Atacan Canay bir müzisyen. Maestro diye de anılmakta.
Atacan ve Arif müzik ruhun gıdası mıdır, müziği sadece müzisyenlere mi bırakacağız, her müzikte bir kıymet var mıdır, müzik ve özgürlük arasındaki ilişki ne ola ki sorularına yanıt verdiler.
Müzik ile musiki salınımından yani Atacan ve Arif’in kimi zaman neredeyse aynı kimi zaman bambaşka dünyalarından yanıtlar Trialog’da.
Yakında Musebirds Media'da yayına girecek olan "Atacan Canay | The Maestro" programına kocaman sevgilerimizle.. Musebirds'e hoşgeldin Atacan 🙃
Bir musalla taşı, bir çay, bir aynalı dolap…
Bu bölümde Arif aile anılarıyla İstanbul’un hatıralarını birleştiriyor. Firuzağa Camii bahçesindeki kahvehaneyi merkeze alarak, Hasköy’den Cihangir’e, Karagümrük’ten Ayvansaray’a uzanan bir yolculukta hem gündelik hayatın neşesini, hem ölüme dair hisleri bir arada dile getiriyor. İstanbul’un çok sesli, nüktedan, zarif geçmişine Arjantin işi bir aynadan bakıp, tüm güzelliklerin bugün de var olabileceği mümkünlüğe göz kırpıyor.
Arif’e bir küçük mola...
Bu hafta Büyükada’da ikamet eden sevgili arkadaşım Büşra’nın daveti üzerine 1952 İtalyan yapımı Paşabahçe Vapuru’na binip adaya gittim. Ada’nın sakin koylarında arkadaşlarla geçirdiğimiz vakitlerde, kendimi Fransız sinemasının “Nouvelle Vague” filmlerindeki o sahici, sade anların içinde hissettim. O tatlı hatıraları ve sahneleri de, dilim döndüğünce sizlerle paylaşmak istedim. Mekânların insan halleri üzerindeki etkilerini, insanların da mekân seçiminde mizaçlarının oynadığı rolü düşündüğüm günlerden sizlere bir hatıra.
Bu bölümde konuğum, pek sevgili arkadaşım Viktor Schilton. Viktor, bir mimar ve tasarımcı. Onun tasarımla kurduğu ilişkiyi, iş hayatının yanı sıra yaşamının her safhasında görebiliyoruz. Bir yapıyı inşa ederken de, bir komşuluk ilişkisini konuşurken de; sosyolojiyi ya da mimarlığı düşünürken de tasarlayan biri Viktor. Mamafih, tasarlıyor olmanın getirebileceği salt analitik bakışın uzağında; tüm yolculuğunda dostluğu ve gönüldaşlığıyla var olmayı öncelemiş bir insan. İyi ki varsın, Viktor!
İstanbul’un tarihi semtlerinden Zeyrek’in yokuşlarını arşınlıyor, Komnenos Hanedanı’na mensup Bizans İmparatoru II. Yannis ile Macar Kralı’nın kerimesi Piroska’nın evlilikleri sonrası Hz. İsa’ya ithafen İstanbul’a inşa ettikleri Pantokrator Manastırı’nda konaklıyoruz. II. Mehmed sonrası manastırın medreseye dönüşmesine şahitlik ediyor, Molla Zeyrek Efendi’nin semtte bıraktığı izleri soluyoruz. Mahalle sakinlerine, tarihî evlere, kuşlara, kedilere, çiçeklere merhaba deyip mitos ile logos arasında bir zaman yolculuğuna çıkıyoruz.
Sevgili Batuhan, çok yönlü bir girişimci.
Birbirinden farklı sektörlerde kurduğu start-up’larla ilham veren bir yolculuğu var. İstanbul’u seven ama kent hayatının ve iş dünyasının yalnızca tatlılıklarla örülü olmadığını da bilen biri. Bu zorluklarla başa çıkarken içe dönmenin, kendini tanımanın önemini de Apollon tapınakları girişinde bulunan meşhur söze atıfla vurguluyor Batuhan: “Nosce te ipsum.” - Kendini Bil.
Bu bölümde, “Arif’in İstanbul Güncesi, Arif için ne ifade ediyor?” sorusu etrafında sohbet ettik. Sevgili Kaan Emek, bana sorular yöneltti; ben de içtenlikle yanıtlamaya çalıştım. Cevaplarım zaman zaman Kaan’ı tatmin etmedi, hatta beni gizemli olmakla itham etti, belki de haklıydı. Ama bana sorarsanız, her şeyi açıklıkla ve netlikle anlattım. Takdir sizin. (:
Dört Ayaklı Şehir’in, sokak hayvanlarını koruma, yaşatma ve yuvalandırma amacıyla yürüttüğü “Can Yoldaşını Yaşat” kampanyası kapsamında, 30-31 Mayıs tarihlerinde düzenlediği sergide yer alan sanatçılarla ve sevgili Bige Örer ile yaptığımız söyleşileri, Dört Ayaklı Şehir Radyosu ortak yayınıyla sizlere sunuyoruz.
Konuklar: Bige Örer, Burçak Bingöl, Cansu Çakar, İnci Eviner, İris Ergül, Nancy Atakan, Volkan Aslan, Yasemin Özcan
Günaydın Antakya ve Antakya Atlası Kanalları ile Ortak Yayın
Bölüm tanıtım metni için Tuğçe Tezer'e sevgilerimle 🌿
Giderek uzaklaşıyor gibi gelir bazen, kim bilir ne zamandır bekleyip durduğumuz, o ufuktaki gemi. Bu kadar zamandır yakınlaştığına dair hiçbir emare olmasa da bizi onu beklemeye iten ne? Nedir bize onun bir gün mutlaka geleceğini düşündüren? Acaba çok mu üstüne gidiyoruz kendimizin ve etrafımızdakilerin, umut etme baskısını yükleyerek? Umutsuz olmanın ne zararını gördük ki umut topladı bütün itibarı kendisine? Sınırlarımız var, pencerelerimiz, bir de her şeyi aynı yerden, aynı renkten görmeye sebep olan katılaşmış gözlüklerimiz.
Dünyanın konuları suya benziyor biraz. Ve hangi konu akıp gitse yanımızdan, sanki hep aynı yerine değiyor aklımızın. Akıştaki suyun her defasında takılıp yükseldiği, küçük bir dalgaya dönüştüğü bir taş gibi. Yine de değişim esası hala en güvenilir yerde duruyor sanki. Değişimin kendisine hala güvenebilmek ve belirsiz gelecekte de güvenebileceğimizi bilmekte tekinsiz olsa da iyi gelen bir şey var.
"Sarkacın ucunda" başlıklı üçüncü bölümüyle, "Trialog" podcasti huzurlarınızda! Yolu açık olsun🤞
🔗 "Trialog" podcast kayıtlarını Spotify'da Arif'in İstanbul Güncesi, Günaydın Antakya ve Antakya Atlası kanallarından dinleyebilirsiniz.
Kayıt ve düzenleme için MuseBirds'e, mekan desteği için Workhaus'a çok teşekkürler ☘️
Günaydın Antakya ve Antakya Atlası Kanalları ile Ortak Yayın
Bölüm tanıtım metni için Tuğçe Tezer'e sevgilerimle 🌿
Yorulmuşuz biraz. Yorgunluğumuza alıcı gözle bakınca içinden bir sürü şey çıktı. En yorgun hissettiğimiz hâlin beden yorgunluğundan hayli uzak, ama kederle nerdeyse içiçe geçmiş olmasına beraber şaşırdık. Çocuğumuza alacağımız sütün hakkı, cebimizdeki son parayı kuyuya atmak istemiyor olmamamızda garip olan ne var? Ya da kavgada şartlarımızın bu kadar eşitsiz olmasına isyanımızda. Sokakta elleri cebinde keyfince yürüyen çocuğun hayatı bize göre kralın hayatından daha ilgi çekiciyse, sahiden suç bizde mi? Tanık olmayı ne ayırır bakıp geçmekten? Sabah uyandıktan akşam uyuyana kadar geçen sürede içimize sinmeyen bu kadar şey olması, size de garip gelmiyor mu? Yüzleşme ve gerçeklik, nasıl bu kadar çabuk dönüşüyor kabullenmeye? Ve kabullenmeyle isyanın birbirine bu kadar yaklaşması nasıl mümkün olur? Hayalimiz neydi, hangi hayalleri kurarak büyüdük bu dünyada? Ya da çok mu hayalciyiz umut edip durduğumuz için? Sahi sınırımız nerede bizim, ne zaman taşacak senelerdir dolup duran şu bardak?
Sonra her şey elimizden alındı. Karşımızda bulanık, dumanlı bir bulut. Yavaşça dağıldı. Geride pırıl pırıl bir şey kaldı, beraberce tutunduğumuz tek bir şey: Nefesten, söz doğdu.
"Nefesten söz doğdu" başlıklı ikinci bölümüyle, "Trialog" podcasti huzurlarınızda! Yolu açık olsun 🤞
🔗 "Trialog" podcast kayıtlarını Spotify'da Arif'in İstanbul Güncesi, Günaydın Antakya ve Antakya Atlası kanallarından dinleyebilirsiniz.
Kayıt ve düzenleme için MuseBirds'e, mekan desteği için Workhaus'a çok teşekkürler ☘️
Nenem mısırı koçanıyla öğütmüş dedem harbe gittiğinde, İstanbul’unu bırakıp gelin olmuş annem harfler götürmüş köylülere.. Yokluk zamanlarından bu günlere; konu komşu, eş dost, akrabalar el ele verip bir yaşam kurmuşlar bu köyde ve binbir zorluklarla bize armağan etmişler köyün tüm bereketini.. Şimdi ben de sizlerle paylaşıyorum azizler diyarı Ahoyoz’un izlerini..
Kırmızı sepette yuvarlanan yeşil erikler, pötikareli anıların içinde savrulan Sadık ile Rüya, Feriha’nın eski bir Köhler dikiş makinesinde işlediği hatıralar… Ve hakikat ile rüya, tahayyül ile akıl arasındaki salınımların ardından; bir şiirle, dördüncü ve son bölümle, Sadık’tan elveda.
Günaydın Antakya ve Antakya Atlası Kanalları ile Ortak Yayın
Yeni programımız trialog'da Kaan, Tuğçe ve Arif önem verdiği konular üzerine sohbetleyecek. Bölüm tanıtım metni için Tuğçe Tezer'e sevgilerimle 🌿
trialog | arif • kaan • tuğçe
Bölüm 1 - irticalen umut
"Trialog olsun" dedi Arif, "Malumu üzere tek kişilik konuşma: monolog, iki kişilik konuşma: diyalog, üç kişinin konuşması da: trialog oluyor". Nedense, "Burda soruları ben sorarım" dedi Kaan, tabii ses etmedi kimse. Sonra "En azından" dedi Tuğçe, "İrticalen kelimesinin anlamını öğrenmiş oldum kayıt bahanesiyle".
"İrticalen umut" başlıklı ilk bölümüyle, "Trialog" podcasti huzurlarınızda! Yolu açık olsun 🤞
🔗 "Trialog" podcast kayıtlarını Spotify'da Arif'in İstanbul Güncesi, Günaydın Antakya ve Antakya Atlası kanallarından dinleyebilirsiniz.
Kayıt ve düzenleme için MuseBirds'e, mekan desteği için Workhaus'a çok teşekkürler ☘️
Bu bölümde konuğumuz, İstanbul’un renkli simalarından esnaf Erdem Boyraz.
Sevgili Erdem’le sohbete evvela İstanbul’un metruk ve meçhul bir bahçesinde başladık, sonra üşenmedik ta Büyükada’nın Hristos tepesine tırmandık, akabinde olmazsa olmaz deyip Sultanahmet semtinde camilere selam verip Balat’ın kıyılarında kiliseleri dolaştık, nihayet Küçükpazar’a varıp Kuveloğlu Han’da Sait abiden sahici bir çay yudumladık..
Tüm bunlara ilave olarak tarihi hanın basamaklarında mugannî esnafımız Erdem’den Ortodoks ve Sünnî ilahilerle huşulandık.
İstanbul’da hafakanların zihnime misafir olduğu bir vakit kendimi yine Doğu Karadeniz’in dağlarına bırakmış, sonra bir dostun evinde konaklamış ve sabahın ilk ışıklarına doğru bölümde dinleyeceğiniz buhranlı ve karmaşık, öfkeli ancak ümit işaretleri de taşıyan bu sözcükleri kaleme almıştım. Ülke olarak içinden geçtiğimiz süreçler malum, ortalık durulduğunda sizlerle olup bitenleri metaforsuz bir dille de konuşmak dileğiyle.. Şimdilik nöbette göz kırpmadığımızı bilsin maestro. Sevgilerimle.
Bu bölümde konuğum, Mahalle Afet Gönüllüleri’nin kurucusu Hüseyin Karadayı. Karabük’ün orman köylerinde doğup büyüyen Karadayı’nın, bir dağcı olarak doğa sevgisi, imece kültürü ve dayanışmayla şekillenen hayatı, onu afetlere karşı yerel örgütlenmenin önemini kavramaya yöneltti. 1995 Dinar ve 1999 Gölcük depremlerinde sahada edindiği tecrübeler ona şunu gösterdi: Afet yönetimi, arama-kurtarma temelli değil, öncesinde yapılan risk yönetimiyle hayat kurtaran bir süreçti. İşte bu anlayışla Mahalle Afet Gönüllüleri (MAG) hareketini başlattı. Çünkü afet anında ekiplerin uzak bölgelerden gelmesi zaman kaybettirirken, asıl kurtarma faaliyetlerinin yüzde 93’ü zaten mahalleli tarafından gerçekleştiriliyordu. Peki, İstanbul’un ve Türkiye’nin kaçınılmaz gerçeği olan büyük depreme karşı biz ne kadar hazırız? Hüseyin Karadayı’yı dinledik ve bu sorulara yanıtlar aradık.
Deprem gerçeğine karşı en etkili çözüm olarak gördüğüm mahalle örgütlenmesini sağlayan bu oluşuma dair bilgiler içeren söyleşiye hoşgeldiniz.
Bu bölümde konuğumuz, Hatay’daki depremzedelere yardım amacıyla İngiltere’den Türkiye’ye yürüyen Oscar Newson-Smith. Söyleşide mikrofonu Oscar’ın Hatay’dan arkadaşı İbrahim Gül’e bırakıyorum. Onlar size ingilizce seslenecek. Oscar’a bu yürüyüşe neden çıktığını, yol boyunca karşılaştığı zorlukları, onu motive eden duyguları ve yürüyüşünün odağı olan projesini sorduk. Bir yol hikâyesinden fazlasını; dayanışmayı, insanın sınırlarını ve iyiliğin ne kadar uzağa gidebileceğini konuştuk.
In this episode, our guest is Oscar Newson-Smith, who walked from England to Turkey to help earthquake victims in Hatay. I will be handing the microphone over to Oscar’s friend from Hatay, İbrahim Gül. They will be speaking to you in English. We asked Oscar why he set out on this walk, the difficulties he encountered along the way, the feelings that motivated him, and the project that was the focus of his walk. We talked about more than just a road story; we talked about solidarity, the limits of humanity, and how far kindness can go.
Proje hakkında bilgi almak için / To get information about the project:
https://gofund.me/9f81c814
Bu haftaki konuğumuz Karagöz ustası sevgili Hüseyin Dilan.
Şehirlerden İstanbul, aylardan Ramazan diyerek geçtik hocamızla Karagöz perdesinin ardına, sürdük bu kadim sanatın izlerini Asya’dan Anadolu’ya.
Hocamızın Karagöz’le tanışmasından başlayıp ustalığa giden serencamına, Karagöz’ün hicivli dilinden zaman içindeki yolculuğuna ve bugünün politik dünyasına nasıl ayna tuttuğuna varasıya uzunca konuştuk...
Ve tabii Hüseyin Hoca’nın gözünden İstanbul’u da…
Mizahı ve derinliğiyle dolu bu sohbete buyrunuz perde gazeli ile başlamaya..
Döne Kaya ile 6 Şubat depremlerinden bu yana verdiği hukuk mücadelesini, Adalet Peşinde Aileleri Platformunun çalışmalarını ve yaşadıkları bütün bu zorlu süreçlerinde dayanışmanın önemi üzerine konuştuk. Döne, afeti katliama çevirenlerin yargılanmaları için verdikleri mücadelenin, hem kaybedilen hayatların onuru, hem de olası afetlerde benzer acılar yaşanmaması adına zorunlu olduğuna dikkat çekiyor.
Bu bölüm vesilesi ile 6 Şubat depremlerinde yaşamını kaybeden tüm canları saygıyla anıyorum.
Yaşam merkezli bir adalet anlayışının tüm yeryüzünde varolması dileğiyle.