Biyoteknoloji ve yapay zekâ, ömrümüzü yüzlerce yıla çıkarabilecek bir noktaya hızla yaklaşıyor.Ama Schopenhauer’un dediği gibi, “Hayat, sahip olamamanın verdiği acı ve ızdırap ile ona sahip olduktan sonra yaşanan can sıkıntısı arasında gidip gelen bir sarkaçsa”; bu salınım sonsuza uzarsa ne olur? Ölümsüzlük, özgürlük mü getirir, yoksa çerçevesi çizilmemiş bir hayatta bizi tercihler bile yapmamaya itecek, kaygısız ve sonsuz bir yalnızlığın ağırlığını mı?
Bu bölümde, bilimin vaadiyle Tolstoy'dan Kierkegaard'a, Sartre'dan Mevlana ve Yunus'a felsefenin karanlık uyarılarını masaya yatırıyor, yolumuzu bulmaya çalışıyoruz.
Bir algoritma, Bach gibi beste yapabilir mi? Ya da bir fotoğraf, jürileri kandıracak kadar “gerçek” görünebilir mi? Bu bölümde, sanatın kalbinde sessizce ilerleyen yapay zekâ istilasını konuşuyoruz. Mükemmelliğin soğukluğu, kusurun kodlandığı eserler, ve gerçek ile taklidin birbirine karıştığı yeni çağ… Peki geleceğin sanat salonlarında, insan yaratıcılığına hâlâ yer kalacak mı, yoksa biz sadece sanatın son seyircileri olarak mı hatırlanacağız?
Gelecek, teknolojinin insanlara sağladığı refahın, yüksek yaşam standartlarının, en kıymetli hazinemiz olan zamanı bize hediye ederek mutluluğu sağlaması süreci ile, egomuzu ele geçiren ve bizi bir haz denizinden mutsuzluk nehrine sürükleyebilecek aynı teknolojinin savaşı ve birlikteliği olarak devam edecek. Bakalım bu savaşı hangi taraf kazanacak ?
Yapay zekâ: Kurtarıcı mı, tehdit mi?Bu bölümde, yapay zekânın sağlık ve eğitimde fırsat eşitliği yaratma, trafik kazalarını sıfırlama gibi toplumsal faydalarını ele alırken; diğer yandan kitlesel işsizlik ve finans sistemlerini altüst eden, demokrasiyi zorlayan karanlık yönlerini de masaya yatırıyoruz.
Teknoloji sadece dünyayı değil, insan zihnini de dönüştürüyor.
Peki bu büyük değişim bir fırsat mı, yoksa yaklaşan bir kriz mi?
Yapay zeka oyun dünyasını nasıl fethetti?
Deep Blue’nun satrançta Kasparov’u mat ettiği o ikonik andan, AlphaGo’nun Go tahtasında kuralları yeniden yazmasına…
Bu bölümde, yapay zekanın oyunlar aracılığıyla nasıl evrildiğini, strateji, sezgi ve belirsizlikle baş etme becerisini nasıl kazandığını ve bu başarıların iş dünyasına ve günlük hayata katkılarını keşfediyoruz.
CRISPR teknolojisiyle genetik kodlarımız yeniden yazılabilecek. Hastalıkları yok etmek mi, “süper insanlar” yaratmak mı?
Genetik kodlarımızı “hack”leyerek hastalıkları tarihe gömmek mi? Yoksa “tasarım bebekler” çağını başlatıp insan evrimini elimize almak mı? Bilim kurgu olmaktan çıkan gerçekler, geleceğin karanlık ve parlak olasılıklarıyla iç içe geçiyor.
Carl Sagan’dan distopik rüyalara, genetikten felsefeye uzanan bu yolculukta, “insan olmanın” anlamını yeniden düşünmeliyiz belki.
Eşiğinde olduğumuz büyük dönüşümün buhar makinelerinin, elektriğin ya da makineler ile yerinden ve işinden edilen milyonların doğmasına sebep olan sanayi devriminin yaptığı yıkıcı devrimden çok daha büyük değişimler doğurması beklenebilir. Nikolai Tesla’nın dediği gibi “Ömrümüz, aklımızın almayacağı, insan mahsulü dehşetleri” mi görecek, yoksa bu değişimlere uyum sağlayıp, sanayi devriminin ya da elektriğin insanlığa sağladığı konfor ve refahtan ve yarattığı büyük sıçramadan çok daha büyüğü yakın zamanda bizi bekliyor mu olacak?