geleceğe bırakmak istediğimiz hatıralarımızda yer alacak gelecek anılarımız için kendimize şimdi şu an nasıl “an”lar inşa ediyoruz? kendimizle çevremizle hayatla bildiklerimizin hepsi birer anının tortusu değil mi?
Biz artık her şeyi şimdi istiyoruz. Beklemek çağ dışı bir fikir gibigeliyor.Ama ironik olan şu ki, en çok da başlamayı bekliyoruz.
ruhun yorgunluğunu ve insanın kendi zihniyle kurduğu kırılgan ilişkiyi nasıl anlayabiliriz?
bazen insan, kim olduğunu anlamak için aynaya değil… sofraya bakmalı.
gözle gönül birlikte ve seyirle açılır. herkes kendi gözü kadar, gözünü açabildiği kadar görebiliyor dünyayı, iyiliği,fedakarlığı, insanı, huyları, kötülüğü, iddiaları, hırsı ve daha fazlasını, azını.
belki de insanı insan yapan şey, birbirimizin yaralarını taşımak için icat ettiğimiz sanat formlarıdır. şarkılar, şiirler, resimler. hepsi bir tür duygusal dayanıklılık aracı. çünkü bir başkasının sanatında kendimizi bulduğumuzda, ‘yalnız değilim’ diyoruz. işte o an, en kırılgan yerimizde bile yaşamaya devam edebiliyoruz.
en acı gerçek şu: biz, insanlık tarihinin bütün deneyimlerine rağmen, hâlâ acemiyiz.
içimizdeki odalara kim bakıyor? belki de Ruhi Bey tam burada karşımıza çıkıyor.
sahibinden ihtiyaçtan.
sahibinden ihtiyaçtan.
bir bakış sadece bir bakış değildir. bir bakış, bir dünyayı yeniden kurar. hangi dünyada yaşamak istediğimize karar verme zamanı geldi. bu senin de sorumluluğun "bro"
ne dersin?
ve Geçtan devam ediyor:
“Fark edemiyorsak, zaten bizim için içinden çıkılması gereken bir durum da yok.” Yani bazen kendi acımızın bile farkında değiliz. Kendimize bir hikâye yazmışız, içinde yaşayıp gidiyoruz. Dışarıdan bakıldığında 'iyi' gözüküyoruz, ama içeride bir yankı var. Boş bir odada kendi ayak seslerini duymak gibi.
Hiçbir terapist, hiçbir ilişki, hiçbir kariyer… Sen kendine dönüp bakmadıkça, hiçbir şey seni tam anlamıyla iyileştirmeyecek. Çünkü o anahtar senin içinde ve açılması gereken kapı da senin kalbinde.
Çünkü burası…
gerçekle temas etmeye cesaret eden insanların nefesine ihtiyaç duyuyor. görüntünün altındaki hakikate bakan gözlere, sadece kendiyle değil, yaşadığı toprakla da hesaplaşanlara
insan, en çok ne zaman terk eder kendini
biliyor musun? sevilmek için susması gerektiğini sandığında. anlaşılmak için kendini küçülttüğünde.
Hayatta hiçbir duygu kalıcı değil. Zamanla bizi büyüten belki de yaşadığımız her şeyin geçiciliğini kabullenerek tüm duyguları sahiplenmek. Umut dolu olmanın heyecanıyla, cebindeki iyi niyetlerini birer tohum olarak toprağa bırak. Onlarla yeşert kendini. "Unut ve affet ekşi üzümden iyi şarap olmaz." Ulaşman gereken bir sen yok, her zaman yolda olmak mesele.
değersizlik ve onun gölgesinde çıkan kıskançlık. ikisi de sessiz ama bir odada bulunduklarında her şeyi değiştirir.
bir düş gerçeğe değdiğinde içimizde nereye temas ediyor?
beş yıl önce kendime sorduğum soruları tekrar dinlemek hepimize iyi gelsin. "bugünkü seni kaç yıl önce yaptığın bir tercih yarattı? aldığın hangi karar, kurduğun kaç hayal durduramadığın kalp atışlarına sebep oldu? Ecem bu bölümde, 20 sene önceki o minik kız çocuğunu yanına alıyor. seni de kendi çocukluğunun gözlerinin içine bakmaya davet ediyor." yazmışım, sahibinden ihtiyçatan işte.