Dijital çağda yapay zekânın (YZ) yükselişiyle birlikte, ahlak ve etik değerlerin makinelere nasıl entegre edileceği ve bu durumun insan toplumları üzerindeki potansiyel etkileri üzerine derinlemesine düşünme zamanı geldi. Ama, insanoğlu olarak o karanlık yüzümüze dönüp şunu sormalıyız: Kabul görür etik ve ahlaki değerlerimizi sistemlere kodlarsak bile, bunlara biz insanlar uyacak mıyız, uymak ister miyiz?
Her gün, binlerce bildirim, kısa videolar, hızlandırılmış içerikler… Zamanı kazanmak için icat ettiğimiz teknolojiler, aslında anı elimizden çalıyor olabilir mi?
Araştırmalar, modern insanın günde 2.617 kez telefonuna dokunduğunu ve ortalama 7 dakikada bir dikkatinin bölündüğünü söylüyor. Virginia Üniversitesi’nde yapılan deneydeyse, insanlar yalnızca 15 dakika boyunca düşünmeye tahammül edemeyip, kendilerine elektrik şoku vermeyi tercih etti. Hız çağında, kendi zihnimiz bile bize yabancı gelmeye başlamış olabilir mi?
Bu bölümde, Hartmut Rosa’nın toplumsal hızlanma teorisinden Milan Kundera’nın Yavaşlık romanına, Tarkovsky’nin ağır akan zaman estetiğinden Zen felsefesine uzanıyoruz. Ve şu soruyu soruyoruz:
Hız hayatı mı zenginleştirir, yoksa derinliğini mi alır?
Hafıza kusurlarımız bizi insan yapar. Anılarımız solar, eksilir, kimi zaman yeniden yazılır.
Ama belki de tam bu kusurlar, hayatımıza anlam katar.
Gelecekte anılarımızı kristal netliğinde saklayan yapay zekâlar, bizi daha ‘biz’ mi yapacak… yoksa insanı insana dönüştüren unutma lüksümüzü elimizden mi alacak?
Bergson’un hafızayı yaratıcı bir süreç olarak görmesinden, Nietzsche’nin unutmayı yaşamın temel şartı saymasına; Proust’un Madeleine kekiyle açılan hafıza pencerelerinden yola çıkarak bu bölümde sorguluyoruz:
Kusursuz hafıza, bizi özgürleştiren bir ölümsüzlük mü getirir, yoksa kimliğimizi zincire vuracak ağır bir yük mü?”
Bir makine, 90 dakikada insanlardan 170 bin kat daha zeki olursa ne olur? Mutfağa gidip kahve demlemek mi daha zor yoksa bir fizik problemini çözmek mi?
Bir yapay zekanın bizimle eşdeğer bir zekaya ulaştığını nasıl anlarız? Yapay zeka , biz insanları manipüle edebilir mi? Bizleri kandırabilir mi?
Bu bölümde genel zekânın ne olduğunu ve neden insanlığın en büyük umudu ile en büyük tehdidi olabileceğini konuşuyoruz.
Ekranlarımız hiç bu kadar parlak olmamıştı, ama ruhlarımız hiç bu kadar karanlık hissetmemişti. Modern insan, sosyal medyada binlerce “arkadaş”a sahip, ama geceleri telefonu sessize aldığında kendisiyle baş başa kalmaktan korkuyor.Çok bağlantımız var ama gerçekten kaç kişiyle bağ kuruyoruz?
Bu bölümde, bağlantıların arttığı ama bağların zayıfladığı dijital çağın yalnızlığını konuşuyoruz. Sosyal medyanın filtreli hayatlarının sahte yakınlıklarını, algoritmaların görünmez labirentini ve modern yalnızlığın giderek büyüyen gölgesini, Sartre'dan Camus'a, Dostoyevski'den Mevlana'ya bize rehberlik eden büyük düşünürlerin izinde anlamaya çalışıyoruz.
Biyoteknoloji ve yapay zekâ, ömrümüzü yüzlerce yıla çıkarabilecek bir noktaya hızla yaklaşıyor.Ama Schopenhauer’un dediği gibi, “Hayat, sahip olamamanın verdiği acı ve ızdırap ile ona sahip olduktan sonra yaşanan can sıkıntısı arasında gidip gelen bir sarkaçsa”; bu salınım sonsuza uzarsa ne olur? Ölümsüzlük, özgürlük mü getirir, yoksa çerçevesi çizilmemiş bir hayatta bizi tercihler bile yapmamaya itecek, kaygısız ve sonsuz bir yalnızlığın ağırlığını mı?
Bu bölümde, bilimin vaadiyle Tolstoy'dan Kierkegaard'a, Sartre'dan Mevlana ve Yunus'a felsefenin karanlık uyarılarını masaya yatırıyor, yolumuzu bulmaya çalışıyoruz.
Bir algoritma, Bach gibi beste yapabilir mi? Ya da bir fotoğraf, jürileri kandıracak kadar “gerçek” görünebilir mi? Bu bölümde, sanatın kalbinde sessizce ilerleyen yapay zekâ istilasını konuşuyoruz. Mükemmelliğin soğukluğu, kusurun kodlandığı eserler, ve gerçek ile taklidin birbirine karıştığı yeni çağ… Peki geleceğin sanat salonlarında, insan yaratıcılığına hâlâ yer kalacak mı, yoksa biz sadece sanatın son seyircileri olarak mı hatırlanacağız?
Gelecek, teknolojinin insanlara sağladığı refahın, yüksek yaşam standartlarının, en kıymetli hazinemiz olan zamanı bize hediye ederek mutluluğu sağlaması süreci ile, egomuzu ele geçiren ve bizi bir haz denizinden mutsuzluk nehrine sürükleyebilecek aynı teknolojinin savaşı ve birlikteliği olarak devam edecek. Bakalım bu savaşı hangi taraf kazanacak ?
Yapay zekâ: Kurtarıcı mı, tehdit mi?Bu bölümde, yapay zekânın sağlık ve eğitimde fırsat eşitliği yaratma, trafik kazalarını sıfırlama gibi toplumsal faydalarını ele alırken; diğer yandan kitlesel işsizlik ve finans sistemlerini altüst eden, demokrasiyi zorlayan karanlık yönlerini de masaya yatırıyoruz.
Teknoloji sadece dünyayı değil, insan zihnini de dönüştürüyor.
Peki bu büyük değişim bir fırsat mı, yoksa yaklaşan bir kriz mi?
Yapay zeka oyun dünyasını nasıl fethetti?
Deep Blue’nun satrançta Kasparov’u mat ettiği o ikonik andan, AlphaGo’nun Go tahtasında kuralları yeniden yazmasına…
Bu bölümde, yapay zekanın oyunlar aracılığıyla nasıl evrildiğini, strateji, sezgi ve belirsizlikle baş etme becerisini nasıl kazandığını ve bu başarıların iş dünyasına ve günlük hayata katkılarını keşfediyoruz.
CRISPR teknolojisiyle genetik kodlarımız yeniden yazılabilecek. Hastalıkları yok etmek mi, “süper insanlar” yaratmak mı?
Genetik kodlarımızı “hack”leyerek hastalıkları tarihe gömmek mi? Yoksa “tasarım bebekler” çağını başlatıp insan evrimini elimize almak mı? Bilim kurgu olmaktan çıkan gerçekler, geleceğin karanlık ve parlak olasılıklarıyla iç içe geçiyor.
Carl Sagan’dan distopik rüyalara, genetikten felsefeye uzanan bu yolculukta, “insan olmanın” anlamını yeniden düşünmeliyiz belki.
Eşiğinde olduğumuz büyük dönüşümün buhar makinelerinin, elektriğin ya da makineler ile yerinden ve işinden edilen milyonların doğmasına sebep olan sanayi devriminin yaptığı yıkıcı devrimden çok daha büyük değişimler doğurması beklenebilir. Nikolai Tesla’nın dediği gibi “Ömrümüz, aklımızın almayacağı, insan mahsulü dehşetleri” mi görecek, yoksa bu değişimlere uyum sağlayıp, sanayi devriminin ya da elektriğin insanlığa sağladığı konfor ve refahtan ve yarattığı büyük sıçramadan çok daha büyüğü yakın zamanda bizi bekliyor mu olacak?