Sabah erken kalkanların daha başarılı olduğuna dair bir inanç vardır ya hani…
Aslında mesele saat değil, disiplin.
Çünkü alarmın çaldığı anda verdiğin karar, gününün değil, hayatının yönünü belirler.
Motivasyon gelir ve geçer,
ama disiplin sessizce kalır.
Ve çoğu zaman fark edilmez…
ta ki sen yerinde sayarken, o disiplinli biri çoktan yol almış olana kadar.
Bu bölümde, motivasyonun geçici enerjisini değil,
disiplinin kalıcı gücünü konuşuyoruz.
Biraz iç ses, biraz sorgulama, biraz da sabah kahvesi tadında bir bölüm.
Ben Ömer.
Burası Rotasız Frekans.
İyi ki geldin.
Bazı doğrular, bizi hayatta tutar ama yaşatmaz.
Bazen “doğru” dediğimiz şey, sadece başkalarının korkularının bize mirasıdır.
Biz de o korkuların içinde “güvende” kalmaya çalışırken, aslında yavaş yavaş kendimizden uzaklaşırız.
Bu bölümde; değişimden neden korktuğumuzu,
neden bazen kendi doğrularımızla bile kavga ettiğimizi konuşuyoruz.
Çünkü bazen büyümek, doğru bildiklerini yeniden yazmakla başlar.
Antalya’ya taşınma hikâyemden yola çıkarak,
“yapma, olmaz” diyen seslerle yüzleşiyoruz —
ve belki de fark ediyoruz:
gerçek değişim, sessiz bir cesaretle başlar.
Antalya’da dört yıldır yaşayıp manzaraya sırtını dönen birinin, balkondaki kediyle yüzleşme bölümü. “Sen yapmazsan başkası yapar” cümlesinin tokadı, üç yıldır denize girmemek, Kurşunlu Şelalesi’ni ve hemen arka sokaktaki Behlül Dal Sinema Müzesi’ni “sonra”ya ertelemek… Bu bölüm, ertelediğimiz küçük mutluluklar ve adını “verimlilik” koyduğumuz görünmez bariyer “sonra” üzerine samimi bir sohbet.
Benim çözümüm: 7 Gün – 7 Küçük Durak.
Balkonda kahve, Kaleiçi’nde amaçsız bir yürüyüş, Kurşunlu’ya kısa kaçamak, müzeye nihayet selam, denize ayak, parka kitap ve şehre bir not… “Yarım saatliğine hayat”la başlayıp birikeni konuşuyoruz.
Dinlerken sana davet: Şehrine turist gibi bak. En yakındaki ağaca, denize ya da gökyüzüne üç nefeslik uğra. İstersen #BalkondakiKedi etiketiyle “benim gözümden şehir” fotoğrafını paylaş.
Çünkü bazen en iyi yol, rotasız olandır; ama yine de niyet ister.
Bu bölümde, kafamın içindeki küçük ama ısrarcı bir ülkeyi anlatıyorum: Benim Ütopyam.
Telaşın olmadığı, kahvenin her zaman sıcak, kalbinse yumuşak kaldığı bir şehir burası… Korna sesleri yasak, martılarla toplu sözleşme var. İnsanların bildirimlere değil, bildirimlerin insanlara uyduğu; mizahın anayasa, şefkatin para birimi olduğu bir dünya. 🌿
Bazen bir ütopya, dev bir proje değil; küçük seçimlerin toplamıdır.
Bu bölümde belki sen de kendi ütopyana birkaç yeni sokak ekleyeceksin.
Bazen kimse bilmez, sadece kendimize verdiğimiz küçük sözler vardır.
Basit görünür ama bizim için koca bir anlam taşır.
Benim de öyle bir sözüm vardı: siyah beyaz karelerle geçen günler, ama bir gün renge dönüşecek anlar…
Peki ya o “ilk” geçtiyse?
Bir sonraki kişi için haksızlık mı olur, yoksa asıl mesele “ilk” olmak değil de, tam o anda “tek” olabilmek mi?
Bu bölümde siyah beyazdan renge, ilklerden bugüne, hayatın küçük işaret taşlarını konuşuyoruz.
Hepimiz “çok uyursak daha dinç kalkarız” diye düşünürüz. Ama bazen fazla uyku, aslında daha yorgun bir güne uyanmak demektir. Bu bölümde uykunun süresinden çok, zihnin kararlılığının ve günlük planın öneminden bahsediyorum.
Napoleon Hill’in Düşün ve Zengin Ol kitabından aldığım ilhamla, kendi rutinlerimi nasıl değiştirdiğimi, 8 saat uyumama rağmen neden daha yorgun olduğumu, 6 saat uykuyla nasıl daha dinç kalkabildiğimi anlatıyorum. Pomodoro tekniğinden kronometre deneyimime, sosyal medyada kaybolan saatlerden kişisel gelişime ayırdığım zamana kadar, kendi yolculuğumu paylaşıyorum.
Kısacası, mesele kaç saat uyuduğun değil…
Uyandıktan sonra hayatı nasıl yaşadığın.
Yeni bir aya girerken umutlanmak kolay.
Ağustos aşk getirsin, para getirsin, başarı getirsin istiyoruz.
Ama ya biz hâlâ aynı yerde bekliyorsak?
Bu bölümde, beklentilerimizle gerçekler arasındaki farkı,
manifestoların gücünü ve hareketsiz motivasyonun neye benzediğini konuştum.
Ağustos’tan bir şey beklemeden önce,
kendimize şu soruyu sormamız gerekiyor:
“Ben gerçekten ne istiyorum ve bunun için ne yapıyorum?”
Belki de bu ayın mucizesi, sensin.
Instagram’a giriyorsun…
Herkes bir yerde: Kafede, düğünde, yurtdışında, sahilde…
Story’lerde öyle mutlu, öyle “tamamlanmış” duruyorlar ki,
ister istemez kendine dönüp diyorsun:
“Ben nereye geç kaldım?”
Belki de aslında hiçbir yere…
Belki sadece başkalarının sahte hızına bakıp, kendi yolunu küçümsüyorsun.
Belki bir şehri hakkıyla gezmek bile günler alırken,
koca bir hayatı birkaç fotoğrafla “bitirmiş” sanmak
en büyük yanılgımız.
Bu bölümde, geç kalmışlık hissini, hızlı hayatların boş hikâyelerini,
ve sosyal medyanın cilalı ama içi boş dünyasını konuşuyoruz.
Belki sonunda birlikte şunu fark ederiz:
Bazen yol alırken değil, durup soluklanırken büyür insan.
Sonraki bölümde görüşmek üzere.
Ben Ömer. Burası Rotasız Frekans.
İyi ki geldin.
Hep erteliyoruz.
Pazartesiyi, ayın birini, yeni yılı, doğru zamanı…
Oysa hayat tam da şu anda akıyor, sen ertelerken bile.
Bu bölümde; neden sürekli “başlamak için” uygun zamanı kolladığımızı, beynimizin bizi nasıl sabote ettiğini, Mel Robbins’in 5 saniye kuralını ve benim bu podcast’e nasıl cesaret ettiğimi konuştum.
Belki senin de başlaman gereken bir şey vardır.
O zaman birlikte sayalım mı?
5… 4… 3… 2… 1… başla.
Desem ki vakitlerden bir nisan akşamıdır,Rüzgârların en ferahlatıcısı senden esiyor,Sende seyrediyorum denizlerin en mavisini,Ormanların en kuytusunu sende gezmekteyim,Senden kopardım çiçeklerin en solmazını,Toprakların en bereketlisini sende sürdüm,Sende tattım yemişlerin cümlesini.Desem ki sen benim için,Hava kadar lâzım,Ekmek kadar mübarek,Su gibi aziz bir şeysin;Nimettensin, nimettensin!Desem ki…İnan bana sevgilim inan,Evimde şenliksin, bahçemde bahar;Ve soframda en eski şarap.Ben sende yaşıyorum,Sen bende hüküm sürmektesin.Bırak ben söyleyeyim güzelliğini,Rüzgârlarla, nehirlerle, kuşlarla beraber.Günlerden sonra bir gün,Şayet sesimi farkedemezsen,Rüzgârların, nehirlerin, kuşların sesinden,Bil ki ölmüşüm.Fakat yine üzülme, müsterih ol;Kabirde böceklere ezberletirim güzelliğini,Ve neden sonraTekrar duyduğun gün sesimi gökkubbede,Hatırla ki mahşer günüdürOrtalığa düşmüşüm seni arıyorum.
Bu Yaz İçin Bir Sözüm Var
Yaz geldi…
Ama sadece hava değil, içimiz de ısınıyor yavaş yavaş.
Kış boyunca ertelenen hayaller, askıya alınan duygular, “bir gün başlarım” dediğimiz planlar…
Belki de o gün bugündür.
Bu bölümde;
haziranın ruhunu, yeniden başlamanın cesaretini,
ve içten gelen o küçük ama kararlı sesi konuştuk:
“Bu yaz, kendim için bir sözüm var.”
Eğer senin de kalbinde kıpırdayan bir şeyler varsa,
bu bölümde buluşalım.
Rotamız belli değil belki, ama niyetimiz sağlam.
🎧
Ben Ömer.
Burası Rotasız Frekans.
Hoş geldin yaz.
Hoş geldin yeniden.
Bu bölümde sık sık karşılaştığım bir sorunun peşine düşüyorum:
“Madem dijital pazarlama biliyorsun, neden sen de e-ticaret yapmıyorsun?”
Cevap aslında basit ama derin.
Çünkü her bilmek, yapmak zorunluluğu getirmez.
Çünkü uzmanlık; bir işin tamamını değil, bir kısmını en iyi şekilde yapabilmektir.
E-ticaret bir süreçtir, ve ben o sürecin pazarlama kısmındayım.
Ticari zekâ başka bir şey, iletişim becerisi başka.
Bu bölümde, bilmek ve yapmak arasındaki farkı, toplumun “her şeyi yapmalısın” baskısını ve “ben yaptığım işte iyiyim” demenin gücünü konuşuyoruz.
Biraz samimi, biraz felsefi, biraz da serzenişli bir sohbet seni bekliyor.
Ben Ömer.
Burası Rotasız Frekans.
İyi ki geldin.
Selam dostlar, ben Ömer.
Ve burası Rotasız Frekans.
Bu bölüm, Rotasız Frekans’ın içinde başlattığım yeni serinin, “Bu da Böyle Bir Anım”ın ilk durağı.
Kısa kısa anılarla dolu bir yolculuğa çıkıyoruz.
Lisede veli toplantısında ağzımdan kaçırdığım efsane bir soru, internet kafede din kültürü hocamızla CS 1.6 maçı ve coğrafya öğretmenimin beni hatırlamadığı o efsanevi an…
Gülerek, bazen de hafifçe durup düşünerek anlatacağım bu hikâyelerde belki sen de kendi lise anılarına gülümsersin.
Hazırsan, başlıyoruz.
Çünkü bazen en unutulmaz anlar, birinin seni unutmasıyla başlar. 🎧
Bu bölümde, iyi kalmaya çalışmanın yorgunluğunu, hayatta hep dikkatli adım atmanın bedelini ve içsel yüzleşmenin ağırlığını konuşuyoruz.
Çoğu zaman yanlış anlaşılmaktan, değer görmemekten ya da haksızlıklardan yakınırken…
Hiç kendimize döndük mü?
Ben ne yaptım, nerede durdum, kimi fark etmeden kırdım diye sorduk mu?
“Rotasız Frekans”ın bu bölümünde, hem hayatın bize sunduğu sınavları hem de kendi içimizdeki küçük sınavları masaya yatırıyoruz.
Ve belki de en önemlisi, her şeyden önce kendimize ait olmanın ne demek olduğunu hatırlıyoruz.
🎙️ Eğer bir gün kendini “Neden bu kadar yoruldum?” derken bulduysan, bu bölüm senin için.
Hazırsan, iç sesimizi biraz açalım.
Bu bölümde, yaptığımız iyiliklerin neden unutulduğunu, neden çoğu insan sadece kendi fedakârlığını hatırladığını ve iyiliğin neden bazen en büyük kırgınlığa dönüştüğünü konuşuyorum.
Gerçekten beklentisiz iyilik mümkün mü?
Yoksa biz, içten içe bir “teşekkür” ya da en azından bir vefa mı bekliyoruz?
Eski ilişkilerden dostluklara, aileden arkadaşlıklara kadar…
İyilik suistimalini, minnetsizliği ve sonunda sessizce uzaklaşan kalpleri masaya yatırıyoruz.
Rotasız bir yolculuk ama yolda kalan çok şey var…
Ben Ömer. Burası Rotasız Frekans.
Hazırsan başlıyoruz.
Bilgisayar başında oturan biri olarak, sıkça duyduğum bir soru var:
“Sen tam olarak ne iş yapıyorsun ya?”
Ofisim var, işlerim var… ama hâlâ bazıları için “bilgisayarla bir şeyler yapıyor”um sadece.
Bu bölümde hem ne iş yaptığımı anlatıyorum,
hem de işimin neden sadece “bir tıkla yapıver” gibi görünmemesi gerektiğinden bahsediyorum.
Yani evet, o meşhur “şunu bi yapıversene ya” cümlesinin arkasında neler dönüyor, birlikte konuşuyoruz.
Web siteleri, sosyal medya yönetimi, yazılım geliştirme, dijital danışmanlık…
Ama sadece işle ilgili değil bu sohbet.
Biraz iç döküş, biraz dertleşme, biraz da tatlı bir sitem.
Dinlerken belki kendinden bir parça bulacaksın.
Belki senin de işini “basit bir şey ya” diye küçümseyenler olmuştur.
O zaman bu bölüm tam senlik.
Ben Ömer.
Burası Rotasız Frekans.
İyi ki geldin.
Bu ilk bölümde, mikrofonun diğer ucundakiyle tanışmak istedim.Kimim ben? Bu podcast neden “rotasız”?Anılar, maceralar, hayatın saçma ama anlamlı tarafları ve belki biraz şiir…Kısacası Rotasız Frekans’ın rotası, ilk kez bu bölümle çiziliyor.Dinle, tanışalım. Belki de bu ses tam senin frekansındadır.