Doğru insanı bulmak… Hepimizin bir noktada kendine sorduğu, belki de cevabını bulamadığı o sorulardan biri. Bu bölümde, “doğru insan” kavramını biraz kalpten, biraz da akıldan ele alıyoruz. Gerçekten biri “doğru” olduğu için mi doğru gelir bize, yoksa o dönem bizimle aynı yöne baktığı için mi?
Bazen tanıştığımız biri bizi değiştirir, bazen de biz değiştiğimiz için artık o kişi doğru gelmez.
Belki de doğru insan, hayatımıza kalmak için değil, bize bir şey öğretmek için gelen kişidir.
Bu bölümde, aşkı, bağı, zamanlamayı ve kendimizle olan ilişkimizi konuşuyoruz. Çünkü bazen doğru kişiyi bulmanın yolu, önce kendimize dönmekten geçiyor.
Her fotoğrafın, her küçük kesik kâğıdın, her yapıştırılmış detayın bir hikâyesi vardır. Bu bölümde, sadece bir hobi değil; geçmişle aramızda kurduğumuz sessiz köprüleri konuşuyoruz. Scrapbook hazırlarken aslında neyi saklıyoruz? Unutmak istemediğimiz şeyleri mi, yoksa kendimizin bir parçasını mı?
Kimi sayfalar renkli, kimi biraz hüzünlü ama hepsi bize ait…
Bu bölüm, anıların kâğıda sinmiş haline, dokunarak hatırlamanın güzelliğine dair.
Bu bölümde “bencillik” kavramına biraz daha yakından bakıyoruz.
Gerçekten bencil miyiz, yoksa sadece kendimizi korumayı mı öğreniyoruz?
Bir başkasına “bencil” derken, aslında onun kendi sınırlarını çizmesine mi kızıyoruz?
Yoksa biz kendi ihtiyaçlarımızı erteledikçe, sessiz bir bencilliğe mi dönüşüyoruz?
Bu bölümde, “ben” demenin suç olmadığını, ama “sadece ben” demenin nereye kadar gidebileceğini konuşuyoruz.
Kendi payımıza düşen sorumlulukları, suçluluk duygusunu ve başkalarının beklentileriyle kurduğumuz o ince dengeyi birlikte sorguluyoruz.
Belki sonunda fark edeceğiz…
Bencillik sandığımız şey, bazen sadece kendine biraz daha iyi davranmaktır.
Bu bölümde, “hayır” demenin neden bu kadar zor olduğunu konuşuyoruz.
Kırmaktan korktuğumuz insanlar, kaybetmekten çekindiğimiz ilişkiler ve içimizdeki onaylanma isteği… Bazen kendimizi “evet” derken buluyoruz, aslında “hayır” demek isterken.
Peki, gerçekten neyi reddedemiyoruz? İnsanları mı, yoksa onların gözündeki halimizi mi?
Bu bölümde, sınır koymanın bir bencillik değil, bir özsaygı göstergesi olduğunu hatırlıyoruz.
Belki de asıl cesaret, “hayır” diyebildiğimiz anda başlıyor.
Bazen fark ediyorum… Kendime en acımasız olduğum anlar, aslında en çok desteğe ihtiyaç duyduğum zamanlar oluyor. Başkalarına anlayışla yaklaşırken, kendime gelince hep “daha iyisini yapmalıydın” diyorum. Ama bu bölümde biraz durmak istedim.
Kendime nazik davranmayı, hata yaptığımda bile “yine de denedin” diyebilmeyi hatırlamak için.
Belki sen de uzun zamandır kendine karşı fazla sert davranıyorsundur.
Bu bölümde, öz şefkatin ne olduğunu, neden bu kadar zorlandığımızı ve kendimize nasıl daha şefkatli davranabileceğimizi konuşacağız.
Çünkü bazen iyi gelmenin en güzel yolu, kendini affetmekten geçiyor.
Kaybettiğimiz insanlar, hayaller ya da hayatın içinde veda etmek zorunda kaldığımız şeyler… Her biri bizde derin izler bırakıyor. Yas, çoğu zaman konuşulmayan, bastırılan ya da hızlıca geçmesi beklenen bir süreç gibi görülüyor. Oysa ki yas, bir bitişten çok içimizdeki duygulara alan açmanın, vedayı kabullenmenin ve yavaş yavaş yeniden hayata tutunmanın yolu.
Bu bölümde, yasın evrelerinden, duygularımızla nasıl başa çıkabileceğimizden ve kaybın aslında bize neleri öğrettiğinden söz ediyoruz. Eğer sen de kayıpların ağırlığını taşıyorsan, yalnız olmadığını hatırlaman için bu bölüm sana eşlik edecek.
Gün boyu hiç susmadan bizimle konuşan bir ses var: iç sesimiz.
Bazen dost, bazen acımasız bir yargıç gibi davranan bu ses, fark etmesek de hayatımızın görünmez haritasını çiziyor.
Bu bölümde kendi kendimize söylediğimiz cümlelerin ne kadar güçlü olduğunu, duygularımızı ve kararlarımızı nasıl şekillendirdiğini konuşuyoruz. Virginia Woolf’un satır aralarına sinen iç sesinden, psikolojideki “öz-şefkatli iç konuşma” kavramına kadar uzanan bir yolculuk…
Kendi sesimizi düşman değil, dost kılabilir miyiz?
Bir dahaki sefere kendimize yüklenmeden önce, “Bunu en yakın arkadaşıma söyler miydim?” diye sorabilir miyiz?
Belki de en büyük dönüşüm, en çok duyduğumuz sesle başlıyor: kendi sesimizle.
Bu bölümde, hayatın en küçük anlarının bile nasıl büyük değişimlerin kapısını araladığını konuşuyoruz.
Bir bakış, bir cümle, bazen de yalnızca bir kahkaha…
Bunlar, fark etmeden hayatımızın yönünü değiştirebiliyor.
Küçük gibi görünen seçimlerin, sıradan bir günün ya da ufak bir rastlantının bile hayatımıza nasıl izler bıraktığını; bir anda bambaşka bir yola girmemize nasıl sebep olabildiğini birlikte keşfedeceğiz.
Belki de bu bölümden sonra sen de kendi hayatındaki o küçük ama dönüm noktası olan anları hatırlayacak ve onlara yeni bir gözle bakacaksın.
---
Instagram: soylebirseypodcast
Bazen yeni yaşımıza girerken içimizden geçenler sadece bir kutlama değil, küçük bir iç hesaplaşmadır.
Bu bölümde sana yeni yaşımın eşiğinde hissettiklerimi anlatıyorum:
Geride bıraktığım hayal kırıklıkları, öğrendiklerim, unuttuklarım, bir daha asla yapmam dediklerim…
Ve belki de en önemlisi; umutlarım, yeni kararlarım, yeniden başlamalarım.
Bu bir doğum günü kutlamasından çok, kendime yazdığım bir mektup gibi.
Dinlerken belki sen de kendi yeni yaşına bir “merhaba” dersin, belki bir şeyleri bırakır, belki yeni hayaller eklersin kendine.
Gel, birlikte hem geçmişe hem geleceğe bakalım; birlikte kutlayalım bu yeni sayfayı.
---
Instagram: soylebirseypodcast
Yazın koşturmacası geride kalıyor… Şimdi, yavaşlamanın ve kendine dönmenin mevsimi geliyor. Peki sen sonbahara hazır mısın?
Bu bölümde, sadece havanın değil; ruhumuzun da nasıl mevsim değiştirdiğini konuşuyoruz.
Yaprakların sararışında gizli mesajları, evimizi ve kalbimizi yeni bir döneme hazırlamanın küçük yollarını, sonbaharın bize fısıldadığı o sakinliği birlikte keşfedeceğiz.
Kendi sonbaharını nasıl karşılayacağını merak ediyorsan, bu bölüm tam sana göre.
---
Instagram: soylebirseypodcast
Sustuğumuz anlarda neler gizli?
Bir bakışın, yarım kalmış bir cümlenin ya da hiç açılmamış bir konunun ardında ne kadar çok şey var aslında…
Kimi zaman bir kırgınlık, kimi zaman bir anlayış. Bazen söylemeye cesaret edemediklerimiz, bazen de söylenmesine gerek duymadıklarımız.
Bu bölümde, sessizliklerimizin bize anlattıklarını, konuşmadan da kurduğumuz bağları ve saklı kalan duyguların hayatımıza etkilerini konuşuyoruz.
Hayatın en zor sınavlarından biri sabretmek…Ama bize sabır, çoğu zaman sadece beklemek gibi anlatıldı. Oysa sabretmek; susmak değil, içe atmak değil, kendini hiçe saymak hiç değil. Bize sabretmeyi kimse öğretmedi… Çünkü sabrın, öfkeyi dönüştürmekten, beklerken güçlenmekten, kayıpların içinden yeniden var olabilmekten geçtiğini kimse söylemedi.
Bu bölümde, sabrın yanlış öğretilmiş yüzüyle yüzleşiyoruz. Çocukluğumuzdan bugüne taşıdığımız “sabırlı ol” nasihatlerinin arkasındaki eksiklikleri, hayal kırıklıklarını ve aslında sabrın gerçek anlamını konuşuyoruz. Belki de sabır, sandığımız gibi bir zorunluluk değil; özgürleşmenin, direncin ve kendine yeniden bağlanmanın en derin yolu.
Dinlerken, kendi sabırsızlıklarınıza başka bir gözle bakmaya hazır olun. Çünkü bazen sabretmemek de en büyük cesarettir.
"Şimdiki Aklım O Zaman Olsaydı" bölümünde, geçmişe yalnızca pişmanlıkla değil, derin bir farkındalıkla bakıyoruz. Kaçan fırsatlar, cesaret edilemeyen adımlar, alternatif yollar ve hayatımıza dokunan insanlar… Hepsi, bugün olduğumuz kişiyi inşa eden parçalar. Bu bölümde, o günkü halimizle bugünkü aklımızı yan yana koyuyor; ilişkilerden alınan dersleri, ‘hayır’ demeyi öğrenmenin önemini, fırsatları ertelememenin değerini ve geçmişle barışmanın bugünü nasıl dönüştürdüğünü konuşuyoruz. Kendimize daha çok güvenmeyi, seçimlerimizi kabullenmeyi ve şimdiyi dolu dolu yaşamayı hatırlatan bir yolculuğa çıkıyoruz.
Son zamanlarda herkesin elinde bir yoga matı, sosyal medyada huzurlu pozlar, derin nefesler, meditasyon mantraları… Sanki dünya tek bir ritimde akıyor. Ama sen bu ritme ayak uyduramadığında, içten içe “Acaba bende mi bir gariplik var?” diye düşündün mü hiç? Bu bölümde, popüler akımların dışında kalmanın yarattığı o tuhaf duyguyu, uyum sağlama baskısını ve kendi ritmini bulmanın özgürlüğünü konuşuyoruz. Belki de mesele yoga değil; belki de mesele, herkesin gittiği yoldan gitmek zorunda olmadığını hatırlamak.
Bir başkasının hayatına bakarken “Bu aslında benim hayalimdi” dediğin oldu mu? Bu bölümde, kendi hayallerimizi başkalarının yaşamında görmekten doğan o tuhaf, tanıdık duyguyu konuşuyoruz. Kıskanmak mı, ilham almak mı, yoksa unuttuğumuz bir hayali yeniden hatırlamak mı? Belki de bazen, başkalarının yolculuğu, kendi yolumuzu yeniden çizmemize yardımcı olur.
20’li yaşlar… Hem kendimize en yakın, hem de en uzak olduğumuz zamanlar. Bu bölümde; aile baskısından yalnızlık hissine, kariyer belirsizliğinden ilişkilerdeki çelişkilere kadar bu döneme dair tüm karmaşayı birlikte konuşuyoruz. “Gerçekten ben mi seçiyorum hayatımı, yoksa başkalarının seçtiklerini mi yaşıyorum?” sorusunun izini sürüyoruz. Eğer sen de zaman zaman kendine yabancılaştığını hissediyorsan, bu bölüm belki de kendi sesini yeniden duyabilmen için bir durak olur.
"Zamanla her şey geçer" cümlesini duymayan, söylemeyen ya da kendine fısıldamayan var mı? Peki gerçekten her şey geçer mi? Yoksa sadece şekil mi değiştirir, ya da biz mi alışırız? Bu bölümde, zamanın acıya, hatıraya ve insana neler yaptığı üzerine düşünüyoruz. "Geçti" demenin ne anlama geldiğini, beynimizin zamanı nasıl algıladığını, bazı duyguların neden yıllar sonra bile aynı tazelikle uyanabildiğini konuşuyoruz. Fikret’in yıllar sonra gelen gözyaşlarında olduğu gibi, bazı şeylerin aslında hiç geçmediğini ama bizim onlarla birlikte değiştiğimizi fark ediyoruz. Zaman, her şeyi silmiyor belki ama her şeyi yeniden anlamlandırmamıza alan açıyor. Belki de mesele geçip geçmemesi değil; onunla nasıl yaşamayı öğrendiğimiz. Bu bölüm, kalbin hafızasına, kabuk tutmuş duygulara ve hiç beklemediğimiz bir anda yeniden canlanan anılara dair. Dinlediğin için şimdiden teşekkür ederim.
Bu bölümde yüksek lisansın etrafında dönen sorulara, beklentilere ve gerçeklere biraz yakından bakıyoruz. Başlığı ilk duyduğunuzda kulağa ironik gelebilir ama aslında bu bölüm, yüksek lisansı eleştirmekten çok, onun değerini farklı bir yerden hatırlatmayı amaçlıyor. Yüksek lisans yalnızca akademik bir adım mı, yoksa bazen kendine yaklaşmanın, durup düşünmenin, bir konuda derinleşmenin yolu mu? Bu bölümde, hızla akan bir hayatın içinde bilinçli bir yavaşlamayı, merakla yola çıkmayı, zorlanarak güçlenmeyi ve öğrenmenin bir arada olma hâlini konuşuyoruz. Belki de bu bölüm, yüksek lisans yapmayı düşünen ama karar veremeyen biri için değil; kendini, ilgisini, yolunu yeniden tanımlamak isteyen herkes için küçük bir iç ses olur.
Instagram için: @soylebirseypodcast
Diplomayı aldık, hayaller kurduk… ama o beklenen iş bir türlü gelmedi.
Neden mezun olduğumuz alanlarda iş bulamıyoruz?
Sorun bizde mi, sistemde mi?
Bu bölümde hayal kırıklıklarını, belirsizlikle baş etmeyi ve kendi yolunu çizenlerin hikâyelerini konuşuyoruz.
Belki de iş değil, kendimize bir yer arıyoruzdur.
Yalnız değilsin.
Instagram için: @soylebirseypodcast
Hayat bazen fazlalıklarımızla ağırlaşıyor. Yük olduğunu fark etmeden sırtımızda taşıdığımız kırgınlıklar, ertelenmiş duygular, başkalarının beklentileri… Bu bölümde, gerçekten bizim olmayan ağırlıklardan nasıl özgürleşebileceğimizi konuşuyoruz. Bazen bir eşyayı bırakmak kadar basit, bazen bir anıyı kabullenmek kadar zor. Ama her seferinde: hafiflik mümkün.
Kendinle kalmak, kendin olmak isteyen herkese…