Youtuber Wizard Liz'in ( Büyücü Liz) aldatılma hikayesinden girdiğim, Eat Pray Love kitabından çıktığım, 'Sen Bihter Ziyagil'sin kendine gel' tadında bir bölüm.
Şaka bir yana kötü bir deneyimi mağaramızda değil aydınlık yeni limanlarda atlatabilir miyiz? Benim deneyimim bu şekilde. Bakalım siz neler düşüneceksiniz.
İnsan tek başına gezerken hayatında ve karakterinde kalıcı değişimler olur mu? Yoksa gezmek anlık keyif midir?
3 ayda Asya'da bir sırt çantasıyla gezmek son 5 yılımdan nasıl daha etkili olabilir? Bu bölümde tek bașima çıktığım yolculuk bende neleri değiştirdi bir bir anlattım.
Mart ayında bir meditasyon programı için Vietnam'a gittim. Ancak manastır hayatı beklediğimden çok daha zorlu geçti. Bu zorlanmanın tek sebebi açlık, sessizlik, uykusuzluk ve 10 saatin üstünde meditasyon yapma zorunluluğu değildi. Bir noktada Vipassana'nın savunduğu ilkeler kendi ilkelerimle çatışmaya başladı. Tapınaktan çıkmak istediğimde ise buna izin verilmedi.
Yine de siz siz olun risk almaktan korkmayın. Sonunda en azından anlatmaya değer deli bir hikaye çıkacaktır
Yoga kampında her gün ağlamama rağmen neden mutluyum? 2 dakika bile meditasyon yapamazken neden Vietnam'a sessizlik kampına gidiyorum? Acıdan kaçmak yerine üstüne gitmek kendine zarar vermek mi iyileştirmek mi?
Gelin birlikte sorgulayalım.
Tayland'a bir günlüğüne gelip iki hafta nasıl kalınır?
Bu yolculuk beklediğimden daha zorlu olsa da solo travel dedikleri tek başına gezmeyi olumladığım, başıma gelen talihsizlikleri ve son dakika kurtarılma hikayemi anlattığım bir bölüm oldu.
Biraz cesaret biraz delilik biraz da şans varsa her şey mümkün :)
Hepimiz acılar üzerinden bağ kuruyoruz ve bize "oh be bu çukurun içinde yalnız değilmişim" dedirten insanları kötü gün dostu belliyoruz. Peki birinin kötü gününde yanında olmak iyi gününde neşesini paylaşmaktan daha kolay olabilir mi?
Mutluluğu paylaşmanın ayıp görülmesinden ve insanların sevilmek için mutluluğu paylaşmak yerine saklamasından bahsettiğim kısa ama dopdolu bir bölüm oldu.
Kadınlar birbiriyle değil de kendileriyle ve olamadıkları versiyonlarıyla yarıșıyor olabilir mi? Erkeklerin birbirinin kurdu ya da yurdu olmak gibi bir misyonları yokken kadınlardan bu neden bekleniyor?
Gelin birlikte sorgulayalım.
Cüzdanım çalındığında, kartımdan binlerce dolar harcandığında, hastane lobisinde ve emniyette daha sakin olmam normal mi?
Bu bölümde her kararın kararsızlıktan iyi olduğundan ve yapamadığımı da kabullenmenin aslında bir başarı olduğundan bahsettim.
Bazı şeyler biterken yeni şeyler başlıyor. Bir bitişi yeni bir başlangıçla, ilk defa videolu bir bölümde anlattım.
Bir şeyleri zorlamak ve oldurmak her zaman iyi midir? Bence hayır. Bazen de sorun bizde değil, başkalarında, hatta bulunduğumuz yerde, çalıştığımız işte, çevremizdedir. Bu bölümde bırakmayı kabullenmeyi olumladım.
Sanılanın aksine travma sadece fiziksel ve psikolojik şiddete maruz kalmış insanların deneyimlediği bir şey değildir. Bazen tepkisizlik ve görülmeme de insanın öz değer ve sevgi anlayışını derinden etkiler. Yani travma ne yaşadığınız değil de ne yaşamadığınız da olabilir.
Nicole LePera'ya (hollistic psychologist) göre hepimizin ortak üç temel ihtiyacı var: görülme, duyulma ve sevilme.
Bunlardan herhangi biri çocuklukta eksik kaldıysa öz değer ve sevgiyi yanlış öğrenmiş olabilir miyiz? Ve değerli hissetmek için başarılı olması gerektiğine inanan insanlar öz şefkat ve sevgiyi kendine gösterebilir mi?
Gelin birlikte sorgulayalım!
Sizin de zihninizin bir kenarında yaşayan birisi varsa ya da takıntı haline getirdiğiniz birisi yalnız değilsiniz. Çünkü bu literatüre geçecek kadar yaygın bir durum: limerence.
Burda bahsettiğim ilk aşk ya atlatamadığınız yeni ayrıldığınız eski sevgiliniz değil. Bu kişiler kısa süreli vakit geçirdiğiniz eksik kalan tamamlanmamış flörtler. Bu kişilerin zihnimizde kalabilmesini sağlayan durum net bir reddedilişin ya da uyumsuzluğun olamaması.
"The one that got away" ya da "doğru kişi yanlış" zaman konseptini gelin biraz sorgulayalım.
Şimdi karşındakinin 'A' seçeneğini senin için seçtiğini hayal et. Vücudun ne hissediyor, nasıl tepki veriyor?
Bilmiyorum.
Bir kariyer koçunun iç sesim ve sezgilerim üzerinden kararlar almam gerektiğini söyleyeceğini beklemiyordum. Ancak fiziksel tepkim, daha doğrusu hissizliğim beni hiç şaşırtmadı. Zihninde yaşayan, kararları iç sesine göre değil de mantığına dayanarak veren kişiler için bedenden kopukluk yaşamak oldukça yaygın.
Ancak bu ses nereye gitti? Kalbinin sesi, sezgilerin, altıncı his dedikleri şey de ne? Herkes hissediyor da bir ben mi hissetmiyorum? Ve en önemlisi geri gelebilir mi?
Gelin birlikte en iyi bildiğimiz şeyi yapalım, kafamızda bir şeyleri çözümlemeye çalışalım, bolca düşünelim…