Popüler kültür egemen sınıfların elinde bir araç mıdır? Yoksa izleyiciler için farklı anlamlandırma ihtimallerini gündeme getirebilir mi? Bu bölümde tüketim kültürü, dizi, müzik ve reklam gibi örnekler ile Marksizm, postyapısalcılık ve feminizm gibi akademik akımlar üzerinden popüler kültürün eleştirel imkanlarını Stuart Hall’un “artikülasyon” (articulation) teorisi çerçevesinde çözümlüyorum.
Bana ulaşın: Instagram, LinkedIn
Akademik yayıncılıkta etik ilkeler nelerdir? Bir dergiye makale gönderirken, hazırlık aşamasında etik açıdan nelere dikkat edilmelidir? İntihal, kendine intihal, tekrar yayın, dilimleme, veri çarpıtma gibi etik ihlaller ne anlama gelir? Yazarlık konusunda nelere dikkat edilmeli, tezden makale üretimi nasıl yapılmalı, yazarlık katkısı nasıl belirlenmelidir? Bu bölümde, akademik yayıncılıkla ilgili hazırladığım üçlemenin son halkasında, etik ilkelere odaklanıyorum. Geçtiğimiz iki bölümde makale gönderim süreci, dergi seçimi, değerlendirme ve yayın aşamaları gibi konuları ele almıştım. Şimdi ise, bu sürecin olmazsa olmazı olan etik boyuta dair temel kavramları ve dikkat edilmesi gereken noktaları paylaşıyorum.
Bana ulaşın: Instagram, LinkedIn
Hakemli akademik dergilerde makale değerlendirme ve yayın süreci nasıl işler? Yazarlar bu süreçte hangi aşamalardan geçer, hangi zorluklarla karşılaşabilir? Kabul ya da ret kararları nasıl verilir? Peki, kabul edilen makaleler yayına nasıl hazırlanır? Bir önceki bölümde akademik dergi seçimi ve makale gönderim süreci üzerine konuşmuştum. Bu bölümde ise bir makalenin bir dergiye ulaştıktan sonraki yolculuğunu, yani ön değerlendirme sürecinden başlayarak hakem değerlendirmelerine, revizyonlara ve nihayetinde yayına hazırlık aşamasına kadar tüm adımları bir editörün gözünden detaylı biçimde aktarıyorum. Süreci yakından tanımak isteyenler için önemli ipuçları ve içeriden bilgiler bu bölümde sizleri bekliyor.
Bana Ulaşın:
Hakemli akademik bir dergiye makale gönderirken nelere dikkat edilmelidir? Dergi seçiminde hangi hususlar önemlidir? Akademik yayıncılıkla ilgili hazırlayacağım bilgilendirme serisinin ilk bölümünde, özellikle akademik kariyerinin erken aşamalarında olan araştırmacıların faydalanabileceği bilgi ve deneyimlerimi paylaşıyorum. Akademinin farklı disiplinlerinden dinleyicilere hitap eden bu içerikte, akademik dergi yayıncılığı konusunda araştırmacılara yol gösterici bilgiler sunuyorum.
Mayıs 2025’te Netflix’te yayınlanan Danimarka yapımı mini dizi Sırlarımız, zengin bir ailenin yanında bakıcı olarak çalışan Filipinli kadınların yaşadığı mağduriyetlere odaklanıyor. Danimarka toplumundaki cinsiyet temelli, sınıfsal ve ırksal ayrışmalar ile eşitsizlikleri ele alan bu dizideki temsilleri; Türkiye’den gözlemlerimi de dahil ederek, geniş bir sosyo-kültürel perspektiften analiz ediyorum.
In this episode, I explore how European countries use sustainability as part of their nation branding strategies. Drawing from my 2023 academic article, I analyze 31 countries and discuss how sustainability is communicated — or sometimes ignored — in their official national narratives. I also reflect on the risks of greenwashing and the soft power potential of sustainable branding.
Link to the article: https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/2674032
In this episode, I explore how fatherhood is represented in Turkish advertising, based on my recent article “From Heroic Masculinity to Feminist Dads: Advertising Fatherhood in Türkiye” published in the International Journal of Communication. From heroic masculinity to more progressive portrayals of caregiving dads, I discuss the shifting narratives around fatherhood in Türkiye. The episode highlights how ads reflect—and sometimes resist—patriarchal and conservative values. Tune in for a critical look at how masculinity, media, and politics intersect in commercial culture.
NAS, Alparslan. From Heroic Masculinity to Feminist Dads: Advertising Fatherhood in Türkiye. International Journal of Communication, [S.l.], v. 19, p. 20, mar. 2025. ISSN 1932-8036. Available at: <https://ijoc.org/index.php/ijoc/article/view/23836/4948>.
Alparslan Nas Linkedin profile
Şubat 2025’te yayınlanan bir bilim kurgu - gerilim dizisi olan Cassandra, Almanya’nın bir kasabasında yeni taşındıkları evde sibernetik bir organizmayla karşılaşan bir ailenin hikayesini konu ediniyor. Bedensel olarak 1970’li yıllarda yaşamış ve zihinsel olarak bir bilgisayara transfer edilmiş bir kadın olarak Cassandra’nın hikayesi, toplumsal cinsiyet ve transhümanizm bağlamında çarpıcı bir gözlem imkanı sunuyor. Bu bölümde diziyi Donna Haraway’ın Siborg Manifestosu (A Cyborg Manifesto) tartışmasından hareketle yorumluyorum.
Takip edin:
Aralık 2024’te Netflix’te 2. sezonu yayınlanan ve dünya çapında büyük yankı uyandıran Squid Game, yaşadıkları ekonomik zorluklardan çıkış bulma ümidiyle ölümcül bir oyuna katılmayı kabul etmek durumunda kalan insanların hikayesini anlatıyor. Yeni sezonu oldukça yoğun bir pazarlama faaliyetiyle de gündeme gelen diziyi, postmodern bir teorik perspektiften eleştirel açıdan yorumluyorum.
Takip edin:
Başrollerinde Demi Moore ve Margaret Qualley'nin oynadığı, Coralie Fargeat yönetmenliğinde 2024 yılında vizyona giren "Cevher" (The Substance), yaşadığı güzellik ve yaş baskısı nedeniyle gençleşme deneyine katılan ve bu sayede Sue adındaki ikiziyle birlikte inişli çıkışlı bir hayat sürmek zorunda kalan Elizabeth'in çarpıcı hikâyesini anlatıyor. Feminist bir eleştiri barındıran bu filmi, edebi anlatılarda sıklıkla kullanılan bir teknik olan "doppelgänger" kavramıyla analiz ediyorum.
Takip edin:
2023 Cannes Film Festivali'nde Altın Palmiye ödülünü kazanan Bir Düşüşün Anatomisi (Anatomy of a Fall), Justine Triet’nin yönetmenliğinde sinemaseverlerle buluştu ve kısa sürede adından sıkça söz ettirdi. Film, bir yazar olan Samuel'in ölümünü ve eşi Sandra’nın potansiyel suçluluğunu merkeze alan bir yargı sürecini ele alıyor. Hikaye, çiftin görme engelli oğulları Daniel’ın bu süreçteki kritik tanıklığıyla derinleşiyor. Bu bölümde, filmi Roland Barthes’in "Yazarın Ölümü" kavramı çerçevesinde ele alıyor ve farklı bir eleştirel perspektifle analiz ediyorum.
Takip edin:
Reklamlarda sınıfsal temsiller gerçekçi midir? Reklamlar toplumdaki yoksul bireyleri yansıtır mı? Reklam ve yoksulluk arasında süregiden problemli temsil ilişkisinin ideolojik kökenleri nedir? Reklamcılığa dair eleştirel sorulara cevap vermeye çalıştığım bu bölümde, reklamda yoksulluğun temsilini Carol J. Adams’ın “kayıp gönderge” (absent referent) kavramıyla analiz ediyorum.
Takip edin:
2020-2024 yılları arasında dört sezon yayınlanan ve dünyada beğeniyle takip edilen popüler bir yapım olarak Emily in Paris, izleyicilere romantik bir Paris hayali sunuyor. Dizi, şehrin ikonik manzaralarını, modasını ve aşk ilişkilerini merkezine alarak, izleyicilere hayallerindeki Paris’i gösterirken, gerçekteki sınıfsal farklılıkları ve toplumsal sorunları göz ardı ediyor. Aynı zamanda, farklı kültürlerden gelen karakterlerin stereotipik temsilleri, derinlikten yoksun bir çeşitlilik sunuyor. Bu bölümde, diziyi Roland Barthes’ın mit kavramıyla analiz ediyor ve dizinin ürettiği kültürel mitleri ele alıyorum. #EmilyInParis #RolandBarthes #mit #kültürelfarklılıklar #podcast
Ulus markalama (nation branding), özellikle 2010'lu yıllardan sonra dünyada çok sayıda ülkenin gerçekleştirdiği bir iletişim girişimi olarak dikkat çekiyor. Bu girişimi özgün kılan etken ise ülke tanıtımını sadece turizmle sınırlandırmayarak, bir ulusun kültürel ve politik etkisini bölgesinde ve dünyada yaygınlaştırma çabası. Bu bölümde ulus markalama kavramının ortaya çıkışını açıklayarak, dünyadan örneklerle ülkelerin çeşitli ulus marka iletişimi süreçlerini yorumluyorum.
"Ulus Markalama: Dünyadan Örneklerle Kuram ve Uygulama" Kitabına Erişmek İçin Tıklayınız
Son yıllarda giderek yaygınlaşan bir reklam anlatısı olarak “Dadvertising”, toplumsal cinsiyet ve erkeklikler bağlamında popüler kültürde gerçekleşen farklı bir açılıma işaret ediyor. Geleneksel erkeklik kalıplarının dışında davranan, çocuk bakımı ve ev işleri gibi alanlarda sorumluluk alan farklı babalık deneyimlerini gösteren bu reklamlar, günümüzde dönüşmekte olan babalık olgusunu yansıttığı gibi, aynı zamanda daha adil ve eşitlikçi bir babalık rolünün mümkün olduğunu göstermesiyle toplumsal dönüşüm açısından da önemli bir rol üstleniyor. Bu bölümde dünyadan ve Türkiye’den reklam örnekleri üzerinden, geçmişten günümüze reklamda dönüşen babalık temsillerini inceliyorum. #dadvertising #baba #babalargünü #reklam #podcast #toplumsalcinsiyet #eşitlik #feminizm
2023 yılında Yorgos Lantimos’un imzasıyla vizyona giren “Poor Things” (Zavallılar), 19. yüzyıl’da İngiltere’de bilimkurgusal bir şekilde hayata yeniden döndürülen Bella Baxter’ın büyülü ve çarpıcı macarasını konu ediniyor. Alasdair Gray’ın 1992 tarihli romanında uyarlanan ve Yunan Tuhaf Dalgası’nın (Greek Weird Wave) önde gelen yönetmenlerinden Lantimos’un özgün diliyle yeniden şekillenen bu anlatıyı, Fransız düşünür Michel Foucault’nun “biyopolitika” kavramı doğrultusunda çözümlüyorum.
La Casa de Papel, 2017 yılında vizyona giren ve 5 sezon yayınlanan, global ölçekte yankı ve beğeni uyandırmış son yılların en etkili medya anlatılarından bir tanesi. Profesör lakaplı bir karakterin önderliğinde çeşitli finansal merkezlere soygun gerçekleştirerek mevcut kapitalist düzene karşı eyleme geçen bir grup insanın hikayesini anlatan bu diziyi, Adorno ve Horkheimer’ın öne sürmüş oluğu “Kültür Endüstrisi” kavramından hareketle eleştirel bir bakış açısıyla analiz ediyorum.
Berkun Oya’nın yönetmenliğini yaptığı, Aslıhan Gürbüz, Fatih Artman ve Cihat Süvarioğlu’nun başrollerini paylaştığı “Kuvvetli Bir Alkış”, Şubat 2024’te Netflix’te yayınlanan ve altı bölümden oluşan bir mini dizi. Dünyaya gelme noktasında ciddi tereddütleri olan Metin’in doğumunu ve sonrasında yaşadığı varoluşsal krizi sıradışı bir üslupla aktaran diziyi, bir edebi anlatı tekniği olarak absürdizm perspektifinden yorumluyorum.
Son yıllarda televizyon dizilerinde ve genel anlamda popüler kültürde, muhafazakar veya dini yaşam tarzlarına yönelik anlatıların ön plana çıktığını ve bunların giderek daha fazla tartışılır olduğunu görüyoruz. Muhafazakarlığın ana akım popüler kültürde yer edinmesi, kültürel kimlikler bağlamında yaşanmakta olan gerilimleri, dönüşümleri ve güç ilişkilerini yakından gözlemleyebileceğimiz bir temsil alanını ortaya koyuyor. Bu bölümde, izlemiş olduğum “Kızılcık Şerbeti” ve “Kızıl Goncalar” dizilerinden hareketle, muhafazakarlığın televizyon dizileri aracılığıyla temsil edilme biçimlerini kültürel ve eleştirel bir perspektifle ele alıyorum.
The Handmaid’s Tale, 1985 yılında yayınlanan bir Margaret Atwood romanı. İnsan doğurganlığının azalarak neslin tehlikeye girdiği bir gelecekte, ABD’de gerçekleştirilen bir devrim sonucunda teokratik, sınıfsal, totaliter ve erkek-egemen bir devlet olarak kurulan Gilead’da yaşamak zorunda kalan June’un hikayesini anlatan roman, diziye aktarılarak 2017 yılından itibaren 5 sezon olarak yayınlandı. “Damızlık” olarak özgürlüğünden alıkonulan ve devleti yöneten komutanların evlerinde çocuk doğurma gerekçesiyle sistematik olarak cinsel şiddete maruz kalan June ve onun gibi pek çok kadının travmatik yaşanmışlıklarını, hayatta kalma çabalarını ve direnişlerini anlatan bu etkileyici anlatıyı, “feminist distopya” kavramı çerçevesinde yorumluyorum.