Home
Categories
EXPLORE
True Crime
Comedy
Society & Culture
Business
Sports
History
Music
About Us
Contact Us
Copyright
© 2024 PodJoint
00:00 / 00:00
Sign in

or

Don't have an account?
Sign up
Forgot password
https://is1-ssl.mzstatic.com/image/thumb/Podcasts211/v4/c3/3a/cb/c33acb88-a5de-d28c-7617-c7b472316e39/mza_17561597683632608044.png/600x600bb.jpg
Zihin Karmaşası
Hakan Tanar
69 episodes
1 day ago
Her şeyin dönüştüğü dünyada konuşmamız gereken şeyler var
Show more...
Personal Journals
Society & Culture
RSS
All content for Zihin Karmaşası is the property of Hakan Tanar and is served directly from their servers with no modification, redirects, or rehosting. The podcast is not affiliated with or endorsed by Podjoint in any way.
Her şeyin dönüştüğü dünyada konuşmamız gereken şeyler var
Show more...
Personal Journals
Society & Culture
Episodes (20/69)
Zihin Karmaşası
Google AlphaGenome: Tanrının Zihninde Bir Düşünce Deneyi- Yaratılışın Kodlarına Yolculuk
Google, son 10 yılda gerçekleştirdiği ufuk açıcı çalışmalarla bilime çok önemli katkılar sunuyor. İklimden eğitime, ekonomiden sağlığa ve biyobilime kadar aldığı sonuçlar gerçekten çarpıcı. Google'ın yeni projesi AlphaGenome, bize sadece hastalıkları değil, 'Yaratılışın Kullanım Kılavuzu'nu da okuyabilme gücünü veriyor. Kanserin ötesinde, evrimin en büyük sırrı, DNA’nın karanlık maddesini de çözme fırsatını sağlıyor. Şu anda DNA’nın %98’ini oluşturan karanlık madde protein kodlamıyor. Ancak işin gizemi de burada yatıyor;  genlerin ne zaman ve nerede açılıp kapanacağını kontrol eden kritik düzenleyici unsurlar bu bölgede barınıyor olabilir. Bu anlamda karanlık madde, genomun kara kutusu gibidir. Dizilemenin uzatılması, bu "karanlık maddeyi" aydınlatarak, genetik bozuklukların ve hastalıkların temelindeki nedenleri daha iyi anlamamızı sağlayabilir. Bu, DNA’nın karanlık maddesinin derinliklerine inerek, mutasyondan önce o hücrenin ne olduğunu görmek anlamına geliyor. Bu yüksek çözünürlük, bize gerçek kimliğimizi anlama şansını veriyor. En yakın akrabamız şempanzeden ayrıldığımız anlarda ne olduğumuzu bilmektir bu. Bu teknoloji, bize adeta evreni ve yaşamı oluştururken Tanrı'nın düşüncelerini izleme fırsatını sunuyor. Sanki yaşamın filminin başa sarıp, oluş anını izliyoruz. Bu bölümde, bir teknoloji haberi olmanın çok ötesine geçip, AlphaGenome'u yeni bir yaratım sürecinin köşe taşı olarak ele aldım. Maneviyatımızı zenginleştiren, evrendeki yerimizi büyüten ve bizi 'yaratıcı' konumuna yükselten o olağanüstü süreci anlatmaya çalıştım. Sohbeti daha detaylı olarak Monolog'daki yazımda okuyabilir veya You Tube kanalımda alt yazılı izleyebilirsiniz. İyi Pazarlar..  
Show more...
1 day ago
18 minutes

Zihin Karmaşası
Hepimizin İçinde Bir Afrika Var (Bölüm 2)- Önce Söz Vardı? Ve İlk Sözü Afrika Söyledi
Afrika ile ilgili ilk bölümde, ilk insanların bu kıtada evrildiğini ve insanlığın dünyaya buradan yayıldığını konuşmuştuk. Ancak bu fiziki göç sessiz olmamıştır. Atalarımız, bugün konuştuğumuz dillerin tohumunu da yanlarında taşıdılar. Bu anlamda Afrika'dan çıkışımız, bir beden göçünün ötesindedir. Atalarımızın bu cesur çıkışı, bize en büyük armağanı, dili hediye eden bir yolculuktu. Bugün çevremizle iletişimimizde, sanatta, bilim ve teknolojide, genlerimizde olduğu kadar içimizdeki Afrika'nın yankısını duyarız. Dünya'da Afrika'yı ne kadar soyutlamaya çalışsak da, köklerimizin oraya ait olduğu artık kesin gibi. Bizi diğer primatlardan ayıran davranışsal özelliklerin ve zihinsel alışkanlıklarımızın izleri, ilk Afrikalı atalarımıza kadar uzanıyor. Bugün en önemli hazinemiz olan dilimiz de Afrikalıdır. Hatta bazı dilbilimciler, tüm dünya dillerinin kadim Khoisan dilinden türediğini öne sürer. Kelimelerimiz de, tıpkı genlerimiz gibi, Afrika'dan çıkan o tek ailenin mirasıdır. Çok küçük bir grubun kendi basit tekneleriyle Bab'ül Mendep boğazını geçmeleri, insanlık için bir kader anıydı. Kolomb, Vasco da Gama ve insanlığın önünü açan diğer modern kaşifler, hep atalarımızın bizlere aktardığı o ilk kıvılcımdan ilham aldılar. Dünyanın adeta fethine girişen o bir avuç atamızın yaptıkları yanında, modern keşifler bir devam hikayesidir. Bugün benliğimizde büyüyen yaratma ve uyum sağlama yeteneği, bundan on binlerce yıl önce Afrika'dan çıkan o küçük grubun attığı tohumdur. Bu bölümde insanın en büyük devriminin, dilin Afrika’da doğuşunu konuşuyoruz. Şubat ayındaki Siyahi Tarihi Ayı'na kadar her ay bir bölümü bu kadim kıtayı ve içimizdeki izlerini anlamaya ayıracağız. Bu dizinin sonunda insanların Afrika'yı yok saymasının büyük haksızlık olduğunu anlamalarını umuyorum. Daha da ötesi, bunun kendimize bir kötülük olduğunu idrak edeceğimize inanıyorum. Bugün Afrika'yı yok saymak, hafızamızın büyük bölümünü reddetmektir. Çünkü izlerini aradığımız ilk söz Afrika'da söylendi. Sohbeti daha detaylı olarak Monolog'daki yazımda okuyabilir ve You Tube kanalımda alt yazılı izleyebilirsiniz.  İyi Pazarlar..  
Show more...
1 week ago
16 minutes

Zihin Karmaşası
Özgür İrade mi Seçme Özgürlüğü mü?- Bizler Daha Büyük Bir İradenin Uzantısı mıyız?
Her kararımızı özgür irademizle aldığımızı düşünüyoruz. Aldığımız kararlardan sonra hissettiğimiz hafifleme belki böyle hissetmemize neden oluyordur ama bu doğru mu? İhtimallerle dolu bir hayatımız varken irademizde özgür olabilir miyiz?  İnsanın mayasında sevgi, nefret, merhamet, açgözlülük gibi temel duygular belli bir ölçü içindedir. Bunlardan bir tanesinde yükselen enerji diğerlerini bastırdığında, bizi coşkulu bir eyleme sürükler. Ancak biz, yaptıklarımızı haklı gösterecek geçerli bir dış sebep her zaman buluruz. Çünkü kontrolün bizde olduğunu göstermek isteriz. Peki böyle bir durumda gerçekten özgür irademizle mi karar almış oluruz? Bir duygunun yükselip diğerini bastırmasına biz mi sebep oluruz yoksa algıladığımız bir şey mi buna sebep olur? Hepimizin içinde meşrulaştırabileceğimiz arzular ve ihtiraslar var. Algılarımıza göre kendimizi konumlandırdığımızda içimizde şartlara uygun eylemi gerçekleştirecek duygular hareketlenir. İçimizde kabaran bir duygu okyanusunda duygular bir dalga gibi birbirine çarpar. Enerjinin yoğunluğuna bağlı olarak bir dalga diğerini yutar ve biz o anki ruh halimize uygun davranırız. Ancak hava durulduğunda okyanusun dinginleşmesi gibi, sağduyu bünyemize hakim olduğunda da eylemlerimizin sonuçlarını daha net görebiliriz. Farklı davranışlar arasından seçtiğimiz tercihin neticeleri hayatımızın niteliğini belirler. Yani özgürce yaptığımız seçimleri, biz özgür irademizle yaptığımızı düşünerek bir yanılsama yaşarız. Peki gerçekten mutlak anlamda özgür irade diye bir şey yok mu? Hayat gerçekten yanılsamalarla dolu bir fenomen. Kendimizi evrenin merkezinde gördüğümüz yanılsaması, özgür iradenin de insan dışında bir yerde olabileceğini aklımıza getirmiyor. Oysa büyük tasarımın içinde kısıtlı iradeye sahip bizler, belki de çok daha büyük bir iradenin parçasıyız. Yanılsamalar içinde kendimizi mutlu ederek daha büyük bir bilincin amaçlarına hizmet ediyor olabiliriz. Öyle ki, yanılarak hata yaptığımızı düşündüğümüz şeylerde bile doğaya bir katkımız oluyor. En azından yaptığımız hatalardan hem kendimiz hem de çevremiz dersler çıkarıyor ve ideallerimizi yükseltiyoruz. Bu bölümde aslında sahip olduğumuz şeyin mutlak bir özgür irade değil, koşulların izin verdiği bir 'seçme özgürlüğü' olduğunu tartışıyoruz. Despotlardan Rahibe Teresa'ya, gündelik alışverişlerimizden hayati kararlarımıza kadar tüm eylemlerimizin arkasındaki ortak dürtüyü arıyoruz. Sohbeti daha detaylı olarak Monolog'da okuyabilir ve You Tube kanalımdan alt yazılı olarak izleyebilirsiniz. İyi Pazarlar..
Show more...
2 weeks ago
17 minutes

Zihin Karmaşası
Gen Z Bilgi Çağında Emanetini İstiyor-Otorite Bilgiye Kaydıkça İktidar El Değiştiriyor
Arap Baharı'ndan, küresel iklim grevlerine, Nepal'deki gençlik hareketlerinden dünyanın dört bir yanındaki protestolara... Bölgeselden küresel bir boyuta ulaşan bu tarihsel seyir, bize büyük bir dönüşümün işaretlerini veriyor. Sokaklar yine hareketleniyor, sosyal medya çalkalanıyor. Ana akım medya bize bunları birbirinden bağımsız, sadece ekonomik sıkıntıların sonucu olarak gösterebilir. Ama yanılıyorlar. Bugün otorite, tank, top, tüfek ya da toprağın ötesinde, bilginin ta kendisinde gizli. İnsanlık, önündeki gri alanın ötesinde ne olduğunu hissediyor ve elindeki bilgi setini büyütmek için büyük çaba gösteriyor. Ancak dünyada bunu anlamayan yine politikacılar oluyor. Bilginin sağladığı gücü, eski kodlarla anlamlandırıyor ve onun birleştirici gücünü, sadece kendilerine üstünlük sağlayan bir silah olarak görüyorlar. Bu yorumlarıyla sanki Dünya'ya başka bir evrenden bakıyorlar. Oysa bugün bilginin akış yönü terse dönmüş durumda. Öğretmen öğrencilerinden, anne-babalar çocuklarından öğreniyorlar. Gen Z tanımının önündeki 'Gen', generation anlamını taşısa da bir ironi olarak insanlığın mutasyona uğramış halini de temsil ediyor aslında. Z kuşağı, bu zihniyete tepkisini, iktidarları sarsarak ve dünyayı sallayarak gösteriyor. Peki, bu protestoların arkasındaki teknoloji çağının dijital yerlileri tam olarak ne istiyor? Dertleri sadece geçim sıkıntısı mı, yoksa talep ettikleri çok daha derin bir şey mi var? Bu bölümde, iktidarların neden bu isyanı anlamakta bu kadar zorlandığını, 'zihinsel körlüğün' nedenlerini ve Z Kuşağı'nın elindeki en güçlü silahı, 'teknolojik örgütlenmeyi' konuşuyoruz. Sohbeti daha detaylı olarak Monolog'daki yazımda okuyabilir veya You Tube kanalımda alt yazılı izleyebilirsiniz. İyi Pazarlar..
Show more...
3 weeks ago
19 minutes

Zihin Karmaşası
Film Yıldızları Tutkulu Aşkları Nasıl Meşrulaştırır?-Perdedeki Tutkulu Aşklar ve Topluma Yansımaları
Aşk, insanı mutlu ederken sağduyusunu kaybetmesine neden olan ve sonucunda onunla beraber toplumu da dönüştürebilen en güçlü duygudur. Aşkını doya doya yaşamak isteyen insanlar çoğunlukla toplum yasalarına takılır. Ama sinema dünyasında, film yıldızlarının aşkları yasalara takılmaz, aksine sanki kusursuz aşkın kurallarını yazarlar. Öyle ki, Hollywood aşkları, sadece magazin sayfalarını süslemekle kalmaz, bizim gibi sıradan insanların da aşka bakışını kökten değiştirir. Hatta riskli aşklara bir meşruiyet bile kazandırır. Peki mükemmel aşkları neden filmlerde ararız? Çünkü adı üzerinde, bu bir hayaldir. Titanic batarken, biz koltuklarımızda kendimizi bütün risklerden uzak tutarız. Bedenimiz, Rose'un ve Jack'in sözlerinde o dokunuşları hisseder ama okyanusun soğuk suyunun hissiyatını onlara bırakırız. Biz, yüzlerce kişinin öldüğü bir facia ortamını değil, aşkın ambiyansını yaşamak isteriz. Çünkü aradığımız şey ölüm değil aşktır ve belki de içgüdüsel olarak o yöne yönleniriz. Ömrümüzde, sadece o kısacık anda, bütün doğa ve mantık kuralları bizim lehimize işlerken acı yerine hazzı tercih etmemiz çok normaldir. Bu aşklar gerçeğin acısından muaf, sahnede sadece bizim olduğumuz hayallerdir. Film sona erse de zihnimizdeki projektör çalışmaya devam eder. Oyuncular gerçek hayatına dönse de hafızamıza o hazzı artık kazımışlardır. Biz, mükemmel aşkın kahramanları olarak onları zihnimizin dokunulmaz yerine oturtur ve filmi çekmeye devam ederiz. Bu bağlamda, bizim filmimiz, kamera durduğunda da devam eder. Hollywood'dan ulusal sinemalara yayılan bu yıldız aşkları, sadece bir hayal satmakla kalmaz; aynı zamanda kendi gizli psikolojimizi de açığa çıkarır. Hayatımızda gizlediğimiz, töreler ve tabular nedeniyle imkânsız saydığımız duygusal tercihlerimizi yıldızların aşklarını referans alarak meşrulaştırırız. Bu bölümde yaşadığı ilişkilerle aşka yeni anlamlar kazandıran Elizabeth Taylor-Richard Burton aşkını, gerçek romantizmin temsilcileri Lauren Bacall&Humphrey Bogart ikilisini, sadakatin evlilikte olmadığını ispat eden Goldie Hawn&Kurt Russell ilişkisini bulacaksınız. Ayrıca bir filmden peri masalına geçişi anımsatan Grace Kelly ve Prens Rainier evliliğini de dinleyebilirsiniz. Tüm bunların yerel sinemalara yansımalarını da Türkiye’den verdiğim örneklerde görebilirsiniz. Daha fazlası için lütfen podcasti dinleyin veya You Tube kanalımdan alt yazılı olarak izleyin. Sohbeti daha detaylı olarak Monolog'da okuyabilirsiniz. İyi Pazarlar..
Show more...
4 weeks ago
19 minutes

Zihin Karmaşası
Matematik Sadece İnsana mı Ait?- Yapay Zeka Kendi Matematiğini Yaratabilir mi?
Yapay zeka, büyük veri setlerini analiz etmekten, karmaşık simülasyonlar oluşturmaya kadar, hesaplamalı matematiğin ağır işlerini üstlenerek büyük bir güç haline geldi. Şu an itibarıyla YZ, genellikle kendisine verilen ispatları adım adım doğrulayabiliyor; ancak nihai kararı ve en yaratıcı kanıt yöntemlerinin keşfini hâlâ insan zekasına bırakıyor. Peki ya bu denge değişirse? Yapay zeka bir gün kendi başına yepyeni teoremler keşfedip, ispatlayabilirse, nasıl bir dünyaya uyanırız? Muazzam veri setleri arasında gittikçe artan bir hızda bağlantı kurabilme yeteneğini düşündüğümüzde, YZ'nin kendi teorem ve ispatlarını üretmesinin önünde mantıksal bir engel gözükmüyor. Böyle bir şey olduğunda, yapay zeka, içinde insanın olmadığı bir evreni de modelleyebilir mi? Örneğin, yaşamın temel kodlarını, tıpkı DNA gibi, matematiksel olarak kopyalayabilir mi? Bu bölümde yapay zekanın kendi matematiğini yaratma potansiyelini konuşuyoruz. Böyle bir senaryoda insanın varoluşsal kaygılarını ve insan-makine işbirliğinin niteliğini sorguluyoruz. Sohbeti daha detaylı olarak Monolog'daki yazımda okuyabilir veya You Tube kanalımdan altyazılı izleyebilirsiniz.. İyi Pazarlar..
Show more...
1 month ago
19 minutes

Zihin Karmaşası
Hepimizin İçinde Bir Afrika Var-Irkçılık Neden Sahte Bir Kavram?
Dünyayı anlamlandırmamızı ve çevreye uyum sağlayabilmemizi hafızamıza borçluyuz. Peki ya hafızamızda büyük bir boşluk varsa? Eğer yetersiz beceri ve bilgiye sahipsek, çevremizde algıladıklarımızı başkalarının yönlendirmesiyle ve önyargılarımıza göre anlamlandırırız. Mesela siyahi insanların Nuh’un lanetli oğlu Ham’ın soyundan geldiğine inananlar, bu bilgiyi sorgulamadan inandıklarında ırkçılık gibi bir kavram yaratılmış olur. Afrika’ya tarihe hiçbir katkısı yokmuş gibi davranır ve bu zararlı görüş daha da derinleşir. Oysa aynı insan, Dünya’ya yayılışımızın temelinde bir “Afrika’dan Çıkış” hikayemiz olduğunu bilse ırkçılık gibi yapay bir kavram olur muydu? Böylesine sakat bir düşünce ancak hafızamızın kayıp tarafını önyargılarla doldurduğumuz için olabilir.  Martin Luther King gibi tarihi figürler, insanlığın bu kayıp mirasını bizlere hatırlatmaya devam ediyor. Onun evrensel rüyasının kökleri, bu hafızanın derinlerine kadar uzanır. Afrika her zaman göz ardı edilmiş hatta yok sayılmış en eski kıta. Arkeolojik kazılar ve genetik çalışmalar, insanlığın en canlı zamanlarının Afrika’da olduğunu gösteriyor. Bilim dünyası, Afrika'yı Homo erectus veya Homo sapiens olarak terk edip etmediğini tartışıyor olsa da insan evriminin büyük bir bölümünün Afrika kıtasında gerçekleştiği konusunda hemfikirler. Her iki görüşe göre Afrika, insanlık tarihinin ilk kaynağıdır. Bu bölümde insanlığın ilk yolculuğu; “Afrika’dan Çıkış” hikayesini konuşuyoruz. Kayıp zamanları yakaladıkça, ırkçılık gibi yapay kavramların yerini gerçeğe bırakmaya başladığını keşfediyoruz. Sohbeti Monolog'daki yazımdan detaylarıyla okuyabilirsiniz.  İyi Pazarlar..
Show more...
1 month ago
16 minutes

Zihin Karmaşası
Kusursuz Kıyamet Yakın mı?
Dünyamız, her geçen gün yeni bir fırtına, sel veya orman yangınıyla sarsılıyor. Listeye yanardağ patlamaları, tsunamiler ve depremler gibi daha yıkıcı doğa olaylarını da eklemek mümkün. İklim krizi denince, bu felaketlerin dışında farklı senaryoları pek aklımıza getirmiyoruz. Oysa krizi önlemek adına yaptığımız her müdahalenin, bizi bilmediğimiz bir felaketin eşiğine götürebileceğinin farkında değiliz. Çok hassas bir atomik zincirle birbirine bağlı bu dengedeki her etkileşim, doğanın farklı bir yüzüyle karşılaşmamıza neden olabilir. Nihayetinde iklim krizi, sadece bildiğimiz ve yaşadığımız bir felaket olarak karşımızda durmuyor. Aksine yaşadığımız felaketler, belki de yüzleşebileceklerimizin sadece bir fragmanı. Örneğin sıcaklıklardaki ani oynamalar, okyanus akıntılarının yönünü değiştirme riski taşır. Kasırgalar, siklonlar ve seller şiddetlendikçe dünyanın "yıkım ve yeniden inşa" döngüsü en sonunda bir yerde kırılır. Örneğin Avrupa, hiç beklemediği bir buzul çağına girebilir. Bunun yanında kolaylıkla baş edebileceğimizi düşündüğümüz bir patojen, tüm bitki örtüsünü ele geçiren bir felakete dönüşebilir. Bu senaryo, tam da doğanın hassas yapısıyla böylesine bilinçsizce oynayan insana özgü bir kibrin sonucudur. Oysa bu kurgu, gerçek dünyadaki koşullar altında bilimsel olasılığı en yüksek ihtimaldir. İnsanın en büyük hatalarından biri de verimlilik uğruna kırılgan bir yapı inşa etmiş olması. Her şeyin her an yolunda gideceği varsayımıyla çalışan bir düzende yaşıyoruz. Bu kırılganlığı görmezden gelmek, kibrimizin sebep olduğu yine bize özgü bir davranıştır. Doğayı küçümsediğimizi ve kendimizi aşırı önemsediğimizi gösteren bir örnektir. Halbuki, henüz gerçekleşmemiş ama olma ihtimali yüksek bir felaket karşısında market raflarının adeta yağmalandığı zamanlar yaşayabiliyoruz. Bu panik, sürekli tedarik zincirine bağlı market raflarındaki anlık boşalma ile daha da büyüdüğünde, bir domino etkisiyle diğer ekonomik, siyasi ve sosyal zincirlere sıçrar. Bu zincir, doğadaki dengenin ne kadar hassas olduğunu gösteren  düşündürücü bir örnektir. Modern dünya, birbirine sıkı sıkıya bağlı, hassas bir ağdır. Jeofizik ve biyolojik tehditler, bu ağdaki en zayıf halkaları vurduğunda, çöküş zincirleme bir reaksiyon halinde tüm sistemi sarar. Çoğumuz bunları korkutucu senaryolar olarak görebiliriz ama bilinmezlerle dolu bir doğanın içinde korkmamız gayet normal. Felaketlere hazır olmak, her zaman gizemli kalacak doğanın varlığını olduğu gibi kabul etmekle başlıyor. Onun efendisi değil, bir parçası olduğumuzun farkına varmak büyük resmi daha net görmemizi sağlar. Bu, türümüzün ömrünün uzaması için önemlidir. Bu bölümde iklim krizinin tetikleyebileceği bilimsel felaket senaryolarını anlatmaya çalıştım. Dinlemek için linki tıklayın. Sohbeti daha detaylı olarak Monolog'da okuyabilirsiniz. İyi Pazarlar..
Show more...
1 month ago
19 minutes

Zihin Karmaşası
Kapitalizm Çok Şey Vadediyor Ama Karşılığında Daha Çok Çöp Veriyor
Dünya genelinde büyük bir çöp krizi yaşanıyor. Bu konuda her yıl binlerce çalışma ve rapor yayınlanıyor, kampanyalar düzenleniyor ancak ne yazık ki çöp dağları da aynı hızla büyümeye devam ediyor. Çünkü tüketme arzumuzu frenleyemiyoruz. Her yıl, çalışır durumda milyonlarca cep telefonu çekmecelerimizi dolduruyor veya doğaya bırakılıyor. Giymediğimiz tonlarca kıyafet, 'indirim' diye aldığımız ve bir kez bile kullanmadığımız eşyalar dolaplarımızda duruyor.  Hatta minimalist olalım derken, evimize 'o havayı' verecek yeni eşyalar alarak, aslında farkında olmadan aynı döngüyü besliyoruz. Bu atıklar sadece çevremizi değil, aslında geleceğimizi de tüketiyor. İklim krizinin sorumlusunun insan olduğunu hepimiz kabul ediyoruz. Yaşadığımız küresel ısınmanın altında doğanın kendi döngüsünden daha çok insan faaliyetlerinin olduğunu bilim insanları da söylüyor. Sonuçta çöp dağları, bir balinanın değil insanın tükettiği maddelerin atıklarından oluşuyor. Bizler ne kadar kampanyalar da yapsak iklim krizi sanki inadına daha da şiddetleniyor. Çünkü çöp sorununun ve dolayısıyla iklim krizinin arkasında  sürekli büyümeye dayalı üretim ve tüketim modelinin ta kendisi yatıyor. İnsan doğası ve onu yönlendiren iktisadi sistemin işleyişini bilmeden sorunların neden çoğaldığını sormaya devam ederiz. Kağıt üzerinde harika çözümler bulsak da sorunun kaynağını kendimizden uzakta aramaya ve sorumluluğu başkalarına atmaya eğilimliyiz. Oysa çöp dağları, tüketim çarkının işlemesinde etkin olan benim de sunduğum katkılarla büyüyor. Ayrıca 'Daha az tüket' veya 'hayat tarzını değiştir' demek, içinde bulunduğumuz ekonomik sistemin temel işleyiş mekanizmasıyla doğrudan bir çelişki içindedir. Özgür irademiz olduğunu düşünsek de kapitalizmin şekillendirdiği bilinç içinde hareket ediyoruz. Temel soru şudur: Biz daha az tüketmek istesek de sistemin duygularımızı manipüle etmesine engel olacak iradeyi ortaya koyabilecek miyiz? Bu değişimin getireceği zorluklara, vazgeçişlerden doğacak sancılı sürece hazır mıyız? Temelinde daha akıllı, dayanıklı ve sürdürülebilir bir tüketim modelini inşa edebilmek için pazarlamanın ve kolaycılığın sürekli baskısına dayanabilecek miyiz? Gerçek çözüm, bu sorulara vereceğimiz samimi cevaplarda yatıyor. Bu bölümde insanın bunları başarabileceğini tarihten örnekler vererek konuşuyoruz. Sohbeti daha detaylı olarak Monolog'da okuyabilirsiniz. İyi Pazarlar..  
Show more...
1 month ago
23 minutes

Zihin Karmaşası
Ölüm Gerçekten Bir Son mu?
Ölüm, bilimin çözemediği en kadim gizem... Onun ne içinde kalıyor ne de bilim ölümün bir son olduğunu kabul ederek onu dışlıyor. Öldükten sonra bilince ne olduğu, bilim ve teknoloji geliştikçe daha cesur ve sık sorulan bir soru olmaya başladı. Aslında ölüm, insanlık tarihinin en belirleyici kavramlarından. İnsan, diğer dünya ile iletişim kurmanın yollarını hep aramış; ölümün soğuk sessizliğine bir cevap, sevdiklerimize bir el sallayış umuduyla parapsikolojiden kehanete kadar birçok yöntemle bilinmezi anlamlandırmaya çalışmış. Sadece bilim değil, edebiyat, sanat ve sinema da bu fenomenden beslenmiş. Marcel Proust'un “Kayıp Zamanın İzinde” romanı ve Christopher Nolan'ın “Interstellar”ı gibi, maneviyatımızı ve düşünce dünyamızı zenginleştiren eserlere ilham olmuş. İnsan olarak hep sorduk; Ölümden sonra yaşam var mı? Bunun izlerin, Edgar Allan Poe'nun korkularında Albert Einstein'ın mektuplarında arıyoruz. Ölüm sonrası yaşam fikrinin insan zihninde ve kültüründe nasıl şekillendiğini araştırarak bulmaya çalışıyoruz. Sohbeti daha detaylı olarak Monolog'da okuyabilirsiniz. İyi Pazarlar..
Show more...
2 months ago
23 minutes 9 seconds

Zihin Karmaşası
Zihnin Tercümanı: Genie 3 İle Geleceğe Bakış
Google, yakın zamanda Genie 3 teknolojisini duyurdu. Her gün bir yenilik duyuyoruz, ‘bundan ne farkı var?’ diyebilirsiniz. Ancak Genie 3, düşünce ile eylem arasındaki mesafeyi sıfıra indiriyor. İnsan, yapay zekayla beynini modellemeye çalışırken, Genie 3 ile zihnindekileri gerçek dünyaya simüle edebileceği bir kapıyı aralıyor. Yani zihnimizde canlandırdığımız hayallerin fiziki dünyada temsili artık mümkün. Daha az sözcükle daha dinamik bir dünya... Adeta bilincin genişlemesi. Son teknolojileri sadece kullanmakla kalmıyoruz; onlar sayesinde zihnimiz, gelecekteki olasılıklarla bir bağlantı kurabiliyor. Gelecekte nasıl bir varlık olacağımız hakkında bize içgörüler sunuyor. İçinde bulunduğumuz çağ, tam bir ara çağ. Tıpkı dinlerin doğuşundaki mucizelere şahit olan insanlar gibi, biz de ne geçmişin tamamen geride kaldığı ne de geleceğin tam olarak geldiği bir geçiş dönemini yaşıyoruz. Bu anlamda, her iki zamanı da deneyimleyebilen insanlar olarak kendimizi şanslı hissetmemiz gerekiyor. Elbette ‘Genie 3’ gibi teknolojiler şu an için bize ‘1-2 kelimeyle hayal dünyası yaratma’ yeteneği sunuyor. Ancak asıl mesele, bu yeteneği on yıllarca nasıl kullanacağımız değil. Onun potansiyeli, ‘nasıl bir dünya yaratırım’ sorusundan çok, ‘ben bu dünyayı yaratırken nasıl birine dönüşeceğim’ sorusuna cevap veriyor. Bu teknolojiler, gerçeklik algımızı değiştirirken, evrendeki yerimizi yeniden tanımlayacağımız bir geleceğin de habercisi oluyor. Bugün çıkan her yeni teknoloji, hayatımıza bir renk katıyor; ama bir yandan da insanlık için yeni bir kimlik ve yeni bir bilinç aşamasının kapılarını aralıyor. Bu bölümde, Genie 3'ün teknik detaylarından çok, bizi nasıl bir dünyaya taşıdığını konuşuyoruz. Sohbeti daha detaylı olarak Monolog'daki yazımda okuyabilirsiniz.
Show more...
2 months ago
19 minutes 25 seconds

Zihin Karmaşası
Futbol: Gücün Değişmeyen Oyunu
İnsanlar maçlara giderken, 90 dakika için kendilerini günlük hayatın dertlerinden muaf hissederler. Birçokları için futbol, bastırılmış öfkelerini, sevinçlerini ve özlemlerini dile getirebildikleri psikolojik bir seansa benzer. Peki tarihte Roma’dan Azteklere ve günümüze kadar kitlesel sporlar, egemen güçlerin elinde nasıl bu kadar etkili bir yönlendirici güç oldu? Futbol maçları, yöneticiler için tam anlamıyla birer kamuoyu araştırmasıdır; çünkü tribünlerdeki sloganlar sokağın ta kendisidir. Bazen tehlikeli boyutlara ulaşabilen bu coşkuyu, hükümetler ağlayan bir çocuğu dinler gibi ciddiye almalıdır. Futbolun bu bulaşıcı özelliği, tarihte olduğu gibi bugün de birçok bağımsızlık hareketine ilham oluyor. Ülkeler, uluslararası ilişkilerden iç politik çekişmelere kadar hemen her alanda futbolun manyetik etkisinden faydalanıyor. Hükümetler, toplumu yönetmek için futbolu neden bir araç olarak kullanır? Bağımsızlığını kazanmaya çalışan ülkeler neden futboldan medet umar? Bir futbol topu nasıl kitlesel bir güce dönüştü? Tüm bu soruların cevabını bu haftaki bölümde bulmaya çalıştım. Sohbeti daha detaylı olarak Monolog’daki yazımda bulabilirsiniz. İyi Pazarlar..
Show more...
2 months ago
21 minutes 44 seconds

Zihin Karmaşası
Futbol: Toplumun Aynası
Futbol, üç puan almanın ve kupayı kaldırmanın çok ötesinde sonuçlar doğuran bir oyundur. Futbol, yalnızca bir oyun değil, toplumun adeta bir aynasıdır. İnsana bir kimlik ve yardım duygusu kazandırır. İnsanların ellerini kullanmadan, ayaklarıyla yarattığı bu hikayeyi, tribünlerde toplumun bir yapımını gözler önüne serer. Futbolun  basitliği, evrenselliği, yarattığı tutku ve küresel etkisi onu diğer sporlardan ayırmalar. Futbol, sadece bir oyun değil, aynı zamanda bir yaşam tarzıdır. Bu yaşam içinde deneyimlediğimiz duygular bize kendimizi tanıma fırsatı sunuyor. Saygın iş insanlarının irtifa kaybı, sakin olarak tanıdığımız dostlarımızın dönüşmesi, kitle psikolojisinin iradesinin nasıl teslim olduğunu gösteriyor. Aslında bu oyun, insanın içeriğine dair ipuçları veriyor. Belki de futbol, bize kendimizi anlatıyor. İnsanın  en karanlık  ve  en iyi durum yanlarını ortaya çıkardığı bir sahneyi izliyoruz. İnsanın kolektif ruhunun, korkularının ve arzularının aynasında kendi yansımalarımıza bakıyoruz. Çelişkili ruhumuzda kazanma hırsının altında belki de  yok olma korkusu  yatıyor. Tribünlerde görülen şiddet, modern insanın  varoluşsal yalnızlığının  bir olması olabilir. İnsanlar burada günlük hayatta kalmayı başaramadıkları halde, aslında kendilerine bile itiraf edemedikleri şeyleri sergiliyorlar. Bugün futbol  testosteron yüklü bir iktidar alanı . Ancak tarihteki gelişmelerin  değişebileceği  görülüyor. Bugün futbolun çok yönlü doğasını yapmaya çalıştım. Sohbeti daha detaylı olarak Monolog'da okuyabilirsiniz. İyi Pazarlar..
Show more...
2 months ago
19 minutes 37 seconds

Zihin Karmaşası
Mission: Impossible/Görevimiz Tehlike: Artık Geleceği Tahmin Etmek Neden İmkansız?
Mission: Impossible, 21. yüzyılda gençliğinin baharını yaşayan bir alfa kuşağı ile 1960’lı yılların gençliğini yaşamış insanların hâlâ izlemeye devam ettiği ortak bir sinema mirasıdır. Seri, geçmişteki anıları tazelerken aynı zamanda var olanlara yenilerini ekler. Bu macera, aslında 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren insanın teknolojiyle olan yolculuğunun bir hikayesidir. Teknolojinin ve insanın birbirini değiştirirken yarattığı etkileşim, Dünya’nın da nasıl dönüştüğünü gözler önüne serer. Bu anlamda Görevimiz Tehlike, sadece bugünü anlatmakla kalmaz; bize uzak bir geleceğin projeksiyonunu da sunar. Her bölümde yarattığı illüzyon bize sanki şunu söyler: ‘1966’da buradaydık, bugün buradayız ve gelecekte de olacağız.’ Bu, serinin son filmi “Son Hesaplaşma”ya kadar böyleydi. Film,  alıştığımız yapıda karşımıza çıkmıyor. Serinin “geleceği haber veren” veya en azından “bugünün ötesini kurgulayan” kimliği, bu son filmde sanki farklı işliyor. Film, artık hepimizin öngörebileceği bir geleceği anlatıyor. İnsanın merkezde olmadığı, kendi yarattığı teknolojiye ilk defa hükmedemediği bir dünyanın olabileceği, artık sadece Hollywood’un değil, hepimizin gündeminde olan bir konu. Bir yapay zekanın kontrolden çıkması ve bilinç kazanması, bugün sıradan bir insanın bile reddedemeyeceği bir ihtimal. Birkaç yıl öncesine kadar saf bilim kurgu olan bu olasılık, şimdi yakın gelecekte, hatta içinde bulunduğumuz zaman diliminde mantıklı bir varsayım hâline geliyor. Film, bizi şaşırtmak yerine, aslında bu durumu sorgulamaya davet ediyor. Sinema hala güçlü bir sanat ve eğlence aracı. Ancak öyle olsa da, görsel şölenlerden ziyade insanlar artık daha çok anlam arıyor. Evet, insanlar sarsılmak istiyor; ama bunu daha çok teknolojiyle yapmak istemiyor. Aksine, kendinden daha zeki bir varlığın olduğu bir çağda, bunu kendini keşfederek sağlamak istiyor. Her şeyin merkezinde kendini görmeye alışmış insan, yapay zeka çağında geleceğini belirsiz görüyor. Belki de tarihinde ilk defa dışa dönük insan ruhu, içinden gelen sese daha çok kulak veriyor. Yapay zeka karşısında, farkında olmadığımız bir yalnızlığa doğru sürükleniyoruz. Hollywood, artık bizi nasıl bir Dünya’nın beklediğinden daha çok, teknolojinin hızla şekillendirdiği bir gelecekte nasıl bir insan ve nasıl bir varlık olacağımızı sorguluyor. Ancak bunu, artık yan yana yürüdüğü sinema izleyicisiyle birlikte yapıyor. Çünkü dönüşen her sektör gibi sinema endüstrisi de bundan daha fazlasını hayal edemiyor. Bu bölümde "Görevimiz Tehlike"nin sadece bir film serisi olmadığını, aynı zamanda insanlığın teknolojiyle olan çalkantılı yolculuğunun bir aynası olduğunu anlatmaya çalıştım. Sohbeti Monolog'daki yazımda daha detaylı okuyabilirsiniz. İyi Pazarlar..
Show more...
3 months ago
21 minutes 52 seconds

Zihin Karmaşası
Faizsiz Finansın Dijital Dönüşümü İnsanlığa Ne Vadediyor?
Geçen hafta, paranın konvansiyonel ve İslami finansta nasıl farklı anlamlar taşıdığını tartıştık. Bu felsefi ayrım, dünyada birbirine rakip iki ayrı finans endüstrisinin oluşmasına sebep oldu. İslami finans, paradan para kazanmanın yasak olduğu, gerçek ekonomik faaliyetleri prensip edinen bir finans modelidir. Faizi dışlaması ve risk paylaşımına dayalı yapısıyla küresel finans sistemine etik bir alternatif sunar. Bugün İslami finans sadece Müslümanlara yönelik bir finans modeli olmanın çok ötesindedir. Teknolojiyle büyümeye devam eden faizsiz finans, etik yatırım arayan herkesin alternatifi haline geliyor. Ancak, faiz temelli küresel finans sistemi içinde yeterli enstrümanlara sahip değildir. Bu da operasyonel sınırlılıklar ve derinlik eksikliği gibi zorluklar yaşamasına sebep oluyor. İşte bu noktada, teknolojinin dönüştürücü gücü, katılım bankacılığına nefes alabileceği bir alan yaratıyor. Özellikle yapay zeka (YZ) ve blockchain gibi dönüştürücü teknolojiler, İslami finansa bu zorlukların üstesinden gelecek araçları ona sunuyor. Üretilen teknolojilerin her zaman felsefi bir derinliği olmuştur. Teknoloji, insanlık tarihi boyunca sadece sorunlara farklı çözümler üretmez. Evrene ve kendimize dair algılarımızın da kökten değişmesine sebep olur. Bu bağlamda İslami finansın etik duruşu ve teknolojinin dönüştürücü gücü, sadece finansal işlemleri kapsamıyor. Aynı zamanda insanlık için daha dengeli bir değerler sistemini de beraberinde getirme potansiyeli taşıyor. Belki de aranan adil dünya, teknolojinin sunduğu bu imkanlarla, inancın ve inovasyonun kesişim noktasında yatıyor. Bu bölümde teknolojinin, İslami finansı nasıl daha verimli, şeffaf, erişilebilir ve rekabetçi hale getirebileceğini tartışıyoruz. Ahlaki değerleri merkeze alan bir finansal sistemin geleceği nasıl inşa edebileceğini bu yayında derinlemesine inceliyoruz. Sohbeti detaylarıyla Monolog'daki yazımda okuyabilirsiniz. İyi Pazarlar..
Show more...
3 months ago
19 minutes 21 seconds

Zihin Karmaşası
Paranın İslami Seyri: Faizsiz Ekonomi Mümkün mü?
Baskın ekonomik modeli uygulayan ülkelerin paraya bakışı ile bir Müslüman'ınki arasında temel bir ayrım vardır. Parayı bir meta olarak gören kapitalizm, ondan ayrı kalmanın bedelini faiz olarak ister. Oysa İslam, paranın faiz getirisine karşıdır ve bunu haram kabul eder. Bugün dünyada hayatı farklı algılayan iki finans sistemi var. İslami finans, risk paylaşımını ve reel ekonomik faaliyeti şart koşarken geleneksel sistemde faiz, paranın zamanla büyümesine dayanır. Ancak bütün mesele de burada başlıyor. Parayı, insanın inanç ve değerler sisteminde olması gereken yere oturtmak.. Faizsiz bankacılıkta yapılan bütün çalışmalar, akıl ile kalbin uyumunu sağlamak içindir. İslami finans, sadece bir hesap kitap meselesi değil; inançla eylemin uyumudur. Tıpkı helal gıda arayışı gibi, faizsiz para dolaşımı da manevi bir ihtiyacı karşılar. Bugün, modern finans dünyasında inanç ve eylemin uyumunu esas alan İslami Finansı anlatmaya çalıştım. Faizsiz bankacılık nasıl işler? Geleneksel sistemden farkı ne? Ve en önemlisi 'helal kazanç' ilkesi küresel ekonomide neden giderek daha fazla ses getiriyor? Sohbeti Monolog'daki yazımda daha detaylı okuyabilirsiniz. İyi Pazarlar..
Show more...
3 months ago
21 minutes

Zihin Karmaşası
Moby Dick: Hakikat Doğaya Teslimiyette mi Yoksa Tanrı'ya İsyanda mı?
Melville’in ölümsüz eseri Moby Dick, yalnızca bir balina avcısının hikâyesini değil; tutkuyu, intikamı ve Tanrı’ya meydan okuyuşu anlatır. Kaptan Ahab’ın beyaz balinayla ölümcül mücadelesi, aslında hepimizin içindeki doğayla inatlaşmayı anımsatır. Kendi ellerimizle ince ince ördüğümüz kaderin ipleri, tıpkı Moby Dick’te olduğu gibi, bir gün bizi aşağı çekecek şekilde ayağımıza dolanır. Deniz, sınırsız derinlikleriyle, bilinmezliğiyle ve sonsuz fısıltılarıyla insanı her zaman büyülemiştir. Kimi için bir kaçış, kimi için bir meydan okuma, kimi içinse kendi ruhunun aynasıdır. Peki ya bu engin mavilikler, sadece bir su kütlesinden ibaret değilse? Ya inançlarımızla, sorgulamalarımızla, hatta isyanlarımızla iç içe geçmiş devasa bir sembolse? İnsan ruhu da yüzeyde okyanuslarda olduğu gibi sakin görünür ama derinlerinde bambaşka bir dünya yatar. Neşeli gördüğümüz bir insanın tebessümünün altında, açıklanamaz bir lanet veya içsel bir çatışma yatabilir. Bu çatışmalar insan ruhunu öylesine yıpratır ki, onu Tanrı’ya karşı çaresiz bir isyana sürükler. Bugün, Herman Melville'in ölümsüz eseri 'Moby Dick'i analiz ediyoruz Kaptan Ahab'ın beyaz balinaya duyduğu saplantılı nefretin sadece bir intikam hikayesi olmadığını, aksine insan doğasının derinliklerine, kaderin gizemine ve belki de Tanrı'nın sessiz adaletine dair kadim bir sorgulama olduğunu tartışıyoruz. İsmail'in hayatta kalışıyla başlayan bu hikayede, Yunus Peygamber'in balinanın karnındaki yalnızlığından Eyüp'ün isyanına; insanlığın kendi sınırlarını zorlayan arayışlarından, doğanın kayıtsız gücüne uzanan düşünceleri sorguluyoruz. Deniz, bizi neden çağırır? İnsan ruhunun karanlık derinlikleri, bizi nerelere sürükler? Ve nihayetinde, kendi yarattığımız kader iplerine nasıl dolanırız? Güzel bir Pazar günü için podcasti dinleyin ya da Monolog'da daha detaylı olarak okuyun. İyi Pazarlar..  
Show more...
3 months ago
22 minutes 37 seconds

Zihin Karmaşası
Budizm: Din Değil, Bir Yaşam Yolu
Gotama Buddha, sözlerinde aydınlanmanın peşinden koşmak için değil, iyiyi aramak için saraydan ayrılıp doğaya karıştığını belirtir. Bu "iyi” iyinin ve kötünün ötesindedir. O, 29 yaşında ayrıldığı saraydan 80 yaşında Kusinagar'da ölene kadar en iyi nasıl yaşanacağını aramıştır. Başkalarının ne yaptığı değil, kişinin hakikati araması önemlidir. Herkes kendisi için gerekeni yapar. Doğu maneviyatında fiziksel dünya, Batı'da olduğu gibi salt madde değil, zihin ve bedenin koşullu birlikteliğidir. Kuantum fiziğinin gösterdiği gibi, gerçeklik algımızın ötesine uzanan bu derinlik, Buddha'nın duyuların yanıltıcı olduğunu anlatan acının soylu nedeni (Samudaya) gerçeğine de güzel bir göndermedir. Bu gerçek Batı'yı ve Doğu'yu birbirine yaklaştırır ve birbirlerinin göremediği gerçeği görmelerini sağlar. Belki de insanlığın aradığı evrensel huzur bu farklı yöntemlerin diyaloğunda yatıyordur. Konu inanç olunca günlerce konuşulabilir. Oysa kişisel inanç söz konusu olduğunda, Budizm'de olduğu gibi insan biraz içine dönmelidir. Kısacası insanlar biraz yalnız kalmayı öğrenmelidir. İnsanın iç huzurunu yakalaması için içindeki cevherden başka birine ihtiyacı yoktur. En büyük cehennem arzulara bağlılık, cennet ise zihinsel kurtuluştur. Bu bağlamda, herkes kendi cennet ve cehennemini yaşar. Kutsal birini anlatmak, çevresi efsanelerle çevrili olduğu için gerçekten çok zor. Özellikle üzerine yeni eklemeler yapıldıkça birçok efsane ve mitin arasında doğruyu yakalamak bir tarihçi için oldukça yıpratıcı olmalı. Peygamberler veya bir öğretinin kurucuları, bütün insanlığın içindeki saklı düşünceleri dile getirebildiği, hakikati kavradığı için tanrılaştırılırlar. Ancak renklendirmelerin ve kutsallaştırmaların arasında gerçeği görmek de bir o kadar zorlaşır. Ne var ki zaman ilerledikçe unutan bir hafızaya sahip insan için mucizelerin varlığının geçerli bir sebebi var. Zamanla hafıza arasındaki bu ters orantı, tıpkı geçen hafta tartıştığımız gibi, inançlarımızı canlı tutan mucizeleri bizim açımızdan gerekli kılar. Bu dinleri kuranlar bugünleri görebilselerdi, öğretilerinin bu şekilde yorumlanmasına herhalde hayret ederlerdi. Bununla birlikte inançların bu kadar diri kalmasında da efsanelerin büyük payı olduğunu anlarlardı. Bu hafta Siddartha Gotama, yani Buddha'yı anlattım. Binlerce yıl önce, kadim bir diyarda hayatın ve acının anlamını sorgulayan ve yol arayışında varoluşun sırlarına bir bodhi (incir) ağacının altında ulaşan Buddha’nın ölene kadar sürdürdüğü hakikat yolculuğunu öğrenmek için lütfen podcasti tıklayın. İyi Pazarlar.. Not: Sohbeti daha detaylı olarak Monolog'da okuyabilirsiniz.
Show more...
4 months ago
23 minutes 37 seconds

Zihin Karmaşası
Tarih Ne Kadar Nesnel Olabilir?
Tarih bilimi, doğaüstü olaylara yaklaşırken onları rasyonel bir yapıya oturtmaya çalışır. Anlatılan mucizelere makul, doğaüstü olmayan, fiziksel ve sosyal yasalara uygun bir açıklama bulmayı hedefler. Burada tarih, mucizelerin varlığını inkar etmez, sadece onları tarihsel araştırma kapsamının dışında tutar. Kutsal bir kişilik, gerçek kabul ettiğimiz anlatıların aslında üzeri mucizelerle örtülmüş bir halidir. Dokunmanın yasak ve sorgulamanın saygısızlık kabul edildiği mitlerden ibarettir. İnsandaki bu yüceltme eğilimi, gerçeğin her zaman bir sis perdesinin ardında kalmasına neden oluyor. Bu durumla inanç dünyasının dışında da sıkça karşılaşıyoruz. Örneğin bazı siyasi liderlerin veya ulusal kahramanların eksiklerini görmezden gelebiliyoruz. Bu durum, hayatın her alanında, gerçeğin aslında ne kadar yanlı bir hikaye olduğunu açıkça gösteriyor. Bir tarihçinin karşılaştığı en zor durum, geçmişi en gerçekçi haliyle ortaya koyabilmektir. En gerçekçi diyorum çünkü saf gerçeği yansıtmak imkansızdır. Tarihin yazıldığı anda binlerce değişken iş başındadır ve bazıları bir daha ulaşılmamak üzere yok olurlar. Kısacası geçmişte yaşanan her ayrıntıyı, her düşünceyi ve her hissi birebir yeniden yaratmak pratikte mümkün değildir. Bu sebeple tarihi, elde kalan kısıtlı malzemeyle görebiliriz ve ona uygun yorumlarız. Teknoloji bizi gerçeğe yaklaştırıyor mu, yoksa durum daha karmaşık bir hâl mi alıyor? Ve belki de en önemlisi, biz neden bu masallara, bu mucizelere ihtiyaç duyuyoruz? Daha fazlasını içerikte bulabilirsiniz. Dilerseniz sohbeti Monolog'da daha detaylı okuyabilirsiniz. İyi Pazarlar..  
Show more...
4 months ago
17 minutes 31 seconds

Zihin Karmaşası
Davut'un Sapanı: İsrail'i Büyüten Güç, Dünya'ya Barışı da Getirir mi?
Bu bölümde insanlık tarihi boyunca, farklı coğrafyalarda, farklı liderlerin elinde bambaşka biçimler alarak defalarca tekrarlanan evrensel bir stratejiyi, “Davut’un Sapanı”nı anlatıyoruz. İsrail'in varoluş felsefesini ve politikalarını şekillendiren o 'Davut'un Sapanı' nedir? Ve en önemlisi, bu kadim strateji, Ortadoğu'ya, hatta Dünya’ya barışı da getirebilir mi? Bu konulara değiniyoruz. Sohbeti daha detaylı olarak Monolog'daki yazımda ele aldım.  İyi Pazarlar..
Show more...
4 months ago
19 minutes 55 seconds

Zihin Karmaşası
Her şeyin dönüştüğü dünyada konuşmamız gereken şeyler var