
Sınırlar, sınırlarımız, sınırlarınız…
Sınır koymak, çoğu zaman sandığımız gibi uzaklaşmak değildir.
Bazen, yaklaşabilmek için nerede duracağımızı bilmektir.
İlişkilerde, işte, hatta kendimizle olan iç konuşmalarımızda...
Ne kadar veririz, nerede dururuz, ne kadar alırız?
Bunlar sadece davranış soruları değil; kim olduğumuzu hatırlatan sessiz aynalardır.
İnsanın “ben” diyebilmesi, başkasına “sen” diyebilmesinin de ön şartıdır.
Ama çoğu zaman, sınır çizmekten korkarız — kırmaktan, kaybetmekten, yanlış anlaşılmaktan. Oysa sınır, sevgiyi azaltmaz; niyeti berraklaştırır.
Bu bölümde şunu soruyoruz:
Bir ilişkide sınır çizmek, nasıl olur da soğutmak yerine ısıtır?
Sertlik değil, incelikle çizilen bir çizgi nasıl yeni bir yakınlık yaratır?
Belki de mesele, mesafe koymakta değil —
o mesafenin içinde yeniden temas etmeyi öğrenmekte.