
ak, hayatsız bir cisim, büyük bir dağ dahi olsa, yetîmdir, garibdir, yalnızdır. Münâsebeti, yalnız oturduğu mekân ile ve ona karışan şeyler ile vardır. Başka, kâinâtta ne varsa, o dağa nisbeten ma‘dûmdur. Çünkü ne hayatı var ki, hayat ile alâkadâr olsun. Ne şuûru var ki, taalluk etsin. Şimdi bak, küçücük bir cisme, meselâ balarısına. Hayat ona girdiği anda bütün kâinâtla öyle münâsebet te’sîs eder ki, bütün kâinâtla ve hususan zeminin çiçekleriyle ve nebâtâtları ile öyle bir ticaret akdeder ki, diyebilir, “Şu arz benim bahçemdir, ticarethânemdir.” İşte zîhayattaki meşhur havâss-ı zâhire ve bâtına duygularından başka, gayr-i meşhûr sâika ve şâika hisleriyle beraber o arı, dünyanın ekser envâıyla ihtisâs ve ünsiyet ve mübâdele ve tasarrufa sâhib olur. İşte en küçük zîhayatta, hayat böyle te’sîrini gösterse, elbette hayat, tabaka-i insaniye olan en yüksek mertebeye çıktıkça, öyle bir inbisât ve inkişâf ve tenevvür eder ki, hayatın ziyâsı olan şuûr ile, akıl ile bir insan, kendi hânesindeki odalarda gezdiği gibi, o zîhayat kendi aklı ile avâlim-i ulviyede ve rûhiyede ve cismâniyede gezer. Yani o zîşuûr ve zîhayat, ma‘nen o âlemlere misafir gittiği gibi, o âlemler dahi o zîşuûrun mir’ât-ı rûhuna misafir olup, irtisâm ve temessül ile geliyorlar. Hayat, Zât-ı Zülcelâl’in en parlak bir burhân-ı vahdeti ve en büyük bir ma‘den-i ni‘meti ve en latîf bir tecellî-i merhameti ve en hafî ve bilinmez bir nakş-ı nezîh-i san‘atıdır. Evet, hafî ve dakîktir. Çünkü envâ‘-ı hayatın en ednâsı olan hayat-ı nebât ve o hayat-ı nebâtın en birinci derecesi olan çekirdekteki ukde-i hayatiyenin tenebbühü, yani uyanıp açılarak neşv-ü nemâ bulması, o derece zâhir ve kesrette ve mebzûliyette ülfetSayfa 184Eliflerin Adedi(16)içinde zaman-ı Âdem’den beri hikmet-i beşeriyenin nazarında gizli kalmıştır. Hakîkati, hakîkî olarak beşerin aklı ile keşfedilmemiş. Hem hayat o kadar nezîh ve temizdir ki, iki vechi, yani mülk ve melekûtiyet vecihleri temizdir, pâktır, şeffaftır. Dest-i kudret, esbâbın perdesini vaz‘ etmeyerek doğrudan doğruya mübâşeret ediyor. Fakat sâir şeylerdeki umûr-u hasîseye ve kudretin izzetine uygun gelmeyen nâ-pâk keyfiyât-ı zâhiriyeye menşe’ olmak için esbâb-ı zâhiriyeyi perde etmiştir.Konuşma metni