Hayatın fırtınaları karşısında sığınabileceğimiz en güvenli yer, kendi içimizde kurduğumuz evdir. Bu bölümde, psikoloji ve felsefenin ışığında “içsel ev” kavramını derinlemesine keşfediyoruz.
Carl Jung’dan Viktor Frankl’a, Marcus Aurelius’tan Seneca’ya kadar büyük düşünürlerin izinde; sevgi, sabır, dürüstlük ve şefkatin nasıl bir içsel yapı kurduğunu konuşuyoruz.
Dinlerken kendine şu soruyu sor: “Benim içimdeki ev nasıl bir yer?”
Bazen kalbimizin en derin ihtiyacı ne sevgidir ne de başarı… Sadece güven.
Birine yaslanabilmek, kendimizi bırakabilmek, “Ben buradayım” diyebilmek…
Bu bölümde Sora Aika’nın dingin anlatımıyla güven duygusunun köklerine iniyoruz.
Çocukluktan bugüne taşıdığımız güven yaralarını, kalbimizdeki çemberin nasıl kırıldığınıı ve yeniden nasıl onarılabileceğini keşfediyoruz.
Psikolojiden bilgilere, hayattan örneklere ve bilgelikten ilhamlara dokunarak…
Kendine güvenmenin, başkasına güvenmeyi nasıl mümkün kıldığını birlikte konuşuyoruz.
🌿 Güven kırıldığında yeniden inşa edilebilir mi?
🌿 Kalbin güven çemberi nasıl korunur?
🌿 Güvensizlik duygusu hayatımızı nasıl etkiler?
Hepsini bu bölümde bulacaksın.
🎧 Dinlemeye hazır mısın?
Bir gün… her şey yolundayken, tüm bağlar sessizce koparılır.
Mesajlar cevapsız kalır, aramalar geri dönmez, göz göze gelme ihtimali bile ortadan kalkar.
Ve sen… cevap bulamadığın sorularla, havada asılı kalan hislerle baş başa kalırsın.
Ghosting yalnızca bir kaybolma hikâyesi değildir.
Bu, görünmez yaraların, sessiz reddedilişlerin ve “anlam verememenin” yarattığı derin bir iç boşluktur.
Bu bölümde, Sora Aika’nın sakin ama derinden işleyen anlatımıyla, ghosting’in psikolojik izlerini, insan ruhunda bıraktığı yankıları ve bu sessiz vedayla nasıl iyileşebileceğimizi konuşuyoruz.
🌿 Kendinle barışmayı,
🪞 İçsel eleştirini yumuşatmayı,
🍃 Ve vedaları sessizlikte kabullenebilmeyi…
Bazen sessizlik bir son değil, yeni bir başlangıcın habercisidir.
🎧 Hazırsan, sessizliğin içinden birlikte geçelim…
İçimizdeki ses bazen bir yargıç gibi konuşur: yeterince iyi olmadığımızı, eksik olduğumuzu, hata yaptığımızı fısıldar. Peki ya bu sesi bastırmak yerine dinlemeyi, onunla dost olmayı seçsek? Bu bölümde, içsel eleştiriyi neden geliştirdiğimizi, onun hangi psikolojik ihtiyaçlardan doğduğunu konuşacağız. Kendinle barışmanın yollarını ararken, hem bilimsel araştırmalardan hem de terapötik yaklaşımlardan destek alacağız. Dr. Kristin Neff’in öz-şefkat çalışmaları, Carl Rogers’ın koşulsuz kabul anlayışı ve Mindfulness (Bilinçli Farkındalık) gibi yaklaşımlar bize yol gösterecek. Sesin içinde bir sessizlik barındıran bu bölümde, belki sen de kendi içindeki eleştirmeni ilk kez gerçekten duymayı seçersin.
Sessizliğin içinde yankılanan o tanıdık ses var ya… Kimi zaman bizi durduran, kimi zaman içimizi kemiren: İçsel eleştirmenimiz. Bu bölümde o sesi susturmak yerine, ona kulak veriyoruz. Yargılamadan, savaşmadan… Dostça yaklaşmanın, kendi iç sesimizle barış yapmanın yollarını konuşuyoruz. Psikoloji, farkındalık ve içsel şefkat arasında köprüler kuruyoruz. Kendine daha yumuşak bakmak, geçmişle barışmak ve içsel huzuru yeniden tanımlamak isteyen herkes için…
Sessizliğin içinden doğan bir bilgelik var; kelimelere ihtiyaç duymayan bir fark ediş… Bu bölümde sezgilerimizi nasıl tanırız, iç sesimizi bastıran kalabalıklardan nasıl uzaklaşırız, kalbimizin bilgeliğine nasıl güveniriz, birlikte keşfediyoruz.
Ruhsal dönüşüm, dışarıdan görünmeyen ama içten içe yankılanan bir çağrıdır.
Bu bölümde geçmişteki benliğimizle vedalaşmayı, dönüşüm sancılarını ve “yeni ben” ile buluşmayı konuşuyoruz.
Dönüşüm bazen bir krizle, bazen bir fısıltıyla gelir…
Bugün o sesi birlikte dinliyoruz.
#ruhsaldönüşüm #bireyleşme #bilgelikköşesi #kendineyolculuk #podcast
Bu bölümde seni, tutunduğun şeylerle olan bağlarını fark etmeye ve yavaşça bırakmanın gücünü hatırlamaya davet ediyorum.
Bırakmak, vazgeçmek değil…
Bırakmak, artık zorlamamaktır.
Bir düşünceyi, bir kişiyi ya da kendine sürekli anlattığın eski bir hikâyeyi…
Ses ve Sessizlik Arasında yürüyen bu bölümde, belki de senin de artık serbest bırakmaya hazır olduğun bir şey var…
Tam zamanında karşına çıkan bir cümle, bir insan ya da bir işaret seni durup düşündürdü mü? Bu bölümde Carl Jung’ un eşzamanlılık kavramı üzerinden, hayatın görünmeyen diliyle nasıl iletişim kurduğunu keşfedeceğiz. Bilinçdışının evrenle nasıl senkronize olduğunu, kolektif bilinçdışının sembollerle nasıl konuştuğunu, ve sana özel gelen işaretleri nasıl okuyabileceğini konuşuyoruz.
Geçmişten gelen düşünce kalıplarını fark ettik. Peki sonra ne olur? Bu bölüm, “bilinçsizce tekrarladıklarımız” serisinin ikinci adımı. Artık fark ettiğimiz iç seslerle yüzleşiyor, onları yargılamadan izliyor ve dönüşüm için kapılar arıyoruz. Yeni bir düşünce mümkün mü? Alıştığımızı bırakmak, bizi kim yapar? Sora Aika ile bu sessiz ama güçlü yolculukta, kalıpların içinden geçmenin yollarını birlikte keşfediyoruz.
Bu bölümde kendimize ait sandığımız ama aslında başkasından ödünç aldığımız düşüncelerin izini sürüyoruz. Ailemizden, toplumdan, geçmişin sessiz mirasından taşıdığımız kalıpları fark ediyoruz. Her gün içimizde yankılanan o ses gerçekten bize mi ait? Belki de bugüne kadar seni yönlendiren cümleler, senin cümlelerin değildi. Bu bölüm geçmişin seslerini fark etme ve içindeki gerçek sesi bulma yolculuğunun ilk adımı.
Geceleri içimizde bir kapı aralanır… Bazen bir rüya, bazen sezgi ile içimize doğan bir his fısıldar. Peki biz bu fısıltıları duyuyor muyuz? Bu bölümde Carl Gustav Yung’ın rüya öğretisinden yola çıkarak, sezgilerin bilimsel yönünü, kalbin bilinmeyen bilgeliğini ve sessiz anıların ruhumuzda bıraktığı izleri keşfediyoruz. Eğer sen de kendi iç sesini duymaya, rüyalarının dilini çözmeye ve sezgine daha çok güvenmeye hazırsan, bu bölüm sana ait olabilir.
Bazen aradığımız cevap, sorun içinde değil rüzgârın sessizliğinde gizlidir. Bu bölümde kalbimize dokunan bir hikaye eşliğinde rüzgârın fısıltılarını dinliyoruz. Ne zaman durursun… O zaman başlar asıl yolculuk. Cevap yok, sadece bir hâl var. Sora Aika’nın sesiyle rüzgârla gelen cevapları birlikte duyuyoruz.
Güçlü görünmek için ne çok çabaladık… Ama asıl güç, kırılabilme cesaretindeydi. Bu bölüm, kalbimizin en kırılgan yerlerine bir yolculuk. Kırılganlıklarımızla yüzleşmeye ve o çatlaklardan sızan ışığı fark etmeye davet.
Hep daha fazlası olmaya çalışırken, en derindeki ihtiyacımızı unuturuz: olduğumuz gibi sevilmek. Bu bölüm, varoluşun yorgunluğununa bir şefkat molası… Sora Aika’nın sesiyle, sadece “olduğun halinle” yeterli olduğunu hatırlatmak için.
Bazen durmak en büyük cesarettir. Bu bölüm, koşmaya alışmış ruhlara bir davet…Yavaşla. Dinle. Fark et. Çünkü gerçek dönüşüm, sessizliğin ve yavaşlığın içinden geçerek gelir. Sora Aika’nın sesiyle kalbini dinlemeye ne dersin?
Hiçbir şey söylemeden “görülmek” ister misin? Bu bölüm, kalabalıklar içinde görünmeyen duygulara, fark edilmeyen sessizliklere ve içimizde yankılanan o tek soruya dokunuyor. Beni gören var mı? Sora Aika‘nın sesiyle içten bir eşlik… Çünkü görülmek, önce kendi kalbimizin ışığında başlar.
Koşmayı bıraktığın, yetişmek zorunda olmadığın, sadece var olduğun bir yer düşün... Bu bölüm, dış dünyanın karmaşasından uzaklaşıp ruhunla yeniden bağ kurduğun içsel bir mola alanı. Sora Aika’nın sesiyle, sessizlikle sarmalanan bir nefeslik durakta buluşuyoruz. Çünkü bazen hiçbir şey yapmamak, kendine verdığin en derin şefkattir.
Hayır diyemediğin her an, kendinden biraz daha uzaklaştın mı? Bu bölüm, sınır çizmenin suçluluk değil, bir şefkat eylemi olduğunu hatırlatıyor. Sora Aika’nın sesiyle iç sesini dinlemeyi, kendine sadık kalmayı ve hayır diyebilmeyi birlikte öğreniyoruz.
Her şeyi anlatmak zorunda değiliz. Bazen sessiz kalmak, en derin cevaptır. Sözün yetmediği yerde, kalbin kendi diliyle konuşur. Bu bölümde, suskunluklarımızı, içsel bilgeliklerimizi ve kalbimizin sesini dinliyoruz. Yargılamadan, zorlamadan, sadece durarak... “Ses ve sessizlik arasında” Serisinin bu bölümünde, Sora Aika seni kelimelerin ötesine, sessizliğin kalbine davet ediyor.