
TasdîknâmeBekā-yı rûh, melâike ve haşir gibi üç mes’ele-i mühimmeyi, hârika bir sûrette isbat eden Yirmi Dokuzuncu Söz risâlesinin hakkāniyetine bir sikke-i tasdîk sûretinde kerâmet derecesine çıkan hârika tevâfukāt-ı elifiyesi, te’lîften takrîben beş sene sonra hatt-ı hakîkîsine yakın bir müstensihin başta yazıldığı gibi, sür‘atle, bir tek gecede yazmasından, bütün sahîfelerde eliflerin adedi birbiri ile tevâfuk ettiği gibi; on altı def‘a on altı elifler geldiğini kemâl-i hayretle gördük. Yine takrîben beş ay o sırdan sonra, aynı nüshada eliflerden hâriç kalan hurûfâtın karşılıklı sahîfelerde acîb tevâfukātını gördük. Tahmînen on beş gün sonra gördük ki, mecmû‘-u eliflerin adedi beş yüz birde tevâfuk ettiğini hayretle gördük. Tahmînen dört beş gün sonra, eliflerden başka hurûfâtın tevâfuksuz kalan iki yerde, bu kadar tevâfuk ve intizâm içinde bunların hâriçte kalması sebebsiz değil, hatıra geliyordu. Namazın tesbîhâtında hatıra geldi ki, bunların başka bir vazîfe-i tevâfukiyesi var. Dikkat ettik, gördük ki, on altıncı sahîfede (ي) on yedinci sahîfede (ر) gelip, tevâfuk etmediğini; on altıncı sahîfeye kadar satırların mecmû‘-u adedi, risâlenin ünvanı ile beraber iki yüz on olup, bu (ي) ve (ر) aynen tam tamına iki yüz onda tevâfuk ediyor. Demek, kaç satır geçtiğini göstermek için tevâfuk etmemiş. On altıncı sahîfe sayılmadı. Çünkü bu işaret, kendi sahîfesinin mâkablindeki sahîfeler adedini gösterdiğinden hâriç kalmıştır. On dördüncü sahîfe-de karşı karşıya iki on dört gelip, âyette iki (ف) satır başında gelmiş. Karşıki sahîfede bir (م) bir (ب) geliyor. Tevâfuk etmediğinin sırrı, bu hurûfun o sahîfenin nihâyetine kadar eliflerin mecmû‘-u adedi iki yüz iki olup, (م، ب) (ف، ف) harflerinin makam-ı ebcedîsinin adedi, yine iki yüz iki ederek, aynı adede tevâfuk etmesini hayretle gördük. Yalnız yaldızlı tek bir nüshanın müstensihi, sehven, ihtiyârsız bu kerâmet-i tevâfukiyeye on dört yerde kalem karıştırdığından, bu sırrı karıştırmıştır. Bu sırlı sahîfeden evvelkilerde dört elif noksân bırakmış. O dört elifin yerine, gelecek sahîfelerde dört elif ziyâde olmuş. On Dördüncü sahîfedeki harfler eliflerin adedini, on altıncı ve on yedinci sahîfelerdeki hurûfâtHâşiye: Kerâmetli Yirmi Dokuzuncu Söz’ün bir sikke-i tasdîk sûretinde Risâle-i Nûr Şâkirdleri’nin tasdîknâmesi yazıldığı vakit, tevâfuka kat‘iyen isti‘dâdı olmayan, hiç tevâfuku hatırına getirmeyen ve baştansavma derecesinde dikkatsiz yazdığı bir tek sahîfede hârika bir sûrette seksen bir tevâfuk olup, o sahîfenin ikinci satırı olan o tasdîknâmenin ma‘nâsını ifade eden “sikke-i tasdîk” cümlesindeki “sikke-i” kelimesinin aynı adedine tevâfuk edip, Risâle-i Nûr Şâkirdleri’nin sikke-i tasdîklerine cifrî bir sikke-i tasdîk basmış denilebilir.Arkadaşlar, tevâfuku tasdîk ettiler. Tevâfuk da dönüp onları tasdîk etti. Sikke-i tasdîklerine bir sikke-i tasdîk oldu.Sayfa 216ise, geçmiş satırların adedlerine tevâfuk etmesi olan, bu iki sırr-ı mühimmi gösteren bu sahîfeler, birbirine muttasıl, hem o harfler iki yüz ikide ittifâk ettiği gibi, sekiz fark ise, sekizinci satırdan evvelki satırlar olduğuna bir îmâdır. Elifden başka gelen harflerin en âhirki sahîfelerde iki (ت) iki (ب) eliflerin mecmû‘-u adedi ile bin üç yüz beş (m. 1888) edip, müellifin Kur’ân’ı hatmederek, ilme başladığı tarihe tevâfuk etmekle beraber, sonradan ilâve edilen baştaki ta‘rîfnâmenin on iki elifinin tenzîli ile, müellifin târîh-i velâdetine tam tamına tevâfuku kat‘iyen tesâdüfî olamaz, belki bir işâret-i tevfîk olarak bir tevâfuk-u gaybîdir. En âhirki sahîfede, eliften başka sâir kesretçe elifli sahîfelerin aksine olarak satır başında gelen (ذ، ف، س) eliflerin mecmû‘-u adediyle bin üç yüz kırk bir (m. 1926) ederek, otuz üç mertebeli Risâle-i Nûr’un mebde’-i te’lîfi olan bin üç yüz kırk bir tarihini, aynen bu “Yirmi Dokuzuncu Söz” nâmındaki Risâletü’n-Nûr’un yirmi dokuzuncu mertebesi, âhirki sahîfesiyle bu sırrı gösterdiğini kemâl-i hayretle gördük.(Hâşiye-1) (Hâşiye-2) (Hâşiye-3) (Hâşiye-4) (Hâşiye-5)...