Bu şiir, bir bekleyişin ortasında sıkışıp kalmış bir ruhun, yokluğun derinliklerinde yankılanan sessiz çığlığı gibi. Gecenin rüzgârında savrulan bulutlar, yalnızlığın birer metaforu; her biri uzaklaşırken geride bıraktığı iz, unutulmuş bir aşkın silüeti. Şairin gözleri, artık bir anlam taşımayan bir ufka bakarken, dans eden bir hayal kadar gerçek olmayan bir sevgiliyi izliyor.
“Sarmaşıklı ev” bir zamanlar güvenin ve huzurun sembolüydü, şimdi ise yalnızca geçmişin hayaleti. “Her akşamki keman” notalarını kaybetmiş; komşunun melodileri susmuş. Şair, bir zamanlar doldurulmuş olan tüm boşlukların şimdi yankılandığı bir sessizlik içinde.
Ve sen… Neredesin? Bunu sadece şair değil, okuyucu da hissediyor. Sanki bu soruyu hepimiz birine sormuşuz gibi: "Neredesin?" Belki de bir insanın diğerine en içten fısıldadığı cümlelerden biri bu.
“İşte kalbim, işte şiirlerim,” derken şair, varoluşunun tüm çıplaklığını ortaya seriyor. Artık ne bir maske var ne de bir mesafe. Sevilen kişiye dönük bir özlem var, ama aynı zamanda bir teslimiyet. “Sen gelsen,” diye başlayan her kelime, gerçekleşmeyecek bir ihtimale tutunmanın acısını anlatıyor.
Rüzgâr, gece ve sonbahar yıldızları arasında bir kalbin kendine bile itiraf edemediği kaybı anlatıyor.
Son cümle ise insanı darmadağın eden bir kapanış: “Ağlasam.” Çünkü bazen gözyaşları, kelimelerin ifade edemediği duyguların tercümanıdır. Bu şiir, her dizesinde hem bizi hem de kendi yaralarını ağlatıyor.
-Bitsin Dedik bitsin dedik bitmedi beklemek
İşte gece rüzgarlı gece
işte bulutlar almış başını gidiyor
yine bensiz dans edeceksin demek
müzik sen sahnede sahne rüzgarda
gözlerin gözlerin uzaklarda
ben kimim yağmurlar içinde mahzun
nerde saadetimiz nerde sarmaşıklı ev
nerde her akşamki kemanı komşumuzun
ya sen nerdesin nerdesin
işte rüzgar işte sonbahar yıldızları
işte kalbim işte şiirlerimsen
gelsen elini alnıma koysan
saçlarını öpsem
ağlasam...
-Atilla İlhan
Ayrılık sonrası akla gelip can yakan işte bu şiir! Ayrılık Sevdaya Dahil
açılmış sarmaşık gülleri
kokularıyla baygın
en görkemli saatinde yıldız alacasının
gizli bir yılan gibi yuvalanmış
içimde keder
uzak bir telefonda ağlayan
yağmurlu genç kadın
rüzgâr
uzak karanlıklara sürmüş yıldızları
mor kıvılcımlar geçiyor
dağınık yalnızlığımdan
onu çok arıyorum onu çok arıyorum
heryerinde vücudumun
ağır yanık sızıları
bir yerlere yıldırım düşüyorum
ayrılığımızı hissettiğim an
demirler eriyor hırsımdan
ay ışığına batmış
karabiber ağaçları
gümüş tozu
gecenin ırmağında yüzüyor zambaklar
yaseminler unutulmuş
tedirgin gülümser
çünkü ayrılmanın da vahşi bir tadı var
çünkü ayrılık da sevdâya dahil
çünkü ayrılanlar hâlâ sevgili
hiç bir anı tek başına yaşayamazlar
her an ötekisiyle birlikte
herşey onunla ilgili
telâşlı karanlıkta yumuşak yarasalar
gittikçe genişleyen
yakılmış ot kokusu
yıldızlar inanılmayacak bir irilikte
yansımalar tutmuş bütün sâhili
çünkü ayrılmanın da vahşi bir tadı var
öyle vahşi bir tad ki dayanılır gibi değil
çünkü ayrılık da sevdâya dahil
çünkü ayrılanlar hâlâ sevgili
yalnızlık
hızla alçalan bulutlar
karanlık bir ağırlık
hava ağır toprak ağır yaprak ağır
su tozları yağıyor üstümüze
özgürlüğümüz yoksa yalnızlığımız mıdır
eflatuna çalar puslu lacivert
bir sis kuşattı ormanı
karanlık çöktü denize
yalnızlık
çakmak taşı gibi sert
elmas gibi keskin
ne yanına dönsen bir yerin kesilir
fenâ kan kaybedersin
kapını bir çalan olmadı mı hele
elini bir tutan
bilekleri bembeyaz kuğu boynu
parmakları uzun ve ince
sımsıcak bakışları suç ortağı
kaçamak gülüşleri gizlice
yalnızların en büyük sorunu
tek başına özgürlük ne işe yarayacak
bir türlü çözemedikleri bu
ölü bir gezegenin
soğuk tenhalığına
benzemesin diye
özgürlük mutlaka paylaşılacak
suç ortağı bir sevgiliyle
sanmıştık ki ikimiz
yeryüzünde ancak
birbirimiz için varız
ikimiz sanmıştık ki
tek kişilik bir yalnızlığa bile
rahatça sığarız
hiç yanılmamışız
her an düşüp düşüp
kristal bir bardak gibi
tuz parça kırılsak da
hâlâ içimizde o yanardağ ağzı
hâlâ kıpkızıl gülümseyen
-sanki ateşten bir tebessüm-
zehir zemberek aşkımız
-Attilâ İlhan, Bir Avuç Kıvılcım, S. 64-69
Her zaman da doğru olmayan bu şiirdeki önermedeki "aşk" çoğu kez tek kişilik olabilmektedir. Zira karşılıklı olanı epey azdır.
AŞK İKİ KİŞİLİKTİR
Değişir yönü rüzgârınSolar ansızın yapraklar;Şaşırır yolunu denizde gemiBoşuna bir liman arar;Gülüşü bir yabancınınÇalmıştır senden sevdiğini;İçinde biriken zehirSadece kendini öldürecektir;Ölümdür yaşanan tek başına,Aşk iki kişiliktir.
Bir anı bile kalmamıştırGeceler boyu sevişmelerden;Binlerce yıl uzaklardadırBinlerce kez dokunduğun ten;Yazabileceğin şiirlerÇoktan yazılıp bitmiştir;Ölümdür yaşanan tek başına,Aşk iki kişiliktir.
Avutamaz olur artıkSeni, bildiğin şarkılar,Boşanır keder zincirlerindenSular tersin tersin akar;Bir hançer gibi çeksen de sevginiOnu ancak öldürmeye yarar:Uçarı kuşu sevdanınAlıp başını gitmiştir;Ölümdür yaşanan tek başına,Aşk, iki kişiliktir.
Yitik bir ezgisin sadece,Tüketilmiş ve düşmüş gözden;Düşlerinde bir çocuk hıçkırırGece camlara sürtünürken;Çünkü hiçbir kelebekTek başına yaşamaz sevdasını,Severken hiçbir böcekHiçbir kuş yalnız değildir;Ölümdür yaşanan tek başına,Aşk iki kişiliktir.
- Ataol Behramoğlu (Temmuz 1994)
Yine yalnız değilim her zamanki gibi
Bu Uzakdoğu gecesinde yokluğunlayım
Aramızda yirmibeşbin kilometre
Sen kıştasın ben yazdayım
Sen bir yarısında dünyanın
Ben öte yarısındayım
Yine de bırakmıyor ellerimi yokluğun
Daha da bir gönlümcesin
Varlığından bin kat güzel
O yalımsal çıplaklığın yalaz yalaz
Ve en gizlerden konuşurken ellerin
İçimden gelmiyor mektup yazmak demeden
Sevisiyoruz yirmi beşbin kilometreden
Boğazınıza düğümlenenleri bir çırpıda önünüze seren işte bu şiir bizlere duygulara şu sözlerle tercüman oluyor:
Sesinde ne var biliyor musun Bir bahçenin ortası var Mavi ipek kış çiçeği Sigara içmek için Üst kata çıkıyorsun Sesinde ne var biliyor musun Uykusuz Türkçe var İşinden memnun değilsin Bu kenti sevmiyorsun Bir adam gazetesini katlar Sesinde ne var biliyor musun Eski öpüşler var Banyonun buzlu camı Birkaç gün görünmedin Okul şarkıları var Sesinde ne var biliyor musun Ev dağınıklığı var İki de bir elini başına götürüp Rüzgarda dağılan yalnızlığını Düzeltiyorsun Sesinde ne var biliyor musun Söylemediğin sözcükler var Küçücük şeyler belki Ama günün bu saatinde Anıt gibi dururlar Sesinde ne var biliyor musun Söyleyemediğin sözcükler var
-Cemal Süreya
Henüz 36 yaşında ölen Orhan Veli'nin, ölümünden sonra bir diş fırçasına sarılı olarak bulunan ve yarım kalmış işte o şiiri:
Birincisi o incecik, o dal gibi kiz,
Simdi galiba bir tüccar karisi.
Ne kadar sismanlamistir kim bilir.
Ama yinede de görmeyi çok isterim,
Kolay mi? ilk gözagrisi.
Ikincisi Münevver Abla, benden büyük
Yazip yazip bahçesine attigim mektuplari
Gülmekten katilirdi, okudukça.
Bense bugünmüs gibi utanirim
O mektuplari hatirladikça.
............................çikar
............................durduk mahallede
..........................................halde
...........................adlarimiz yan yana yazilirdi duvarlara
.......................................yangin yerlerinde.
Dördüncüsü azgin bir kadin,
Açik saçik seyler anlatirdi bana.
Bir gün de önümde soyunuverdi
Yillar geçti aradan, unutamadim,
Kaç defa rüyama girdi.
Besinciyi geçip altinciya geldim
Onun adi da Nurünnisa.
Ah güzelim
Ah esmerim
Ah
Canimin içi Nurünnisa.
Yedincisi Aliye, kibar bir kadin
Ama ben pek varamadim tadina,
Bütün kibar kadinlar gibi,
Küpe fiyatina, kürk fiyatina.
Sekizincisi de o bokun soyu:
Sen elin karisinda namus ara,
Kendinde arandi mi, küplere bin.
Üstelik kendinde de
Yalanin düzenin bini bir para.
Ayten'di dokuzuncunun adi,
Barlarda göbek atar
Is baisnda sunun bunun esiri,
Ama bardan çikti mi,
Kiminle isterse onunla yatar.
Onuncusu akilli çikti
Birakti gitti beni.
Ama haksiz da degildi hani,
Sevismek zenginlerin harciymis
Issizlerin harciymis.
Iki gönül bir olunca
Samanlik seyranmis ama,
Iki çiplak da - olsa olsa -
Bir hamama yakisirmis.
Isine bagli bir kadindi on birinci.
Hos, olmasin da ne yapsin?
Bir zalimin yaninda gündelikçi;
Adi Luksandra
Gece odama gelir,
Sabaha kadar kalir.
Konyak içer, sarhos olur,
Sabahi da, isbasi yapardi safakla....
Gelelim sonuncuya.
Ona baglandigim kadar
Hiçbirine baglanmadim.
Sade kadin degil, insan.
Ne kibarlik budalasi,
Ne malda, mülkte gözü var.
Esit olsak, der,
Hür olsak, der.
Insanlari sevmesini de bilir,
Yasamayi sevdigi kadar.
-Orhan Veli Kanık
Karşılıksız bekleyişin prangaları dahi eskietecek kadar yoğun bir özlemi Ahmed Arif şu satırlarla dile getiriyor:
Seni, anlatabilmek seni.
İyi çocuklara, kahramanlara.
Seni anlatabilmek seni,
Namussuza, halden bilmeze,
Kahpe yalana.
Ard-arda kaç zemheri,
Kurt uyur, kuş uyur, zindan uyurdu.
Dışarda gürül-gürül akan bir dünya...
Bir ben uyumadım, Kaç leylim bahar,
Hasretinden prangalar eskittim.
Saçlarına kan gülleri takayım,
Bir o yana Bir bu yana...
Seni bağırabilsem seni,
Dipsiz kuyulara, Akan yıldıza,
Bir kibrit çöpüne varana,
Okyanusun en ıssız dalgasına
Düşmüş bir kibrit çöpüne.
Yitirmiş tılsımını ilk sevmelerin,
Yitirmiş öpücükleri,
Payı yok, apansız inen akşamdan,
Bir kadeh, bir cigara, dalıp gidene,
Seni anlatabilsem seni...
Yokluğun, Cehennemin öbür adıdır
Üşüyorum, kapama gözlerini...
-Ahmed Arif
Hayatınızın belli döneminde hislere tercüman olan ve bazen şiirdeki masa gibi hissetmenize sebep olan işte o şiir: Masa da masaymış ha!
Adam yaşama sevinci içinde
Masaya anahtarlarını koydu
Bakır kâseye çiçekleri koydu
Sütünü yumurtasını koydu
Pencereden gelen ışığı koydu
Bisiklet sesini çıkrık sesini
Ekmeğin havanın yumuşaklığını koydu
Adam masaya
Aklında olup bitenleri koydu
Ne yapmak istiyordu hayatta
İşte onu koydu
Kimi seviyordu kimi sevmiyordu
Adam masaya onları da koydu
Üç kere üç dokuz ederdi
Adam koydu masaya dokuzu
Pencere yanındaydı gökyüzü yanında
Uzandı masaya sonsuzu koydu
Bir bira içmek istiyordu kaç gündür
Masaya biranın dökülüşünü koydu
Uykusunu koydu uyanıklığını koydu
Tokluğunu açlığını koydu.
Masa da masaymış ha
Bana mısın demedi bu kadar yüke
Bir iki sallandı durdu
Adam ha babam koyuyordu.
-Edip Cansever
Bir yerlerde yabancılık bile çekmeden içinize işleyen bir Özdemir Asaf şiiri sizinle:
BEN DEĞİLDİM
Bir aksam-üstü pencerenden bakıyordun
Ağır ağır, yollara inen karanlığa.
Bana benzeyen biri geçti evinin önünden.
Kalbin başladı hızlı hızlı çarpmaya..
O geçen ben değildim.
Bir gece, yatağında uyuyordun..
Uyanıverdin birden, sessiz dünyaya.
Bir rüyanın parçasıydı gözlerini açan,
Ve karanlıklar içindeydi odan...
Seni gören ben değildim.
Ben çok uzaktaydım o zaman,
Gözlerin kavuştu ağlamaya, sebebsiz ağlamaya.
Artık beni düşünmeye başladığından
Bıraktın kendini aşk içinde yaşamaya..
Bunu bilen ben değildim.
Bir kitap okuyordun dalgın..
İçinde insanlar seviyor, ya da ölüyorlardı.
Genç bir adamı öldürdüler romanda.
Korktun, bütün yininle ağlamaya başladın..
O ölen ben değildim..
-Özdemir Asaf
Gelecek güzel günlere inananlara ilaç gibi gelen işte bir Melih Cevdet şiiri...
Yaşamak güzel şey doğrusu
Üstelik hava da güzelse
Hele gücün kuvvetin yerindeyse
Elin ekmek tutmuşsa bir de
Hele tertemizse gönlün
Hele kar gibiyse alnın
Yani kendinden korkmuyorsan
Kimseden korkmuyorsan dünyada
Dostuna güveniyorsan
İyi günler bekliyorsan hele
İyi günlere inanıyorsan
Üstelik hava da güzelse
Yaşamak güzel şey
Çok güzel şey doğrusu.
-Melih Cevdet Anday
Kavuşmanın beklenmedik bir halini anlatan işte bu şiir:
BULUŞMAK ÜZERE
Diyelim yağmura tutuldun bir gün
Bardaktan boşanırcasına yağıyor mübarek
Öbür yanda güneş kendi keyfinde
Ne de olsa yaz yağmuru
Pırıl pırıl düşüyor damlalar
Eteklerin uça uça bir koşudur kopardın
Dar attın kendini karşı evin sundurmasına
İşte o evin kapısında bulacaksın beni
Diyelim için çekti bir sabah vakti
Erkenceden denize gireyim dedin
Kulaç attıkça sen
Patiska çarşaflar gibi yırtılıyor su ortadan
Ege denizi bu efendi deniz
Seslenmiyor
Derken bi de dibe dalayım diyorsun
İçine doğdu belki de
İşte çil çil koşuşan balıklar
Lapinalar gümüşler var ya
Eylim eylim salınan yosunlar
Onların arasında bulacaksın beni
Diyelim sapına kadar şair bir herif çıkmış ortaya
Çakmak çakmak gözleri
Meydan ya Taksim ya Beyazıt meydanı
Herkes orda sen de ordasın
Herif bizden söz ediyor bu ülkenin çocuklarından
Yürüyelim arkadaşlar diyor yürüyelim
Özgürlüğe mutluluğa doğru
Her işin başında sevgi diyor
Gözlerin yağmurdan sonra yaprakların yeşili
Bi de başını çeviriyorsun ki
Yanında ben varım
-Can Yücel
Şiirlerinin hemen hepsinde kendinizi bulduğunuz şair: Birhan Keskin. Ve onun İz şiiri:
Acıyla geçtiğim yoldan geçiyorsun
izlerime rastlıyorsun, bıraktıklarıma,
orada o yolda çekmiştim ruhumu patlatan fitili
benden savrulan parçalar kurusa da,
izleri var hala yolun kenarında.
İzini sür yolun, acının ormanı büyütür insanı
vakit geniştir, ufuk sandığından daha yakın
acıyla geçtiğim yoldan geçiyorsun,
ustası olacaksın içine gerdiğin tellerin
hangi sızıyla titrer içinde, hangi sesle
büyük bir aşk, hangi sesle ölür, bileceksin.
Ne zamandı bilmiyorum. yaşadıklarından sana
kalan tortu, seni olduğun yere çakan, olduğun
yerde fırtına koparan korku. kendi sarmalında
döndün, döndün, sanma ki daha dönmeyeceksin
kalsan da bir yer için, aslında hep gidiyorsun.
Şimdi, acının ormanından geçiyorsun
her şey bir daha kanasa da
ne geçtiğin yola ne sana dokunabilirim ben
geç meleğim, senin de şarkıların olsun
içindeki telleri titreten.
-Birhan Keskin
Buram buram rakı kokan ve belki de İkinci Yeni'nin en iyi şiirlerinden olan bu şiirde Edip Cansever, aşkın doğasını muazzam bir şekilde özetlemekte.
Biliyor musun az az yaşıyorsun içimde
Oysaki seninle güzel olmak var
Örneğin rakı içiyoruz, içimize bir karanfil düşüyor gibi
Bir ağaç işliyor tıkır tıkır yanımızda
Midemdi aklımdı şu kadarcık kalıyor.
Sen karanfile eğilimlisin, alıp sana veriyorum işte
Sen de bir başkasına veriyorsun daha güzel
O başkası yok mu bir yanındakine veriyor
Derken karanfil elden ele.
Görüyorsun ya bir sevdayı büyütüyoruz seninle
Sana değiniyorum, sana ısınıyorum, bu o değil
Bak nasıl, beyaza keser gibisine yedi renk
Birleşiyoruz sessizce.
-Edip Cansever
Çakıl gibi soğuk bir taştan mükemmel sıcaklıkta bir aşk, özlem şiiridir Çakıl...
Seni düşünürken
Bir çakıl taşı ısınır içimde
Bir kuş gelir yüreğimin ucuna konar
Bir gelincik açılır ansızın
Bir gelincik sinsi sinsi kanar
Seni düşünürken
Bir erik ağacı tepeden tırnağa donanır
Deliler gibi dönmeğe başlar
Döndükçe yumak yumak çözülür
Çözüldükçe ufalır küçülür
Çekirdeği henüz süt bağlamış
Masmavi bir erik kesilir ağzımda
Dokundukça yanar dudaklarım
Seni düşünürken
Bir çakıl taşı ısınır içimde.
- Bedri Rahmi Eyüboğlu (Dol Karabakır Dol, s. 173)
Biraz üzmekle beraber, insana bir parça ümit vermeyi de unutmaz bu şiir. İçten etkileyen Nazım Hikmet şiirlerinden,
Ne güzel şey hatırlamak seni...
Ne güzel şey hatırlamak seni:
ölüm ve zafer haberleri içinden,
hapiste
ve yaşım kırkı geçmiş iken...
Ne güzel şey hatırlamak seni:
bir mavi kumaşın üstünde unutulmuş olan elin
ve saçlarında
vakur yumuşaklığı canımın içi İstanbul toprağının...
İçimde ikinci bir insan gibidir
seni sevmek saadeti...
Parmakların ucunda kalan kokusu sarduya yaprağının,
güneşli bir rahatlık
ve etin daveti:
kıpkızıl çizgilerle bölünmüş
sıcak koyu bir karanlık...
Ne güzel şey hatırlamak seni,
yazamak sana dair,
hapiste sırt üstü yatıp seni düşünmek:
filanca gün, falanca yerde söylediğin söz,
kendisi değil
edasındaki dünya...
Ne güzel şey hatırlamak seni.
Sana tahtadan birşeyler oymalıyım yine:
bir çekmece
bir yüzük,
ve üç metre kadar ince ipekli dokumalıyım.
Ve hemen
fırlayarak yerimden
penceremde demirlere yapışarak
hürriyetin sütbeyaz maviliğine
sana yazdıklarımı bağıra bağıra okumalıyım...
Ne güzel şey hatırlamak seni:
ölüm ve zafer haberleri içinde,
hapiste
ve yaşım kırkı geçmiş iken...
-Nazım Hikmet
Tahirle Zühre Meselesi şiiri, acı gerçekleri çok açık şekilde anlatan ve anonim bir halk hikayesine atıfta bulunan Nazım şiiridir.
Şiirin Sözleri
ahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil,
bütün iş Tahirle Zühre olabilmekte
yani yürekte.
Meselâ bir barikatta dövüşerek
meselâ kuzey kutbunu keşfe giderken
meselâ denerken damarlarında bir serumu
ölmek ayıp olur mu?
Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.
Seversin dünyayı doludizgin
ama o bunun farkında değildir
ayrılmak istemezsin dünyadan
ama o senden ayrılacak
yani sen elmayı seviyorsun diye
elmanın da seni sevmesi şart mı?
Yani Tahiri Zühre sevmeseydi artık
yahut hiç sevmeseydi
Tahir ne kaybederdi Tahirliğinden?
Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.