan gitsin de nasıl giderse gitsin" ruh hali çok yaygın ve belirleyici. Bu arada AKP-MHP blokunun oy kaybından hareketle "gitti gidiyor" havası körükleniyor. Bu doğru mu sence? Hakikaten "gidiyor mu güç kaybetmekte olan"?

3) Muhalefetin başını -güç anlamında- 6'lı Masa olarak da adlandırılan Millet İttifakı çekiyor. Yalnız bu iyi-kötü kaynaşmış bir ittifaktan çok herkesin ötekilere dirsek atıp öne geçmeye çalıştığı bir yengeç sepeti görünümünde. Bundan da önemlisi olur da seçimleri kazanırlarsa Kürt sorunu, kadın sorunu, dış politika, yoksulluk ve işsizlikle savaş, emeğin ve doğanın hayasızca sömürülüp yağmalanmasının önüne geçme başta olmak üzere Türkiye'nin temel meselelerinin çözümü konusunda şimdiki faşist iktidar blokundan farklı olarak neyi nasıl yapacakları belirsiz. 

Bu tabloda umut nerede sence? Daha doğrusu şöyle sorayım, umutlarımızın yeni bir hayal kırıklığıyla sonuçlanmaması için ne yapmamız gerekiyor?

Show more...
3 years ago
37 minutes 58 seconds

UFUK TURU
Erk Acarer'le Ufuk Turu: Sedat Peker'in ifşaatları

 H. Selim Açan, Sedat Peker'in ifşaatları konusunu gazeteci Erk Acarer'le konuştu.

Erk Acarer, Peker’in ifşaatlarının kamuoyuna yansıması konusunda öne çıkan gazetecilerden biri. Bu yüzden bazı bedeller ödedi. Evinin önünde saldırıya uğradı, daha önce çalıştığı BirGün gazetesiyle yolları bu yüzden ayrıldı. Bu arada “haber kaynağıyla arasına gerekli mesafeyi koymadığı” temelinde eleştirilere hedef oldu. 

'Devlet' denilen mekanizmanın doğasından kaynaklanan bu çürümenin önce 12 Eylül askeri faşist cunta döneminde, ardından Kürdistan'da yürütülen kirli savaşa paralel olarak 1990'lar sonrasında ivmelendiği görüşünde birleşen yazarımız ve konuğu arasındaki sohbet, aşağıdaki sorular ekseninde gelişti: 

1) Yeraltı dünyasının devletle en içli dışlı isimlerinden biri olarak bilinen Sedat Peker iki yıldan beri ifşaatlarıyla gündemde. Devletteki çürümeyi, yozlaşmayı, çeteleşmeyi, buna paralel gelişen uyuşturucu kaçakçılığı, soygun ve gasp süreçlerini somut olay ve belgeler temelinde sergilemeye başladı. Görünen o ki elinde çok daha fazlası var. Bu yönüyle ucunu göstererek ilerlediği bir şantaj siyaseti izliyor. 

Fakat şu soru yanıtını hâlâ bulmuş değil: Ne oldu da Peker konuşmaya başladı? Sansasyon peşinde koşmadığı açık da neyin peşinde koşuyor? Senin yorumun ne bu konuda? 

2) Peker, başlangıçta “Bir kamera-Bir tripod” sloganıyla doğrudan yayın yapıyordu. Sonra belli ki perde arkasında yapılan bazı pazarlıklar sonucu BAE bu yolu kapattı. Bunun üzerine bir süre sonra farklı isimlerle açtığı hesaplar ya da 3. şahıslar üzerinden verdi mesajlarını. Fakat şimdi sesi iyice kısılmış görünüyor. Bu arada etrafındaki çemberin daraldığını düşündüren gelişmeler var. Peker’i ortadan kaldırmaları için uluslararası bir mafya çetesine 25 milyon dolar gibi çok yüksek bir fiyat teklif edildiği dile getirildi, hakkındaki İnterpol araması önceleri “ifadesinin alınması” ile sınırlıyken şimdi “bulunduğu yerde iade amaçlı yakalanmasına” çevrildi, bir süreden beri “Basın danışmanı” kimliğiyle boy gösteren bir adamı çok ilginç bir sınır dışı edilme süreci sonunda “adrese teslim” Türkiye verildi. Diğer yandan Peker, seçime iki ay kala çok daha sarsıcı dosyaların kapağını açacağını iddia etmişti. 

Sen bu gelişmeleri nasıl yorumluyorsun? Süreç hangi olasılıklara gebe, muhtemelen nasıl bir seyir izler sence?

3) Peker’in ifşaatlarının kamuoyuna yansıması konusunda öne çıkan gazetecilerden biri oldun. Bu yüzden hem evinin önünde saldırıya uğradın hem de BirGün gazetesiyle yolun ayrıldı. Gazeteciliğin temel ilkelerinden biri olan “haber kaynağıyla aradaki mesafeyi koruma” noktasında gereken özeni göstermemekle eleştiriliyorsun. Bu konuda ne diyorsun?

Show more...
3 years ago
59 minutes 42 seconds

UFUK TURU
Ufuk Turu: İnşaat işçileri greve hazırlanıyor

Podcast dizimizin bu programında Alınteri editörlerinden Mürüvet Küçük  İnşaat-İş Örgütlenme Sorumlularından Yunus Özgür ve DİSK Dev Yapı-İş  Genel Başkanı Özgür Karabulut’la hem nasıl bir yol katettiklerini hem  grevle neyi amaçladıklarını, taleplerinin neler olduğunu, inşaat  işkolunun özelliklerini, birleşik mücadele içinde nasıl bir kültür  yarattıklarını konuştu.  

Programımızda şu sorularla birlikte yürüyen bir sohbet gerçekleştirildi:   

- İnşaat işkolu denilince aklınıza ilk elde neler gelir? 

- Herkesin birleşik mücadele dediği, ama bunu pratikte örmekte güçlükler  yaşadığı bir dönemde siz böyle bir örnek yarattınız. Sizi buna motive  eden neydi? Bu konuda nasıl bir yol katettiğinizi, varsa hangi  noktalarda zorlandığınızı, olumluluklarının neler olduğunu özetlemenizi  istesek… 

- Şimdiye kadar nasıl bir çalışma yürüttünüz, bu çalışmanın kazanımları  neler oldu? 

- Sizi hep işçilerin ücret ve diğer haklarıyla ilgili sorunlar üzerinden  gerçekleşen fiili eylemlerle biliyoruz. İşçi hakkı gasbedilince geliyor  ve birlikte direnerek genelde sorunu çözüyorsunuz. Görünürde mesele  ücret meselesi gibi duruyor, siz bu konuda deneyimlerinizle de birlikte  düşününce ne dersiniz? 

- Grev fikri bugüne kadarki genel çizginizden farklı bir eşiği ifade  ediyor. Bu fikre hangi ihtiyaç ve hedeflerle yöneldiniz? 

- Bu nasıl bir grev olacak, biraz açar mısınız? 

- Bu çağrıda hangi talepleri öne süreceksiniz? 

- Bu talepler aynı zamanda inşaat işkolunun daha bütünlüklü sorunlarını  ifade ediyor. Elbette çalışmanıza da böyle bir zemin sunuyor. Grev  sonrasında işkolunda nasıl bir hat izleyeceksiniz?

Show more...
3 years ago
47 minutes 8 seconds

UFUK TURU
İlkay Akkaya ile Ufuk Turu: Toplumların Saati

Türkiye’de konser yasakları son aylarda adeta patlama yaptı. Furya 14-22  Mayıs’ta Eskişehir’de yapılacak olan Anadolu Fest’in yasaklanmasıyla  başladı. Gülşen’in konserlerinin yasaklanıp ardından tutuklanmasını  zincirlerinden boşanan bu zorbalığın zirvesi sanıyorduk ki, Ankara’da  Onur Şener’in kendisinden istenilen parçayı çalmadığı gerekçesiyle  öldürülmesine kadar vardı iş.  

Yasakların iki ortak özelliği gözüküyor: Birincisi yasaklama  kararlarının ya valilik ve kaymakamlıklarca ya da AKP ve MHP’li  belediyelerce gerçekleştirilmesidir. Bu da yasakların hükümetin algısı  ile paralel olduğunu gösteriyor. İkinci ortak özellikse yasaklanan  konser veya festivallerin illa hükümet-iktidar karşıtı olmamasıdır.  İktidarın kültür algısının dışında olması, yani onlardan olmaması  yasaklama için yeterlidir.   

Sanatın ve sanatçıların hedef alınması sadece Türkiye’ye özgü bir durum  değil. Bu saldırı türü insanlık tarihi kadar eskidir. Fakat Türkiye’nin   seçim düzlemine  girmesiyle birlikte vites büyütüp çeşitlenen saldırı  cephelerinden biri haline geldi.   

Konser, festival yasaklarının neden birden ivme kazandığını  yorumlayabilmek için birkaç sorunun yanıtına ihtiyacımız var: AKP  Hükümeti, bizzat Tayyip Erdoğan’ın da birkaç kez dile getirdiği gibi  “kültürel hegemonyasını” bir türlü kuramadığı için mi saldırı  pozisyonuna geçti?  

Son yasakların amacı 2023 seçimi için kendisinden  hızla koptuğu (hatta kaçtığı) artık aleni olan muhafazakar  tabanından  geri kalanları korumak, hatta bir kısmını yeniden kazanmak için mi ?  

Bu sorular çoğaltılabilir, çoğaltılmalıdır da. Çünkü konser-festival  yasaklamalarını bazı gerici odakların işgüzarlığına ya da yerel  yöneticilerin merkezi iktidara yaranma çabalarına bağlamak, meseleyi  büyük resmin görülmesini engelleyecek biçimde darlaştırmak anlamına  gelir.   

Alınteri yazarlarından  D. Emrah Zıraman,  konser yasaklarını, kendisi  de bu yasaklardan nasibini alan müzisyen İlkay Akkaya ile aşağıdaki üç  ana soru  ekseninde konuşuyor:    

-   Son dönemde yeni bir konser yasakları furyası baş gösterdi.  İmamların camilerde hutbe ile fetva vermeleri ya da adı sanı bilinmeyen  gerici örgütlerin yaygaraları üzerine konser, festival yasakları oldu. Sence bu yasak furyası neden çıktı, neden yaygınlaştı, bunun arkasında  ne yatıyor ve bu yasakların müzisyenler ve dinleyiciler açısından  sonuçları neler oluyor ?   

- Erdoğan mealen “toplumu her konuda değiştirdik ama kültürel  hegemonyamızı kuramadık” cümlesini son zamanlarda çokça tekrar etmeye  başladı. Ama bu hegemonya faşizmin doğası bakımından Gülşen  örneğinde  olduğu gibi tutuklamaya, Ankara’da Onur Şener’in öldürülmesi gibi  olaylara doğru evrilmeye başladı. Hatta Onur Şener olayında devlet  memuru olan eğitimli insanların cinayet işleyecek noktaya getiren bu  “kültürel hegemonya” nedir?   

-  Sanatçı olarak Türkiye’de mevcut politik süreçte sanatsal, kültürel  atmosferi nasıl görüyorsun ? Sence buradan nasıl çıkılabilir?

Show more...
3 years ago
20 minutes 15 seconds

UFUK TURU
Ayşegül Karakülhancı'yla Ufuk Turu: Yeşiller ne kadar yeşil?

Yeşiller olarak bilinen hareket, 1970’lerin sonlarına doğru Avrupa’da filizlendi. Fakat asıl olarak dünya çapındaki devrim dalgasının geri çekildiği 1980’li yıllarda güçlendi. Hareket özellikle Almanya’da çok büyük popülarite kazandı. 

Çevre duyarlılığı yanında nükleer silahlanma ve savaş karşıtlığıyla özellikle eğitimli kentli orta sınıf içinde büyük sempati topladı. Sosyalizm adına sergilenen pratiklerin yarattığı hayal kırıklığı ve tepkilerin payı da büyüktü bu güçlenmede. 

Değişik biçimlerde sivil itaatsizlik eylemlerini esas alsa da 1980’li yıllarda yeşil hareket gerçekleştirdiği militan protesto eylemleriyle tanınır oldu. Frankfurt Havaalanı pistlerinin genişletilmesine karşı direniş, Almanya’daki NATO üslerinin kuşatılması, nükleer silah taşıyan trenlerin yollarının bloke edilmesi  gibi eylemleri bütün dünyanın ilgisini çekti. 

Alman yeşilleri 1980 başlarında partileşme yönelimine girdiler. Sonrasında ilk kez 1998’de hükümet ortağı oldular. O yıl Sosyal Demokrat partiyle kurdukları Kızıl-Yeşil koalisyonu, yeşil hareketin o zamana kadar verdiği görüntü-yarattığı algı ile gerçekliği arasındaki açıklığı gözler önüne serdi. Hitler faşizminin yenilgiye uğratıldığı 2. Paylaşım Savaşı’ndan sonra Alman Ordusu ilk kez Yeşillerin hükümet ortağı oldukları bir dönemde Almanya toprakları dışında bir savaşa katıldı ve Yugoslavya’nın parçalanması sürecinde aktif rol oynadı. 

Bugün bu filmin üstelik genişlemiş bir versiyonunu izliyoruz. Yeşiller Almanya’da bir kez daha hükümet ortağı, üstelik 1998’den daha güçlü bir konumdalar ve bu kez sadece NATO’nun kışkırttığı Ukrayna’daki savaş ateşine odun taşımakla kalmıyorlar. Nükleer karşıtlığını da bordalarından atıp düne kadar kapatılmalarını savundukları atom santrallerinin üretime devamını içeren politikaların savunucusu olarak karşımıza çıkıyorlar. Düşünün ki Yeşiller Partisi’nin eski eşbaşkanlarından şu an Almanya Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock, “Alman seçmenler ne düşünürlerse düşünsünler (savaşı sürdürmesi için) Ukrayna’yı desteklemeye devam edeceklerini” dile getirmekten çekinmiyor. Partinin bir diğer önde gelen ismi şu an Almanya Tarım Bakanı olan Cem Özdemir de, “Dünyanın açlıkla karşı karşıya kalmaması için Ukrayna’ya gelişmiş silah sistemleri göndermek gerektiğini” savunan bir mantık tutulmasını dillendirebildi. 

Bugün artık “Yeşiller ne kadar yeşil, ne kadar sol, ne kadar hümanist” soruları gündemde. 

Podcast dizimizin bu programında H. Selim Açan, Avrupa ve Almanya siyaseti konusunda bilgilendirici makale ve haberleriyle tanıdığımız gazeteci Ayşegül Karakülhancı ile bu bariz siyasi ve ahlaki deformasyonu konuşuyor. 

Aşağıdaki soruların yanıtlarını birlikte arıyorlar:

Bir süredir genelde AB’nin özel olarak ise Almanya’da koalisyon ortağı Yeşillerin izledikleri politikanın ikiyüzlülüğüne dair eleştirel makaleler kaleme alıyorsun. Bunları gözden kaçırmış olabilecek dinleyicilerimizi de gözeterek eleştirdiğin konuları spotlar şeklinde hatırlatır mısın ?

Yeşillerin bu evrimini neye bağlıyorsun? Bu bağlamda Almanya’daki Yeşiller Partisi hâlâ “yeşil” mi sence? Onu “sol”da görebilir miyiz? 

Almanya nereye gidiyor? Geçenlerde bu kez SPD’li (Sosyal Demokrat Parti) Savunma Bakanı Lambrecht “Almanya’nın Avrupa’da askeri olarak (da)  öncü güç rolünü oynamak zorunda olduğunu” söyledi. Yani Wehrmacht Almanyası’nın hortlatılması yolundaki emeller artık açıkça dillendiriliyor. Öte yandan Ukrayna konusunda savaşı körüklemekte ısrarlı fanatik politika yüzünden şimdiden ciddi bir enerji krizi baş gösterdi, enflasyon tırmanıyor, fiyatlar ve kiralar fırlamış durumda, işçi ve emekçilerin yanı sıra artık orta burjuvazi de gelecek kaygısı duyuyor. Toplumsal ve politik gelişmeler açısından önümüzdeki süreçte nasıl bir Almanya manzarası öngörüyorsun?

Show more...
3 years ago
25 minutes 46 seconds

UFUK TURU
Ayşe Düzkan'la Ufuk Turu: İran'dan yayılan dalga

İran iki haftadır yeni bir isyan dalgasıyla çalkalanıyor. Fitilini kadınların ateşledikleri bu öfke patlaması, genç bir Kürt kadının, Jîna Mahsa Amini'nin 'ahlak polisi' denilen zebanilerce dövülerek katledilmesi üzerine patlak verdi. İran’ın dört bir yanında kadınlar sokaklara döküldü, başörtülerini yakarak “Jin Jiyan Azadi” sloganlarıyla yeri göğü inletti. 

Hız kesmeyen öfke kısa sürede dünyanın her yanına yayıldı. 

Oya Açan, İran'da kadın mücadelesinin evrimini, İran toplumunu pençesine almış derin toplumsal çelişkileri, bunun kadın isyanıyla bağını Türkiye'de feminist hareketin önde gelen isimlerinden gazeteci Ayşe Düzkan'la konuştu.

Aşağıdaki sorular ekseninde gelişen sohbeti Alınteri’nin Youtube ve Spotify hesaplarından dinleyebilirsiniz: 

1. Öncesi de olmakla birlikte özellikle 2000 sonrası yıllarda kadınların toplumsal mücadelelerin başını çeken öncü bir rol oynadıklarını görüyoruz. Sudan Devrimi, Şili’den yayılan La Testis dalgası, Polonya ve ABD'deki kadınların kürtaj “hakkı”nın ellerinden alınmasına karşı yürütülen mücadele... Uzaklara gitmeye de gerek yok Kürdistan ve Türkiye gözümüzün önündeki örnekler. Bu zincire şimdi fitilini Jina Mahsa Amini’nin ateşlediği İran'daki yeni isyan dalgası eklendi. Öncelikle bu son dalgayı nasıl değerlendirdiğini sormak istiyorum sana?

2. İran'da 2019'dan bu yana böylesi bir isyan dalgası görülmemişti. Sokakta yalnızca kadınlar yok, mesele de rejimin kuruluşundan bu yana temel direklerinden biri olan kadın düşmanlığının simgesel örtüsü “tesettür” olmaktan çıktı. Kadın-erkek, etnik kimlik farklarının silindiği bir halk hareketinden bahsedebiliriz. Hayat pahalılığı, zamlar, ekonomik ve toplumsal baskılar etnik kimlik farklılıklarını bile geçersizleştirerek sınıfsal temelde bir toplanma olduğunu gösteriyor. Ne dersin? 

3. Dünyada da Türkiye'de de kendini sürekli büyüten kadın hareketinin önünü kimse kesemez artık! Örneğin Emine Şenyaşar'ı kimse söküp alamıyor o Adliye’nin önünden. Barış Anneleri, Cumartesi Anneleri geri adım atmıyor. 8 Mart'larda kabaran dalgaları kimse engelleyemiyor. Fakat şöyle de bir gerçek var: Kadınlar hala defansif temelde harekete geçiyorlar. Kendilerine yönelik şiddete, bedenlerine, kimliklerine, kazanılmış haklarına bir saldırı olduğunda hareketleniyorlar. Hareketi bu düzlemden bir adım ileriye, yani kadını yok sayıp hiçleştiren koşullar ve sistemle daha köklü bir hesaplaşma düzlemine sıçratabilmek için/neler yapmalıyız?


Show more...
3 years ago
22 minutes 34 seconds

UFUK TURU
Neslihan Acar’la Ufuk Turu: Sınıfı örgütlemek

İşçi sınıfı hareketi son yıllarda gözle görülür bir canlanma içinde. Bu henüz 1970’lerin sonu, 1987’deki Bahar eylemleri ya da 2017’deki Metal Fırtına gibi bir dalga halini almış değil. Fakat her an buna dönüşme potansiyeli yüksek. 

Bu süreçte gerçekleşen bazı direnişler hem sergilenen kararlılık yönüyle hem de sermaye ve burjuva devlet karşısında elde ettikleri kazanım yönüyle kamuoyunda büyük sempati topladı, emekçi kesimler için bir moral ve cesaret kaynağı oldular. 

Soma madencilerinin inatçı kavgasını, inşaat işçilerinin gerçekleştirdikleri onlarca direnişi, Migros işçilerinin, motokuryelerin, Antep ve Adana’daki saya işçilerinin grevlerini  buna örnek verebiliriz. 

Bazıları sendika ağalarının ihaneti yüzünden satışla sonuçlansa da Ankara, İstanbul, İzmir belediyelerindeki işçilerin grevleri, Urfa’da Uğur ve Özak Tekstil ile Hakan Plastik  grevleri, Mersin Çimsataş, Çorum maden, Düzce Standart Profil direnişleri  gibi örneklerse sınıf içindeki kaynamanın yaygınlığını göstermesi yönüyle dikkat çekiciydi.

Emek-sermaye çelişkisinin keskinleşmesine paralel olarak kavganın kızışması bir taraftan da yeni bir öncü kuşağı öne çıkarıyor. İflas etmiş geleneksel sendikal anlayış ve sendika ağalığına taban tabana zıt yeni sendikalar ve işçi önderleriyle tanışıyoruz.

Yazarımız H. Selim Açan, podcast dizimizin bu programında militan sınıf sendikacılığı çizgisinde yürümekte ısrarlı bu yeni tip sendikal örgütlenme ve işçi önderliğinin temsilcilerinden biri olarak kamuoyunun özellikle Migros direnişiyle tanıdığı DGD Sen (Depo, Liman, Tersane ve Deniz İşçileri Sendikası) başkanı Neslihan Acar’la konuştu. 

Ona şu soruları sorduğu sohbeti, Alınteri’nin Youtube ve Spotify hesaplarından dinleyebilirsiniz: 

Türkiye’deki işçi hareketi ve  sendikal hareketin bugünkü görünümünü ana çizgileriyle resmetmeni istesem nasıl bir tablo çizersin? 

Son yıllardaki işçi eylemlerinde kadınların öne çıktığını görüyoruz. Bu arada bizzat sen kadınların öncüleşmesinin cisimleşmiş bir örneğisin. Hem yılların işçisi hem de öncü bir kadın olarak sınıfın kadın sorununda eğitilmesi, erkek egemen kültürün geriletilmesi konusunda neler yapılmalı?

Sınıf hareketinin hâlâ aşamadığı eşiklerden biri de sendikal ve siyasal önderlik boşluğu. Bu boşluk sence nasıl giderilir? Militan bir sınıf sendikacılığı çizgisinin güç kazanması için nasıl bir hat izlenmeli? 

Show more...
3 years ago
26 minutes 49 seconds

UFUK TURU
Ertuğrul Kürkçü’yle Ufuk Turu: Şili dersleri

Şili'de 4 Eylül’de yapılan Anayasa referandumda seçmenlerin yaklaşık yüzde 62’si, “dünyanın en ilerici ilerici anayasası” olarak değerlendirilen anayasa taslağına “Hayır” dedi.

Oysa 2 yıl önce yapılan referandumda Şili halkının yüzde 80’i Pinochet faşizminin yaptığı mevcut anayasanın değiştirilmesi yönünde oy kullanmıştı.Geçen yıl yapılan başkanlık seçiminin ikinci turunda da “solcu” öğrenci lideri Boriç'i devlet başkanı seçmişti. 

Sonucun şaşırtıcılığı bu zigzaglarla sınırlı değil. Halkın seçtiği bir Kurucu Meclis tarafından hazırlanan anayasa taslağı salt siyasal alanda bazı temel demokratik hakların tanınmasıyla sınırlı  değildi. “Yaşam için gerekli olan asgari elektrik enerjisi hakkı” gibi toplumsal eşitlik taleplerinin yanı sıra yerli hakları, cinsel kimlik farklılıkların tanınması, doğaya saygı, iklim ve ekoloji krizleri konusunda devlete sorumluluklar yüklemesi gibi konularda da gerçekten çok ilerici maddeler içeriyordu.

Buna rağmen Şili'nin Kürtleri olarak tanımlayabileceğimiz Mapuche yerlilerinin yoğun olduğu bölgelerde dahi yüzde 50 destek görmedi. 

Hal böyleyken sonuca bakarak “Bir halk dünyanın en ilerici anayasasını nasıl reddeder” şaşkınlığını yaşayanlar var. Kimileri bunu hazırlanan metnin hantallığına , maddelerinin çokluğuna ve kimi konularda kullanılan dilin belirsizliğine bağlıyor. Kimileri sonucu “Düzen sola siyaset dersi verdi” diye yorumluyor.

Sonuç olarak Şili’de ne oldu, neden oldu, nasıl oldu soruları zihinleri hâlâ meşgul ediyor.  

H. Selim Açan, konuyu Türkiye sosyalist hareketinin önde gelen isimlerinden Ertuğrul Kürkçü’yle konuştu. 

Konuğuna aşağıdaki soruları sorduğu sohbeti Alınteri’nin Youtube ve Spotify hesaplarından dinleyebilirsiniz:

1) Şili'de Pinochet diktatörlüğünden kalma faşist Anayasa'yı değiştirmek üzere hazırlanan ve “dünyanın en ilerici anayasası olarak” nitelenen Anayasa taslağı şaşırtıcı bir sonuçla reddedildi. Sen bunu neye bağlıyorsun? Neden böyle bir sonuç çıktı ortaya?

2) Yeni Yaşam gazetesinin sitesinde yayınlanan Şili'den Hisse... başlıklı yazında “Şili’de 2019 ayaklanmalarıyla başlayan değişim sürecinde gerçekleşen peş peşe üç halk oylaması -2020 Anayasa Meclisi referandumu, 2021 Başkanlık ve Kongre seçimleri ve 2022 Anayasa referandumu- yalnızca Şili değil, büyük değişimlere gebe toplumlar için de büyük bir dünya-tarihsel ders ortaya koydu: Umudu oylamak bir şeydir, hükümeti değiştirmek başka bir şey, devleti ve toplumu değiştirmek ise bambaşka bir şey...” şeklinde bir tez ileri sürüyorsun. Bu dersi biraz açar mısın?..

3) Şili'de 2019 sonrası tanık olduğumuz gelişmeler, radikal bir siyasal ve toplumsal dönüşüm arzusu ve beklentisi içinde olunan Türkiye toplumu ve sol güçler  açısından hangi dersleri içeriyor? Bu anlamda Şili ne anlatıyor sence bizlere?

Show more...
3 years ago
22 minutes 18 seconds

UFUK TURU
Kavel Alpaslan'la Ufuk Turu: Lübnan

Ufuk Turu podcast dizimizin bu programında Alınteri yazarı H. Selim Açan gazeteci Kavel Alpaslan'la Lübnan'ı konuşuyor. 

Sohbette şu sorulara yanıt aranıyor:

1) Kısa bir süre önce Lübnan'daydın. Lübnan uzun süredir ağır bir ekonomik, siyasi ve toplumsal kriz içinde. Bazı bakımlardan kriz sözcüğünün yetersiz kaldığı çok yönlü bir çöküş-iflas söz konusu. Gözlemlerine dayanarak bugünkü Lübnan'ı ana hatlarıyla nasıl resmedersin?

2) Lübnan yıllardır özellikle dinsel-mezhepsel fay hatları temelinde bölünmüş bir ülke. Bu yüzden iç savaş dahil büyük acılar yaşadı. Bugünkü çürüme ve çöküşün yanı sıra kronikleşmiş siyasal çözümsüzlüğün temel nedenlerinden biri de bu parçalanmışlık zaten. Yalnız son yıllarda patlak veren kitle gösterilerinde bu bölünmüşlüğün üstüne çıkan sınıfsal refleksler kendisini hissettiriyor. Lübnan toplumunun değişik kesimlerini yakından gözleyerek toplumsal nabzı yakalamaya çalışmış biri olarak sen ne dersin, bu damar güçlenebilir mi?  Soruyu şöyle de sorabilirim: Lübnan'ın bu bataktan çıkabilmesi mümkün mü? Bunun yolu nereden geçiyor sence?

3) Sadece Lübnan değil, Filistin, Irak, zaman zaman parlayan İran... Ortadoğu'da alttan alta yeni mayalanmalar yaşanıyor. Sence nelere gebe bu süreç? Yeni bir halk isyanları dalgasının patlaması olasılığından söz edebilir miyiz? 

Show more...
3 years ago
21 minutes 11 seconds

UFUK TURU
Ali Ergin Demirhan’la Ufuk Turu

Bu yayın dönemindeki podcast yayınımızın ilk konuğu sendika.org sitesi editörü Ali Ergin Demirhan. 

H. Selim Açan, aşağıdaki soruları yönelttiği Ali Ergin Demirhan’la içinde bulunduğumuz dönemde sol’un nasıl bir stratejik mevzilenme yönelimiyle hareket etmesi gerektiğini konuştu:

1) Bir süre önce (12 Ağustos) sendika.org sitesinde “Sınıf savaşı, savaş örgütü, seçim meydanı” başlığını taşıyan bir makalen yayınlandı.

Birçok sol çevrenin dönemsel faaliyetlerini seçime endekslediği bir dönemde daha geniş bir açıyla hareket etmenin zorunluluğunu vurgulayan yaklaşımınızın esasını kısaca özetleyebilir misin?

2) Şu ya da bu konuda, şu ya da bu alanda elde edilecek sınırlı/tekil başarılarla yetinmeyen militan devrimci bir odağın inşası kapsamında “kitle ve alan hakimiyeti” kavramıyla ifade ettiğin bir hedef tanımı var. “Kitle ve alan hakimiyeti” ne anlama geliyor?

3) Proletarya ve ezilenlerin militan devrimci bir savaş örgütünün inşasında nasıl bir hat izlenmeli? Diğerlerine boş verilmesi ya da savsaklanması anlamına gelmemek koşuluyla günümüzde “yakalanması gereken halkayı” ne, daha doğrusu neler oluşturmalı? 


Show more...
3 years ago
20 minutes 12 seconds

UFUK TURU
Alınteri sitesi olarak iki yıldır Geleceğe Dönüş ve Bi Durup Düşünsek başlıkları altında yaptığımız podcast serisini bu yayın döneminde Ufuk Turu başlığı altında sürdüreceğiz. Gündemde öne çıkan başlıklara bağlı olarak politikadan teoriye, felsefe ve tarihten sanat ve edebiyata kadar değişik konuları ele almayı amaçladığımız programlar 20 dakikalık ses kaydı biçiminde olacak. Yazarımız H. Selim Açan, açılışta o programda ele alınacak konuyu ve konuğunu kısaca tanıttıktan sonra konuğuna toplam üç soru soracak. Finalde de konuyu toparlama kapsamında 3 dakikayı aşmayacak şekilde bazı alt çizm