
Bir keresinde bu meselenin izahını yaparken birisi dedi ki: “Ben bunu duymadım.” Ben de “Duydum!” dedim. “Sen duymamışsan başının çaresine bak! Çünkü ben duyduğumuzu çok iyi hatırlıyorum.” Ne ile duyduğum sorulacak olursa; içimdeki ebed arzusuyla, mütenâhî olduğum hâlde nâmütenâhî arzularımla duydum bu sesi.
Evet, esasen ben Allah’ı da hakkıyla bilemem; çünkü sınırlıyım. Sınırsızı nasıl idrak edeyim? İşte sınırsıza karşı içimdeki bu hâhişkârlık ve arzu ile onu duyduğumu anlıyorum. Şu sınırlı âlemde benim gibi bir böcek, sınırlı âleminde, sınırlı hayatını yaşayıp ölmesi gerekirken ve onun düşünce sahasına giren şeyler de böyle sınırlı şeylerden ibaret olması gerekirken, ben sınırsızlık içinde nâmütenâhîyi düşünüyorum. İçimde ebed arzusu var; ruhumda Cennet ve Cemâlullah arzusunu taşıyorum. Bütün dünya benim olsa, gamım gitmiyor. İçimde bu hâl var ki, bundan dolayı ben “Onu duydum.” diyorum.