Evvel zaman içinde kalbur saman içinde, Amerikan rüyası kabusla biten bir adam varmış.
1856 yılında USS Supply gemisi İzmir’e gelmiş. Geminin hedefi deve satın alıp Amerika’ya götürmekmiş. Develerle birlikte İzmirli Hadji Ali de deve bakıcısı olarak atlamış gemiye.
1828 yılında İzmir’de doğmuş Ali. Annesi Rum, babası Suriyenin Arap Hristiyanlarındanmış. Söylendiğine göre genç yaşta ticaret için Arabistana gitmiş, orada Müslüman olmuş. Hadji Ali ismi oradan kalmış. Gerçek ismini ise kimsebilmemiş.
Deve birliği bir süre kullanılıp sonra lağvedilmiş. Hacı Ali, Amerika’nın uçsuz bucaksız çöllerinde bir anda işsiz kalmış. Zamanını Birleşik Devletler süvarileri için izcilik hizmeti yaparak geçirmiş.
Zamanla Amerikan vatandaşlığına geçmiş ve Philip Tedro ismini almış. Hacı Ali aynı yıl Meksika asıllı olan Gertrudis Serna’yla evlenmiş ve bu evlilikten Amelia ve Herminiaisimli iki kızı dünyaya gelmiş ama sonra terk etmiş ailesini.
1898 senesi ise Hacı Ali’nin hastalıklarla boğuşmaya başladığı dönemmiş. 16 Aralık 1902’de eski bir çöl yolunda hayata gözlerini yummuş. Öldüğünde üzerinde kırk sent değerinde üç gümüş sikke ve bir paket de tütün varmış. Hacı Ali’nin cansız bedeni çölün ortasında bulunduğunda, vücudunun bir kısmı önceki gecenin çöl rüzgârlarındansürüklenen kumlarla kaplıymış ve Hacı Ali’nin kolları uzun süre önce ölmüş olan bir devenin boynuna sarılı haldeymiş.Kaynaklar:
The Islamic Community In The United States: Historical Development – 2006-Trivia Library
Sönmez, A. (2020). Amerika’da Deve Birliğinin Kurulması Ve Bir Osmanlı Deve Sürücüsü Hacı Ali (Hi Jolly). Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi / The Journal ofInternational Social Research Cilt: 13 Sayı: 71 Haziran 2020 & Volume: 13 Issue: 71.
Evvel zaman içinde kalbur zaman içinde, Buca’daki bir tepede yaşayan, nemrut mu nemrut ama zeki mi zeki,kimsesiz bir adam yaşarmış. Ermenice, Yunanca, Latince, Arapça, Farsça, İtalyanca, İngilizce, Fransızca ve Sanskritçe bilen gerçek bir entelektüelmiş bu adam. Bu dilbilimcinin ve sanatçının adı, Bedros (Petros) Tıngır (Tenger)mış.
Dedesi Grigor Hoca Tıngır, babası Grigor Hoca Tıngır‘ın ortanca oğlu Karapet Tıngır (1754-1808)mış. Karapet tıngır, Mariam ile evlenmiş ve 3 Eylül 1799’da Bedros İstanbul‘da doğmuş. Bedros Tıngır, 12 yaşındayken Andrēas Şüküryan tarafından akrabalarının da bulunduğu Viyana‘da bilime adanmış Ermeni Katolik Mikhitarist (Ermeni Katolik) tarikatına ait manastıra götürülmüş. Yaşadıklarının etkisinden dolayı olsa gerek dinden tamamen uzaklamış.
1844’de İzmir‘deki zengin Levantenlerle Rumların yaşadığı Buca (Boudja)’ya yerleşen Bedros, kırk yıl burada yaşamış.
Bedros (Petros) Tıngır (Tenger), ergenlik dönemindeki bazı talihsiz koşullar nedeniyle insanlardan uzak durmuşve sarsılmaz bir inançla, iyilik yolundan ayrılıp kötülüğe yöneldiğini düşündüğü için kendisini affedebileceğine bir türlü inanmazmış. Bu duygular onun kalbinde öylesine yer etmişti ki, yaşamı boyunca her türlü kötülükten uzakdurmaya çalışmış. Kötü şeylere duyduğu nefret, onu insanlardan nefret etmeye yöneltmiş. Bedros insanlarla çok fazla konuşmaz ve kadınları hiç sevmezmiş; ancak, köylülerle iyi geçindiği söylenirmiş. Hayvanlara yapılan eziyetleri hoş karşılamadığı için balık dahil et yemez; yani, gerçek bir vejetaryan olarak sadece sebze, süt ve yumurta ile beslenir, deri ayakkabı yerine lastik ayakkabılar giyermiş. Kendi işlerini, kişisel temizliğini ve alışverişinikendisi yapar, hizmetçilere ihtiyaç duymazmış.
Dinlerin ve dillerin çeşitliliğinin, tek bir kökenden gelen insanlığı bölünmeye maruz bıraktığına ve bileşik bir din ile birlikte evrensel tek bir dilin ulusları birbirleriylebirleştireceğine ve hatta tüm bireysel çekişmelere, tüm kavgalara ve tartışmalara son vereceğine ve böylece evrensel barış ve uyum sağlanacağına inanıyormuş. İşteo nedenle, tasarladığı bu dile ‘dünya dili‘ anlamına gelen Sahleray adını vermiş.
Bedros (Petros) Tıngır (Tenger), dilbilim kitaplarıyla dolu evinin kapısının üzerine, Sahleray dilinin özel harfleriyle bir levha yerleştirmiş ve üzerine “Bilgelik Tapınağı” anlamına gelen Ayzeratand (Ayzeradant) ismini kazdırmış.
Yaşamının son günlerinde aşırı derecede zayıflayan Bedros, bilinçli bir ölümle dinlenmek amacıylaevinin ortasına kazdırdığı mezara uzanmış ve 1881 yılında ölmüş. Ertesi gün her zamanki ziyaretçileri geldiğinde onu bu mezarda ölü bulmuşlar. İzmir’de yayınlanan Aršaloys (Şafak) gazetesi ise bu Bucalıfilozofun ölüm haberini okuyucularına duyurmuş.
James Russell yazdığı makalesinde, Beatles’ın 1967 tarihli “Fool On The Hill” isimli şarkılarında “aptal” diye niteledikleri o tepedeki “dünyanın döndüğünü gören” yalnız insan ile Bedros‘u anlattıklarını düşünmüş.
Kaynaklar;
Russell, James R. “Armenian Secret and Invented Languages and Argots“, Proceedings of the Institute ofLinguistics of the Russian Academy of Sciences. 2012-11-26.
Russell, James R., “The Seh-Lerai Language“, National Association for Armenian Studies and Research, 2012-12-06.
Russell, James R., “The Script of the Dove: An Armenian Hetaerogram,“ Journal of Armenian Studies, Belmont, MA, Cilt IX, Sayı 1-2, 2010, s. 61-108.
Oshagan, Vahe (1984). Review of National Literatures. St. John's University Press.
Avcan, A.R. (31 Ağustos 2023) İzmir’in unutulan sanatçıları 7 – Bedros Tıngır. https://kentstratejileri.com/2023/08/31/izmirin-unutulan-sanatcilari-7-bedros-tingir/ (E.T. 12.10.2023)
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, İzmir’e envai çeşit diyardan, envai renkte, envai dilde insan gelir, her biri bir sokakta, bir evde, bir odada eğlenebildiği kadar eğlenirmiş. Frengi kişide uzun yıllar devam eden zührevi bir hastalıkmış.
İddialara göre bu illet hastalık Kırım savaşından sonra görülmeye başlamış Osmanlı topraklarında. Rusyaya fırıncılık yapmaya gidenler getirdi derlermiş. 1856 yılında hastalığı kontrol edebilmek, fuhuşu denetleyebilmek adına açıvermişler genelevleri Konstantiniyyeye.
Fahişelerin hastalığı taşıyıp taşımadığının denetimini yapmak için 1878 yılında Doktor Michael ve Cemiyet-i Tıbbiye-i Mülkiye üyesi Muallim Agop Handanyan görevlendirilmiş ve raporlar hazırlanmış.
Şura-yı Devlet’in onaylaması ile 6 Şubat 1879 tarihinde Emraz-ı Sâriye Nizamnamesi kanun halini almış ve tümülkede uygulanmaya başlanmış. Nizamnameye göre salgın hastalıklar için tedbir almak ve genelevlerde bulunan kadınların sağlık kontrollerini denetim altında tutmak için memur, hekim ve belediye çavuşu vazifelendirilmiş.
E koca İzmir. Akdeniz’in büyük liman kenti, durur mu geri. Frengi hastalığı Kordon’dan çevre bölgelere hızlı bir şekilde yayılmış tabi. İzmir, çok çeşitli milletten misafirleri olan,eğlencesi de meşhur bir kentmiş. Yazarın dediği gibi, Ferhaneleri de kerhaneleri de meşhurmuş. 26 Ekim 1889 tarihinde İzmir Valisi Halil Rıfat Paşa Dâhiliye Nezareti’ne rapor göndermiş. Frengiye karşı bir Sıhhiye Komisyonuoluşturulmuş ve 10 maddelik bir rapor hazırlanmış. Polis raporlarına göre Sakızlılar (Xiotika) mahallesinde, yani bugün Tepecik-Yenişehir tarafında 71 genelev ve 280 fahişe bulunuyormuş.
Tüm bu çabaların sonunda frengi kısa zaman içinde kontrol altına alınabilmiş. Raporda bu illet hastalıkla mücadele için hastane kurulması önerisi geç de olsa gerçekleştirilmiş ve bugün hepimizin İzmir Eşrefpaşa Hastahanesi olarak bildiği hastane “Eşrefpaşa Hastahanesi Emraz-ı Cildiye ve Bevliye Binası” adıyla 2 yıllık inşa süresinin ardından, 1908 yılında hizmete açılmış.
Gökten üç elma düşmüş, biri benim başıma, biri sizin başınıza, diğeri tüm vesikalıların başına.
Kaynak:
Abdullah Martal, “İllet-i Efrenciye (İzmir’de Frengiyle Mücadele)”, Tepekule Tarih (2000), Sayı:1, s.89.
Fatma Bulut, “Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Tehlikeli Bir Miras: Frengi” Tarih Okulu, (2009), Sayı: 3, s.113-114.
Birinci sezonun ekstra son bölümü ve ilk röportajımız ile karşınızdayız.
Women of Rebetiko projesinin yaratıcısı Lidya Durmazgüler ile çokdilli yaşamını, o yaşamın getirdiği ezgileri ve meydan okumalarını konuştuk...
Women of Rebetiko nasıl doğdu, Rebetiko ve kadınların hafızası bugüne nasıl taşınıyor Lidya Durmazgüler'den öğrendik.
Çok yaşasın, çok söylesin.
Lidya Durmazgüler'i takip etmek için hesapları:
Instagram:
Women of Rebetiko instagram.com/womenofrebetiko?igsh=N2s1NHV4N3oxcjZj&utm_source=
Lydiassoundspace instagram.com/lydiassoundspace/?igsh=MW95NzYzZXpkbWw4Yw%3D%3D&utm_source=qr#
Youtube: www.youtube.com/@lydiassoundspace
Evvel zaman içinde kalbur saman içinde kölelik almış başını gitmiş. Osmanlı toprakları köle ticaretinin en yoğun yaşandığı yerlerden biriymiş.
1849 yılının Haziran ayında, Orta Afrika'da Çad Gölü'nün batısında bulunan Bornuh bölgesinden toplanan zenci köleler, Bingazi'ye doğru yola çıkarılmış. Kafile Büyük sahra çölünü geçememiş ve 1600 kişi susuzluktan ölmüş. Bu olay Avrupa basınına yansımış, sorumlu gördükleri Osmanlıya sert eleştiriler gelmiş. Bu olay, köle ticaretine karşı başlatılacak bir mücadelenin başlangıcı olmuş.
Osmanlı hükümeti, 1850 ve 1857 yıllarında, Afrika'dan yapılan köle ticaretini önlemeleri ve yasağa uymayanları cezalandırmaları yolunda ilgili paşalara fermanlar göndermiş.
2 Temmuz 1890'da, Afrikalı köle ticaretini yasaklayan Brüksel Kongresi kararları imzalanmış. 3 Haziran 1891 'de II. Abdülhamit de metni onaylamış. Bunun için, Bingazi, Trablusgarb, Cidde, Hudeyde, İstanbul ve İzmir'de azatlı köleleri barındırabilecek misafirhaneler kurulması, özellikle İzmir'de diğerlerinden daha büyük ve merkez konumunda bir misafirhane yapılmasına karar verilmiş.
Aydın Valisi, Dahiliye Nezareti'ne gönderdiği 13 Ocak 1891tarihli yazısında, İzmir'de, Karantina semtindeki Mekteb-i Sanayi binası bitişiğindeki Mekteb-i Sultanî binasının öğrencisizlik nedeniyle boş olduğu anlatılmış. Bu binanın sanayi mektebine verilmesi halinde Mekteb-i Sultanî'nin zenci misafirhanesi olarak 200 kişiyi barındırabileceği ve misafirhane yapılması için başka bir masrafa gerek kalmayacağı aktarılmış.
Kısacası Misafirhanenin, Mekteb-i Sanayi, yani bugün Mithatpaşa Endüstri Meslek Lisesi olarak bildiğimiz okulun, bir süreliğine Mekteb-i Sultani adıyla anılan ana binası olmasına karar verilmiş.
Kaynak:
Martal, A. (2000). Afrikan’dan İzmir’e: İzmir’de Bir Köle Misafirhanesi. Kebikeç Dergisi. Sayı:10. 171-186.
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, 1870’li yılların başında İzmir sahilinde çok güzel kafeler vardı. Bunların arasında özellikle üç tanesi çok meşhurdu çünkü bu üç Cafe, denizin üzerindeydi. Cafe Kaptan Paolo, Belle Vue ve Cafe Kivoto. Alman ve Yunan konsolosluklarının arasında yer alan Cafe Kivoto, özellikle Rumların uğrak mekanıydı…
10 Şubat 1873 günü, beş arkadaş Cafe Kivoto’da İtalyantiyatro kumpanyasının oyununun olacağı bir ilan gördü. Oldukça ucuzdu ve gitmeye karar verdiler.
İşte o akşam, sahnede oyunun ikinci perdesi oynanırken,içerisi hınca hınc doluyken, insanlar keyif yaparken önce bir cam kırıldı. Biletsiz içeriye girmeye çalışanların hınzırlığı dendi, herkes sakinleşti. Çok geçmeden gelen seslerle, Cafe Kivoto sulara gömülmeye başladı… Gazeteler ölü sayısını farklı farklı söyledi. Tüm Dünya’da ses getirdi.
Hikaye o akşam tiyatro kumpanyasını izlemeye giden o beş arkadaştan birinin anlatısıdır… Sulara gömülen bir keyif alanının, insanlara nasıl mezar olduğunun anlatısıdır.
Kaynak:
Serçe, E. ve Erdoğan, A. (2022). İzmir’de Bira, Birahaneler ve Bira Bahçeleri. İstanbul: Gerekli Kitaplar Yayıncılık.
Evvel zaman içinde kalbur saman içinde, İzmir’in renk renk, çeşit çeşit insanlarının olduğu günlerde, Alsancak Bornova sokağında bir bira imalathanesi açılmış…
Hulda Clara Pohl, 24 yaşında genç bir kadın olarak, eşiyle birlikte Almanya’da bildikleri işi İzmir’de yapmış, birahane açmışlar. İzmir’e geldikten 6 yıl sonra muhasebeci Gottfried Prokopp ile evlenmiş. Evlendikten hemen sonra bira imalathanesi de açmışlar. 1846 yılında Punta bira bahçesi ve bira imalathanesi Prokopp ismiyle ünlenmeye başlamış. Gottfried de ölünce, Dul Prokopp biraları olarak nam salmış.
Hulda Clara Prokopp, 1898 yılında vefat edince, işletmeyi kızı Fanny Bertha Prokopp ve damadı Charles Crespi üstlenmiş. Prokopp tarafından üretilen biralar light biralar olduğundan çok tüketilirmiş.
Birayı klasik yöntemlerle üreten Madam Prokopp bira imalathanesi zamanla ilkel kalmış. Fabrika müdürünün de 1915’te askere alınmasıyla imalathaneye adeta darbe vurulmuş ve İzmir’in batılılaşma serüveninde bir çentik olarak anılan Prokopp bira imalathanesi kapısına kilidi vurmuş.
Kaynak:
Serçe, E. ve Erdoğan, A. (2022). İzmir’de Bira, Birahaneler ve Bira Bahçeleri. İstanbul: Gerekli Kitaplar Yayıncılık.
Evvel zaman içinde kalbur saman içinde, Hristiyanlar, Yahudilerin çocukları kaçırıp kanlarını içtiklerine, ellerini sürdükleri her şeyin lanetlendiğine inanırlarmış.
Kayıtlara göre İzmir’de, Rumların Yahudileri hedef aldığı tam dokuz kan iftirası olayı meydana gelmiş. İzmirli Rumların kentte yaşayan Yahudilerle ilgili duyguları oldukça kötücülmüş.
1859, 1872, 1901 yıllarında kan iftiraları yaşanmış…
İzmir’in çok kimlikli, kültürlü yapısı üzerine düşünürken bunun nasıl etkilere maruz kaldığını, nasıl zor inşa edildiğini unutmayın.
Kaynakça:
Bora, S. ( 2 eylül 2015). İzmir’de 1859 Kan İftirası Olayı ve Rav Hayim Palaçi’nin mektubu. https://www.salom.com.tr/arsiv/haber/96302/izmirde-1859-kan-iftirasi-olayi-ve-rav-hayim-palacinin-mektubu-1 (E.T. 24.03.2025).
Çay, M. M. ve Akman, Ö. (2020). Osmanlı belgeleri ışığında antisemitist bir söylem olarak kan isnadı üzerine bir değerlendirme, Turkish Studies - History, 15(1), 43-72. https://dx.doi.org/10.29228/TurkishStudies.39654
Benbassa, E. (1986). 1901'de İzmir'de cereyan etmiş bir kan iftirası vak'ası, Tarih ve Toplum,Haziran, 30, 6.
Evvel zaman içinde kalbur saman içinde zengin bir ailenin çocuğu Affan Sabit varmış. Arap fırını sokağında, büyükçe bir evde yaşarlarmış.
İyi bir eğitim görmüş görmesine ama annesi kendisine doğum yaparken öldüğünden şımarık mı şımarık büyütülmüş. Bahçedeki kedilerle alıp veremediği varmış. Vururmuş kedileri. Zamanla kediler peşini bırakmaz olmuş... Kaçmış kaçabildiğine ama kurtulamamış.
Konak ellerinden gidip, şımarıklığı elinden alınınca dine yönelmiş. Derviş olmak istemiş. Geçmişte yaptıkları hataların bedelini aklıyla ödemiş...
Kaynak: Uşaklıgil, H. Z. (2019). İzmir Hikâyeleri. İnkılap Yayınları
Evvel zaman içinde kalbur saman içinde Eczacıbaşı Süleyman Ferit Bey parfümlerin başkenti Grasse’ye yaptığı bir yolculukta aldığı esansları şifa eczanesinde birbirine karıştırarak bir kolonya yapar. Parlak turuncu olan bukolonyanın, bir kentin markası olacağı hiç aklının ucundan geçmez.
İzmir'in ilk Türk Eczacıbaşısı Süleyman Ferit Bey ve Altın Damla Kolonyası'nın hikayesi...
Kaynak:
Yentürk, N. (2005). Bir Cumhuriyet Modası : İzmir'in Altın Damlası. Cronicle Dergisi / sayı 2
Sözer, P. (2025). Şifaya adanmış bir ömür. Dokuz eylül gazetesi. (e.t.04.03.2025) https://www.dokuzeylul.com/sifaya-adanmis-bir-omur#google_vignette
Evvel zaman içinde kalbur saman içinde İngiliz hemşire Martha Nicol, kısa süreliğine görev yapmak için İzmir'e gelmiş...
Yıl 1855... Olabildiğince gezmiş Martha. Cenazelere katılmış, düğünlere gitmiş, çarşı pazar dolaşmış. İnsanların tutumlarından, giyimlerine, her şeyi not etmiş. Kentin güzelliğini de pisliğini de görmüş. Ülkesine döner dönmez yazmış yaşadıklarını.
Bir İngiliz hemşire'nin gözlemleriyle bakıyoruz şimdi İzmir'e.
Kaynak:
Nicol, M. (2018). Bir İngiliz Hemşirenin İzmir Hatıraları. (O. Kocabıyık, Çev.). Etki Yayıncılık. (Orijinal adı: Ismeer or Smyrna and Brisith Hospital in 1855. By a Lady.)
Evvel zaman içinde kalbur saman içinde, 1860’lı yıllarda, #İzmir kıyılarına, ak sakallı bir adamın cesedi vurur ve ortalık karışır…
#Mevlevi Halil Dede bu kişinin önemli bir mevlevi dedesi olduğunu söyleyince, mevtanın gömüldüğü yer kısa zamanda önem kazanır.
Yıllar sonra mezarlıkların taşınması gündeme gelince, Mevlevi dedeler ayaklanır ama dönemin Valisi kıvrak bir zeka ile bu işin üstesinden gelir…
Mezar taşınır, ismi kalır yadigar…
Kaynaklar:
Ürük, Y. (2018). İzmir Efsaneleri. Yakın Kitabevi Yayınları.
Ürük, Y. (2008). "İzmir'i İzmir Yapan Adlar", İzmir Büyükşehir Belediyesi Kent Kitaplığı, No: 55, İzmir, 2008.
Ürük, Y. (29.04.1998). "Kaybolan Bahribaba" Yeni Asır.
Evvel zaman içinde kalbur saman içinde #Fransız şarkiyatçı Antoine Galland, çok iyi tanıdığı #Anadolu topraklarına gelir gelir. Bu sefer geliş amacı ne araştırmadır, ne elçilik görevidir. İki zengin, #sikke koleksiyoncusu rahip kendilerine sikkeler ve elyazması tarihi kitaplar satın alması için Galland’ı görevlendirir.
Bu sefer geldiği yer, henüz kabuğunu kırmamış, o eski halinden eser kalmamış #İzmir’dir. Her gün yaşadıklarını, gördüklerini günlüğüne not eder…
Kaleyi, tiyatroyu gezer, insanların tarihi eserleri nasıl sattıklarını, sokakların durumunu, salgınları, #Homerosu, insanların nasıl yaşadığını, neler yiyip içtiğini ve kendisinin neleri alıp götürdüğünü anlatır...Kaynak: Bauden, F. (2003). İzmir Gezisi, Antoine Galland’ın Bir Elyazması (1678). (Erol, Ü., Çev.). İzmir Büyükşehir Belediyesi Kent Kitaplığı. İzmir Yayıncılık.
Evvel zaman içinde kalbur saman içinde, İzmir’in az ilerisinde bir sayfiye, #Karataş varmış.
1900'lü yılların hemen başında, Karataş büyürken bir #fotoğraf stüdyosu açılmış. Kırk merdivenin hemen başına. Foto Gagin.Aleksandro Gagin, 1883 yılında doğmuş. Fotoğrafçılığa olan ilgisinin sebebini kimse bilmemiş. Ona kimse bu mesleği öğretmemiş ama o kalpten sevmiş bu işi. 1902yılında açmış stüdyosunu. Ester ile evlenmiş, 4 çocuğu olmuş.
Zamanın ruhu, stüdyosunu oğullarından Rafael'e bırakmış, bir diğer oğlunun yanına Buenos Aires'e taşınmış. Üç yıl yönetmiş stüdyoyu ama sonra o da dayanamamış. Aynı binada oturan komşuları dişçi Gerşon Musafir’e satmış stüdyoyu ve onlar da düşmüş #Arjantin yollarına.Gerşon Musafir bir süre idare etmeye çalışmış stüdyoyu ama zamanla karlılığını kaybedince, 1968 yılında kapamış stüdyoyu.Yıllar sonra Fotoğraf sanatçısı Selim Bonfil, yapacağı bir sözlü çalışma için fotoğrafları incelerken foto gagin damgasına rastlamış. Nedir bu foto gagin?Araştırmaya koyulmuş. Bu işin peşine düşmeseymiş öyle bir köşede kalacakmış her şey, siyah beyaz. Arjantin'de yaşayan aile bireylerine bile ulaşmış. Ellerindeki fotoğraflara…
Onların gözünden İzmir'i, Karataş'ı hepimize göstermişler.
Kaynaklar:
Ventura, A. (2011) Belleğin Tozlu Sayfalarında Karataş, Heyamola yayınları.
Bora, S. (2015) Karataş hastanesi ve çevresinde Yahudi izleri. İzmir Büyükşehir Belediyesi Yayınları
Bonfil, S. (2022) "Foto Gagin gözünden İzmir Yahudileri ve Karataş" sergi katalogu.
Dikran-Harutyun Dedeyan, 1832’de #İzmir’de, Mari Margosyan Azadents ile Hovhannes Dedeyan’ın oğulları olarak dünyaya gelmiş.
#Dedeyan Matbaası 1853 yılında henüz 21 yaşında olan Dikran-Harutyun Dedeyan tarafından kurulmuş.
Dikran-Harutyun, bu kadar genç yaşta matbaasını kurmayı #Mesropyan okul müdürü Papazyan’ın cesaretlendirmeleri ve babası ile iki kardeşi, Aram-Garabed ve Istepan’ın finansal desteği sayesinde başarabilmiş.
Hem #Ermeni toplumunu bilgilendirmek hem okuma-yazmayı sevdirmek gibi temel hedefleri varmış. Yayınların satışlarına, gelen okuyucu mektuplarına bakılırsa, hedeflerinde başarılı olmuşlar.
Dedeyan Matbaası, kimisi kısa kimisi uzun ömürlü, farklı temalarda olmak üzere birkaç ayda bir yayınlanan süreli yayınlar basmış. Reformist bakış açısıyla, kadınıntoplumdaki yerini de din adamlarının baskılarını da sorgulamışlar. Çocukların ilgisini çekecek ders kitapları da basmışlar.
Fakat en çok çeviriler dikkat çekmiş. Sefiller, Monte Kristo Kontu ve daha bir çok ünlü eserin çevirileri yapılmış…
1868’de Dikran-Harutyun’un genç yaşta ölümünden sonra kardeşleri, özellikle de Istepan, Dedeyan Matbaası’nın günlük idaresini devralmış. Ancak 1870’lerin sonunda,matbaanın hızı yavaşlamış, 1892’de basımıtamamen durdurmuş ve kısa bir süre sonra kapanmış.
Eğer yolunuz Gazi Bulvarına, #Basmane Meydanına düşerse, belki kulağınıza dedeyan matbaasının durdurak bilmeyen makinelerinin sesleri, burnunuza kağıt ve mürekkep kokusu gelir. Ömrü diğerlerinden daha kısa, genç bir adamı hatırlarsınız belki. Kim bilir.
Gökten üç elma düşmüş, Birisi benim başıma, birisi Dikran Harutyun Dedeyanın başına, diğeri Dedeyan Matbaasının bütün çevirmenlerinin başına.
Kaynak:
Manoukian, J. (12.08.2021).Dedeyan Matbaası,İzmir, 1853-1892. (Arlet İ. Çev.). Houshamadyan. https://www.houshamadyan.org/tur/haritalar/vilayet-of-aydinizmir/edebiat/baski.html(E.T.: 10.02.2025).
19. yüzyılın sonu, #İzmir cıvıl cıvıl.
#Basmane sokaklarında bir garip adam dolaşır, ismi Ayni Tata...
Deli mi dahi mi, yoksa dedikleri gibi meczup mu bilinmez.
İsmi gerçekten Ayni Tata mıdır, öyleyse ne demektir, nereden gelmiştir, kimse bilmez.
Kimsenin bilmediği ama herkesin tanıdığıdır Ayni Tata. Çocuklar rahat bırakmaz pek. Çorakkapı, Musalla, Tilkilik, İkiçeşmelik, Temaşalık, Kadifekale, ağır adımlarla gezer durur, üstünde hiç boş yer kalmayacak şekilde düğmeler dizilmiş hırkasıyla...
Sonra bir gün kötü bir şey olur, uçup gider Ayni Tata.
Bir daha gören olmaz.
Uşaklıgil, H.Z. (2019) İzmir Hikayeleri. İnkılap Yayınları.
Yazar Rita Ender, 2017 yılında İzmir'e gerçekleştirdiği bir ziyaret sırasında Beth İsrail Sinagogu'nun müzeye çevrilen üst kadında keman çalan bir kadın resmi görür.
Altında ismi: Madam Martha Amati...
Kimdir bu kadın?
Düğünlerin vazgeçilmezi bu kadının ismini herkes bilir ama hikayesini kimse bilmez...
Almanya'dan İstanbul'a, oradan İzmir'e varan, İzmir'in renkli dünyasında kendine bir mahalle kuran, sessizce keman çalıp, sessizce yaşayıp, sessizce uçup giden bir kadın Martha Amati...
Ender, Rita (2019). Madam Amati. Aras Yayıncılık
Yıl 1883-1884... Memur Halid Tilkilik'te Menzil Han içinde bir kıraathane keşfeder. Orada Yavuz İbrahim ve Civelek Ziver ile tanışır. Yavuz İbrahim Ödemiş'te çetelere karışmış biri iken kahvehane işleten birine dönmüş, kimsesiz "çaçuna" Ziver'i evlatlık edinmiştir.
Bu hikaye Halid Ziya Uşaklıgil'in "İzmir Hikayeleri" kitabından alınmıştır. (Uşaklıgil, H. Z. (2016). İzmir Hikayeleri. İnkılap Yayınları.)
Bilgi: Afro-Türkler, Osmanlı İmparatorluğu'na Afrika'dan köle olarak getirilen ya da kendi istekleriyle Anadolu'ya gelerek yerleşenlerin torunlarıdır. Köle olarak getirilenlerin bir kısmı sonradan ülkelerine dönmüş, kalanları Ege ve Akdeniz bölgelerine yerleşerek tarım alanında çalışmış, köyler kurmuşlardır. Kimi kaynaklarda 19. yüzyılda İzmir'in Sabırtaşı, Dolapkuyu, Tamaşalık, İkiçeşmelik ve Ballıkuyu gibi semtlerinde yoksul siyahi mahallelerin olduğundan söz edilmektedir. Dana Bayramı Afro-Türkler'den kalan en değerli miraslardan biridir.
Ziver neden kimsesizdir, Yavuz İbrahim kimlerdendir, sonra başlarına ne gelmiştir bilinmez fakat hikayeleri vardır, sesleri hala Tilkilik civarında yankılanır...
Bellek İzmir'in podcast serisi başlıyor...
"Anlamak hatırlamaktan daha değerlidir ama anlamak için önce hatırlamak gerekir" sözünden hareketle İzmir'i, kültürel çoğulcu yapısını insan hikayelerinden anlatıp, toplumsal hafızalardaki boşluğun sebeplerini yeniden düşünmeye çalışıyoruz. Bu sebeple ilk bölümde Bellek İzmir'in nasıl başladığını, belleğin ne olduğunu, podcast serisinin amacını dile getirdik...