Taç Çizgisi, bir aylık aranın ardından modern futbolun en büyük açmazını masaya yatırıyor: "Sürdürülebilirlik". Sir Alex Ferguson’un "LEADING" kitabından yola çıkarak, "başarıya giden kestirme bir yolun olmadığını" konuşuyoruz.
Ferguson, Manchester United'da 4 yıl kupasız kaldı ama bir "kültür" ve "Class of '92" gibi bir altyapı sistemi inşa etti. Peki, Türk futbolu neden bu sabrı gösteremiyor? Bu bölümde, Süper Lig'deki "Hoca Değirmeni"ni (geçen sezon 36 teknik direktör) , Adana Demirspor'un kestirme arayışının getirdiği finansal krizi ve Fenerbahçe'nin 7 yıllık "istikrar" görünümlü "sürdürülebilir başarısızlık" paradoksunu inceliyoruz.
İstikrar, körü körüne bir sadakat midir , yoksa Göztepe örneğinde olduğu gibi işleyen bir "sisteme" olan bağlılık mıdır? Futboldan kariyere , sağlıktan ilişkilere, "kestirmelerin" hayatımızdaki bedelini konuşuyoruz.
Bazen en parlak yetenekler bile yanlış yerde solup gider. Ne kadar emek verseniz de çiçek açmaz, çünkü toprağı uygun değildir. Ousmane Dembélé’nin hikâyesi tam da böyle bir yolculuğun hikâyesi… Genç yaşta dünya sahnesine çıkış, astronomik bir transferle Barcelona’ya gidiş, sakatlıklar, hayal kırıklıkları, “en kötü transfer” etiketleri… Ve ardından pes etmeyen bir ruhun, yeniden doğmayı seçen bir insanın hikâyesi.
Bu bölümde yalnızca Ballon d’Or gecesinden değil, doğru ortamı bulduğunda insanın nasıl yeniden filizlenebileceğinden söz ediyoruz. Dembélé’nin PSG’de yeniden parlayan kariyerinden, hayatı değiştiren bir annenin inancına, doğru zamanda gelen ikinci şansların gücüne kadar uzanan bu hikâye, aslında hepimize tanıdık. Çünkü hepimizin hayatında bir “açmayan çiçek” var.
“Başarısızlık” sandığımız şeylerin aslında yeni bir başlangıcın habercisi olabileceğini hatırlamak, en karanlık anlarda bile umutla kalabilmek için… Bu bölümde birlikte keşfediyoruz: Bazen mesele çiçek değil, toprağın kendisidir.
Futbol… Sadece bir oyun değil; tutkunun, bağlılığın ve bazen de en ağır duygulardan biri olan ihaneti hissettiren bir drama. Taraftar için bir transfer, çoğu zaman yalnızca forma değişimi değil, kalbin orta yerinde açılan derin bir yara olur.
Taç Çizgisi’nin 10. bölümünde şu sorunun peşine düşüyoruz: Her ihanet sevgiyle mi başlar?
Gökhan Gönül’ün Beşiktaş’a gidişinden Kerem Aktürkoğlu’nun Fenerbahçe tercihlerine, Uğurcan Çakır’ın Galatasaray’a imzasından Avrupa’da Lewandowski, Pirlo, Van Persie ve Luis Figo’nun unutulmaz hikâyelerine kadar birçok örnekte, bu sorunun cevabını arıyoruz.
Totti’nin dediği gibi: “Bugünlerde futbolcular göçebeler gibi. Kalplerinin değil, paranın peşinden gidiyorlar.”
Peki, bu gerçekten ihanet mi, yoksa profesyonelliğin kaçınılmaz sonucu mu?
Futbol sadece sahada değil, tribünde ve hatta evimizin salonunda da oynanıyor. Uğurlu formalar, maç gününe özel ritüeller, penaltı anında gözleri kapatmalar… Hepsi aslında birer totem.
Bu bölümde futbolun görünmez kahramanlarını konuşuyoruz: totemler ve ritüeller.
Onların psikolojik, sosyolojik ve kültürel boyutlarına dalıyor, dünyadan ilginç örnekler veriyoruz. İster “ben toteme inanmam” diyenlerden olun, ister uğurlu atkısını boynundan çıkarmayanlardan… bu bölümde kendinizden bir şeyler bulacaksınız.
#Futbol #Totem #FutbolKültürü
Bazen hayat altüst olur ve o an dünyanın sonu geldiğini düşünürsün ma yıllar sonra dönüp baktığında, “İyi ki” dersin. Bu bölümde, mezuniyet sonrası belirsizliklerimden futbolun ilham veren hikâyelerine uzanıyoruz.
Gaoussou Diarra'dan Jamie Vardy'e, Batuhan Karadeniz’den film karakterlerine kadar pek çok örnekle şu sorunun peşine düşüyoruz: “Hayatının altının, üstünden daha iyi olmadığını nereden biliyorsun?” Endişeyle birlikte yürümeyi, fırsatları görmeyi ve sahada kalmayı konuşmak için bekliyorum!
Keyifli dinlemeler!
Transfer döneminin ortasında, milyon eurolar konuşulurken biz bu bölümde başka bir şeyi konuşuyoruz: Kalbin sesini.
Bir futbolcu neden kulübünde kalmayı seçer? Bir insan bir takımı neden tutkuyla sever? Ya da gerçekten bir kalp yalnızca bir kere mi sever?
Bu bölümde, futbolun en duygusal yüzüne dokunuyoruz. Yalnızca forma değişimlerinin değil, aidiyetin, sadakatin ve kalbin sınandığı zamanların içinden geçiyoruz.
Totti’nin Roma’ya olan aşkı, Messi’nin Barcelona’dan koparken döktüğü gözyaşları, Volkan Demirel’in sarı-lacivert formaya 17 yıl boyunca sırtını dönmeyişi...
Hepsi bize aynı şeyi söylüyor: Sadakat, hâlâ futbolun en kıymetli duygusu olabilir.
Ama bu hikâyeler yalnızca sahayla sınırlı değil. “Bir Kalp Bir Kere Sever” cümlesinden yola çıkarak, ilk aşkı, tekrar sevmeyi, kalbin zamanla değişip değişemeyeceğini de sorguluyoruz. Albert Camus’den “Her” filmine, Before Sunrise’dan Lionel Messi ve Antonela’nın çocukluk aşkına kadar uzanan bu yolculukta futbolun dışında da birçok kalbe uğruyoruz.
Futbolun romantikleri, kalbin kararıyla transfer masasına oturanlar ve sadakatle büyüyen gerçek hikâyeler…
Bu bölüm, sadece hangi oyuncunun nereye gittiğini değil, hangi formanın içinde kalbin attığını anlamaya çalışanlar için.
Ayrılsak da Podcast Kalalım: https://open.spotify.com/show/66cgwPcc2XECJjSwlDj4R0?si=e3917140082848eb
Bu bölümde, futbolun sadece bir oyun olmadığını, hayatın ta kendisi olduğunu bir kez daha hatırlıyoruz. Diogo Jota’nın ani kaybı üzerinden zaman, sevgi ve hayatın kırılganlığı üzerine konuşuyoruz çünkü hepimiz bir şeyleri erteliyoruz: bir telefon konuşmasını, bir sarılmayı, bir “seni seviyorum”u. Ama ya o ertelediğimiz zaman hiç gelmezse?
Jota’nın hikâyesi, bize hem futbolun insani yönünü hem de yaşamın ne kadar beklenmedik olabileceğini anlatıyor.
Bugünü yaşamak, sevdiklerimize kıymet vermek ve hiçbir anı hafife almamak için bir çağrı bu bölüm.
İspanya'dan döndüm ama aklım hâlâ Madrid sokaklarında, Santiago Bernabéu tribünlerinde ve bir çocuğun elinde tuttuğu Arda Güler atkısında...
Bu bölümde sadece bir futbolcunun değil, bir neslin hikâyesine yolculuk yapıyoruz. Real Madrid formasını giyen Arda Güler’in Mayıs ayında kaleme aldığı “Ülkemin Çocuklarına Mektubum” başlıklı yazısından yola çıkarak; yoksulluktan umuda, taş kale direklerinden Santiago Bernabéu'ya uzanan bir serüveni konuşuyoruz.
Arda’nın çocuklara yazdığı bu mektup, sadece onun değil, hepimizin çocukluğuna bir selam. Ankara sokaklarından yükselen hayallerin nasıl dünyanın en büyük sahalarına taşınabileceğini anlatan bir bölüm sizi bekliyor.
🎧 Dinlerken sadece Arda’yı değil, kendi çocukluğunuzu da hatırlayacaksınız.
📌 https://www.theplayerstribune.com/arda-guler-la-liga-real-madrid-turkey-soccer-tr
“Bir Babanın Çocuğuna İlk Mirası” belki bir forma, belki bir stadyum anısı, belki de sadece yanında söylenmeden durmasıdır.
Bu bölümde, klişelerden uzak bir baba-oğul ilişkisini ve futbolla kesişen, ama aslında çok daha derinlerde seyreden bir sevgi hikâyesini paylaşıyorum.
Futbolu sevmeyen bir babanın, futbolu tutkuyla seven bir çocuğun yolculuğuna sessizce nasıl eşlik ettiğini…
İlk sarılmayı, ilk korkuyu, ilk hayal kırıklığını ama en çok da o görünmeyen desteği anlatıyorum.
Ve sonra, Luis Enrique’nin küçük kızı Xana’ya veda ederken verdiği o büyük sınava kulak veriyoruz. Çünkü bazı sevgiler, kayıpla daha da büyür; bazı babalar ise kelimelerle değil duruşlarıyla iz bırakır.
Babasıyla aynı tutkuyu paylaşmayan ama onun desteğiyle kendi yolunu bulan herkes için…
Merhaba sevgili dinleyiciler! Taç Çizgisi’nin üçüncü bölümünde, futbolun ve hayatın en acı ama en öğretici gerçeğini konuşuyoruz: “Olmayınca, olmuyormuş. Çok isteyince, hiç olmuyormuş.” Berkhan, bu bölümde Ali Koç’un Fenerbahçe’deki yedi yıllık hasretini, Harry Kane’in Tottenham’daki kupa özlemini ve Kylian Mbappe’nin talihsiz yıldızını masaya yatırıyor. Futboldaki bu hikayeler, hayatın bazen en çok istediğimiz şeyleri bize vermediğini, ama belki de bizi olmamız gereken yere götürdüğünü hatırlatıyor. Çayınızı, kahvenizi alın; biraz hüzünlü, ama bir o kadar umut dolu bir sohbete hazır olun. Taç çizgisinde buluşalım!
Futbol sadece 90 dakikalık bir oyun değil, aynı zamanda hayatın ta kendisi… Bu hafta Taç Çizgisi’nde, Thomas Müller’in Bayern Münih’ten, Kevin De Bruyne’nin Manchester City’den vedasını ve PSG’nin Şampiyonlar Ligi finaline yürüyüşünü konuşuyoruz. Ama bu bölüm, sadece transferler ve skorlarla sınırlı değil. Fuzuli’nin “Aşk imiş her ne var âlemde” dizesinden Herakleitos’un “Değişmeyen tek şey değişimdir” sözlerine uzanan bir yolculuk bu. Sadakat, değişim, tutkular… Futbolun sahasından hayatımıza yansıyan tüm o derin duygular üzerine bir sohbet.
Taç Çizgisi'nin ilk bölümüne hoş geldiniz! Bu bölümde hem kendimi tanıtıyor hem de sizi, futbola bambaşka bir açıdan bakmaya davet ediyorum. Futbol benim için sadece bir oyun değil, hayatın ta kendisi. Ve bu hayatın içinde en çok kalecilikte kendimi buldum. Mahalle maçlarında kaleye geçen “kilolu çocuk”tan, spiker olma hayalinin peşinden giden birine dönüşen hikâyemi paylaşıyorum.Kalecilik neden yalnızların mesleğidir? Bir kaleci maç boyunca neleri düşünür? Rinat Dasayev'den Dino Zoff'a, yalnız adamların sessiz çığlıklarına kulak veriyoruz. Aynı zamanda futbolun çizgilerle sınırlı olmadığını; bazen hayatı, bazen de kendimizi kale direkleri arasında bulduğumuzu konuşuyoruz.Kale direğinin yanında yalnız duran her çocuğa, kendi hikâyesini arayan herkese ithafla...