
Türkiye bir seçim düzlemine girmiş görünüyor ama süreç hâlâ bir dizi belirsizlik ve riski de içinde taşıyor. Öyle ki seçimlerin ne zaman yapılacağı, yapılıp yapılmayacağı, yapılacak olsa bile bunun hangi koşullarda nasıl bir seçim olacağı dahi belirsiz.
Bu noktada özellikle seçmen iradesinin düpedüz çöpe atıldığı 7 Haziran 2015 genel seçimleri ve 2019'daki İstanbul belediye seçimlerinde yaşadıklarımızla mühürsüz oyların bile geçerli sayıldığı 2017'deki Anayasa referandumu deneyimlerini akılda bulundurmak gerekiyor.
Keza geçen yıl yapılan ve sandık kurullarının oluşumu, yargı denetimi ve sayım kuralları konusunda istismara açık yeni düzenlemeler getiren seçim yasası değişikliği ya da geçenlerde çıkan sansür yasası gibi hazırlıkları da hafife almamak lâzım.
Öte yandan Tayyip Erdoğan-Bahçeli ikilisi ve şürekalarının iktidarı bırakmamak için ellerinden geleni yapacakları kaygısı yüksek. Bunun tümüyle yersiz ve temelsiz olduğunu da söyleyemeyiz. Ülke içinde kurdukları rüşvet ve yolsuzluk mekanizmaları aracılığıyla işledikleri mali suçlar yanında özellikle Suriye’de işledikleri savaş suçlarına ilişkin dosyaların ucunun açılması olasılığı dahi ödlerini koparmaya yetiyor. Dolayısıyla bir bahaneyle olağanüstü hal ilan edip ya da savaş dahil uluslararası bir kriz çıkarıp seçimleri ertelemek hatta iptal etmek istemeleri çok uzak bir olasılık değil.
Bütün bunlar elbette kaygı verici. Ciddiye alınması gereken olasılıklar. Ama “ciddiye almak” derken korkudan sinip paralize olmamıza ya da “aman belayı biz davet etmiş olmayalım” psikolojisiyle pısıp “ölü balık taktiği” izlememize de yol açmamalı. Bu iki tutum da olası felaketi büyütmekten başka sonuç doğurmaz.
Bu tehlikelerin farkında olmak, bizlere sadece “bu iş bitti, bu iktidar gitti gidiyor” rehavetine kapılmamak gerektiğini hatırlatmalı. Tabii bir de en kötü olasılığı bile dikkate alarak bunlara karşı bugünden çok yönlü bir hazırlık içine girmemiz gerektiğini.
Bu bağlamda tehlikelere gözünü kapatarak hafife alan aymazlık ne kadar tehlikeliyse “aman provokasyon olur, iktidarın ekmeğine yağ süreriz” gerekçesiyle siniklik vazeden yaklaşımlar da o denli silahsızlandırıcı.
Alınteri gazetesi olarak yayınladığımız podcast dizisinin bu programında gazeteci Can Dündar’la bu konuları konuştuk.
Aşağıdaki sorular ekseninde gelişen sohbeti Alınteri’nin Youtube ve Spotify hesaplarından dinleyebilirsiniz:
1) Can, sen tabloyu nasıl görüyor, süreci hangi yönlerden nasıl okuyorsun?
2) Muhalefet cephesinde "Tayyip Erdoğan gitsin de nasıl giderse gitsin" ruh hali çok yaygın ve belirleyici. Bu arada AKP-MHP blokunun oy kaybından hareketle "gitti gidiyor" havası körükleniyor. Bu doğru mu sence? Hakikaten "gidiyor mu güç kaybetmekte olan"?
3) Muhalefetin başını -güç anlamında- 6'lı Masa olarak da adlandırılan Millet İttifakı çekiyor. Yalnız bu iyi-kötü kaynaşmış bir ittifaktan çok herkesin ötekilere dirsek atıp öne geçmeye çalıştığı bir yengeç sepeti görünümünde. Bundan da önemlisi olur da seçimleri kazanırlarsa Kürt sorunu, kadın sorunu, dış politika, yoksulluk ve işsizlikle savaş, emeğin ve doğanın hayasızca sömürülüp yağmalanmasının önüne geçme başta olmak üzere Türkiye'nin temel meselelerinin çözümü konusunda şimdiki faşist iktidar blokundan farklı olarak neyi nasıl yapacakları belirsiz.
Bu tabloda umut nerede sence? Daha doğrusu şöyle sorayım, umutlarımızın yeni bir hayal kırıklığıyla sonuçlanmaması için ne yapmamız gerekiyor?