Bugün Taha Elgazi'yi destek olmak için bir araya geldik.
Suriyeli insan hakları aktivisti Taha Elgazi, Cuma günü, eşi ise Cumartesi günü evlerinden alınarak Geri Gönderme Merkezi’ne götürüldüler.
Taha Elgazi’nin nerede olduğunu, neden gözaltına alındığını uzun süre öğrenemedik. 19 Mayıs Pazartesi sabahı ise ne yazık ki sınır dışı edildiklerini öğrendik.
Bu konuda kamuoyunu bilgilendirmek adına Taha Elgazi’nin de katılacağı yayında birlikte olacağız.
Konuğumuz Pakistan'ın Karachi şehriden bağlanıyor: Farid Bin Masood. Farid, Karachi Üniversitesi'nde sosyoloji alanında okutmandır.
Farid ile bu programda Pakistan ve Hindistan arasındaki ateşkesin ardından yaşananları konuşuyoruz. Her iki yerde de kutlamalar başladı - sanki hiçbir şey olmamış gibi.
Annem, 'Bu üç gün boyunca perişan haldeydik', dedi. Neredeyse üç gün boyunca elektrik yoktu. Her akşam savaş uçakları çatımızın üzerinden uçtu, bu bizi çok endişelendirdi. En son benimle konuştuğunda, "Ben senden uzaktayım ve sen burada değilsin. Eğer burada başımıza bir şey gelirse, lütfen kardeşlerin ellerini bırakma" dedi. Sanki son sözlerini söylüyormuş gibi hissettim. Benim de çaresizlik içinde uzaktan izlemek, takip etmek ve dua etmekten başka bir şey gelmedi.
Ammar Ali Jan, Jacobin'de, "Hindistan ve Pakistan Felaketin Eşiğinde" başlıklı, Tarık Ali'nin NLR'deki makalesini daha açık bir şekilde yeniden yazdı.
"Pek çok Hindu milliyetçisi son Pahalgam terör saldırısını “Bizim 7 Ekimimiz” olarak nitelendirdi ve şimdi Pakistan'ın “enkaza dönüştürülmesi” çağrısında bulunuyor. Zayıf bir ateşkes altında bile milliyetçi kılıçlar uluslararası hukukun çöküşüyle çarpışıyor."
Şu anda her iki devlette de orduların cesareti övülüyor. Askerlerin ne kadar cesur olduğundan bahsediliyor. Buradaki asıl mesele - çoğu zaman unuttuğumuz mesele - Keşmir'dir.
Bu yayın Keşmir bağlamında, Keşmir'in tarihsel bağlamını vermeye çalışıyor, Pahalgam saldırısı sonrasında Keşmir'in durumu hakkında konuşuyoruz. Masala e Keşmir 'line of control' (kontrol hattı), 'war on terror' (teröre karşı savaş) Amerika'nın teröristlerden kurtulma konusundaki ikiyüzlülüğü, Hindutva ve Siyonizm'le ilgili konuşuyoruz.
Fakat öncesinde özet olarak hızlıca dünya gündemini aktarmak istiyorum.
The Guardian manşetinde, Mahmood Khalil yeni doğan çocuğu için bir mektup yazdı. Öte yandan ABD'deki üniversitelerde öğrencilere polis zorbalığı devam diyor. Columbia Üniversitesi'nde kütüphanedeki Filistin yanlısı protestonun ardından 65'ten fazla öğrenciye uzaklaştırma cezası verdi.
Burada iki iyi haber ise Mohsen Mahdawi ve Rumeysa Öztürk serbest bırakıldı. Mahdawi serbest bırakıldığı gün Trump’a meydan okuyarak şöyle dedi: “Senden korkmuyorum. Bu mücadele bir sevgi, adalet ve insanlık mücadelesidir.”
Venezuelalı 19 yaşındaki Merwil Gutiérrez, Bronx’ta gözaltına alındı ve El Salvador’daki bir hapishaneye gönderildi. Suçu? Venezuelalı olmak. Babası Wilmer Gutiérrez haykırıyor: “Hayallerimizi yıktılar. Bu adaletsizliğin olacağını hiç düşünmemiştik…”
Georgetown Üniversitesi'nden Badar Khan Suri ise ICE tarafından “yüksek güvenlikli tehdit” olarak tutuluyor. Filistin’deki soykırıma dikkat çektiği için cezalandırılıyor. Profesör Nader Hashemi şöyle diyor: “Badar, acısını anlamlı hale getirmek istiyor: Eğer bu baskılar Gazze’deki soykırıma dikkat çekmeye yarayacaksa, buna değer.”
Son olarak, geçen hafta veremediğim Türkiye'den iki haber vermek istiyorum:
1 Mayıs sabahı Antep’te biri çocuk iki işçi hayatını kaybetti. 14 yaşındaki Suriyeli çocuk işçi Ali, Tekstilkent’te çalıştığı atölyede, asansörle duvar arasında sıkışarak öldü.
24 Nisan’da ise İzmir’de, dört çocuğuna tek başına bakan Suriyeli bir kadın, M., komşusu ve çocukları tarafından “Suriyelileri bu mahallede istemiyoruz” diyerek saldırıya uğradı. Komşu, sadece şiddet uygulamakla kalmadı, aileyi şikayetçi olurlarsa evlerini yakmakla, çocuklarını öldürmekle tehdit etti. Aile şikâyet etmekten korkuyor. Göçmenlerle Kardeşiz Platformu acil yardım çağrısında bulundu. Bu sadece bir olay değil, toplumun fay hatlarındaki ırkçılığın gündelik hayata nasıl sızdığını gösteriyor.
Pakistan Hindistan sınırında yaşanan gece saldırılarının ardından, Lahorlu Waseem Ahmad Siddiqui ile bu saldırıları ve tarihsel arkaplanını konuşuyor, Tarık Ali'nin bölgenin kültürel ve siyasal yapısını değerlendirdiği makalesine değiniyor ve Faiẓ Aḥmad Faiẓ'in şiiriyle bölümü sonlandırıyoruz.
Konuşacak pek çok şey birikti; geçen hafta Pahalgam Keşmir saldırısı sonrasında Pakistan ve Hindistan arasında gerilimler yeniden başladı.
Aklım bir yandan Pakistan'dayken, İstanbul'da deprem olmadan önce ABD'deki uluslararası öğrencilerin tutuklanmasıyla ilgili konuştuk. Neredeyse üç programımız bu meseleler üzerindeydi ve iki konuğumuz ABD'den bize bağlanmıştı. Her ikisiyle ABD'de olup bitenlere yakından takip ettik ve takip etmeye de devam ediyoruz.
Burada özellikle Mohsen Mahdawinin tutuklanması beni çok üzdü. Mohsen, Columbia Üniversitesi'nde Felsefe bölümünde okuyordu. Son dönemdeydi ve mezun olmak üzeredeydi ama şu an gözaltı merkezinde tutuluyor. Kendisi, vatandaşlık mülakatı esnasında tutuklanıyor. Mohsen, tutuklanmadan bir gün önceki CBC Evening'de yaptığı röportajda çok şey söylüyor. Kendi deyişiyle, 'Benim okul ve okul dışında verdiğim mücadele sadece Filistinlilerle sınırlı değil; bu mücadele Yahudi azınlıklar için de geçerli. Benim mücadelem herkesi kapsıyor' diyor.
Aynı zamanda Trump yönetimi ABD vatandaşı üç çocuğu Honduras'a sınır dışı etti.
Democracy Now! manşetinden okuyorum: "Dördüncü evre kanserin nadir görülen bir türü için aktif olarak tedavi gören dört yaşındaki bir çocuk, yedi yaşındaki kız kardeşi ve babasından ayrılarak belgesiz hamile annesiyle birlikte sınır dışı edilen iki yaşındaki bir kız çocuğu. Anneye ABD vatandaşı çocuklarını almaları için baskı yapıldı ve Honduras'a varana kadar diğer aile üyeleri ya da avukatlarıyla iletişim kurmaları yasaklandı. İki yaşındaki kız çocuğunu temsil eden Avukat Gracie Willis, bir ABD vatandaşının 'buna itiraz etmek ya da ABD'de kalma seçeneğini ifade etmek için herhangi bir yol verilmeden sınır dışı edilmesinin eşi benzeri görülmemiş bir durum' olduğunu söylüyor.
Üç gün önce ABD'den bize bağlanan Zişan Tokaç ile yaptığımız röportaja kulak veriyoruz. Tokaç, İstanbul doğumlu bir çevre mühendisi ve yüksek lisansını ABD'deki Columbia Üniversitesi'nde tamamladı. Şu an kent çalışmaları alanında doktora yapmaya devam ediyor.
ABD yargısı, Mahmoud Khalil'in kamusal alandaki aktivizmi ve Filistin'e özgürlük konusundaki görüşleri nedeniyle sınır dışı edilebileceğine hükmetti. Bu kayıtta da bu acımasız karar üzerine konuşuyoruz.
Bildiğiniz gibi, ABD'deki üniversitelerde okuyan uluslararası öğrencileri hedef alan tuhaf bir eylem var. Donald Trump'ın 300'e yakın üniversite öğrencisini hedef alacağını söylüyor. Hatta, Mahmoud Khalil'in yanı sıra, Momoduo Taal, Rümeysa Öztürk, Yunseo Chung, Badar Khan Suri, Leqaa Kordia, Ranjani Srinivasan, Alireza Doroudi ve Dr. Rasha Alawieh gibi şimdiye kadar bildiğimiz isimlerden bazıları gözaltında, bazıları ise sınır dışı edildi.
Bu öğrencilerin sınır dışı edilmek ve gözaltına alınmak için tek bir suçları var: Filistin için seslerini yükseltmek.
Columbia Üniversitesi mezunu ve Filistinli organizatör Mahmoud Khalil'in ABD'den sınır dışı edilebileceğine karar veren bir göçmenlik hâkimi, Cuma günü Louisiana'nın merkezindeki uzak bir mahkemede yapılan çekişmeli bir duruşmada karar verdi. Karar, Trump yönetiminin, Dışişleri Bakanı Marco Rubio tarafından yazılan ve Khalil'in 'mevcut veya beklenen inançları, ifadeleri veya derneklerinin” dış politika çıkarlarına aykırı olduğunu belirten kısa bir notun, yasal daimi ikamet eden bir kişinin ABD'den çıkarılması için yeterli kanıt olduğu iddiasını destekliyor. Hükümet tarafından sunulan ana kanıt olan tarihsiz notta suç teşkil eden herhangi bir davranış iddiası yer almıyordu.
Cuma günü öğleden sonra yapılan gergin bir duruşma sırasında Mahmoud Khalil'in avukatları, hem sınır dışı edilmeye uygunluğuna ilişkin kararı geciktirmek, hem de işlemleri tamamen sonlandırmak için bir dizi başarısız argüman sundu. Marco Rubio'nun notunda yer alan geniş iddiaların kendilerine doğrudan çapraz sorgulama hakkı verdiğini savundular.
Mahmoud Khalil'in bu ay doğum yapacak olan eşi Noor Abdalla da gazetecilerin önünde kısa bir açıklama yaptı, “Bugünkü karar ailemiz için yıkıcı bir darbe oldu. Filistinli ailelerin, doktorların ve gazetecilerin öldürülmesine karşı çıktığı için hiç kimse evinden 'çıkarılabilir' sayılmamalıdır. Bir aydan kısa bir süre içinde Mahmoud ve ben ilk çocuğumuzu kucağımıza alacağız. Yeniden bir araya gelene kadar, kocamın güvenli bir şekilde eve dönmesini savunmaktan vazgeçmeyeceğim.”
Bugün sizlere Pakistan’ın Lahor şehrinden bağlanıyorum. Neredeyse 10 sene sonra buraya geri geldim, tuhaf bir his. Annemin yaşlandığını görüyorum, göz altı kırışıklıklarını gördüm, saçları da beyazladı.
Geçtiğimiz hafta 19 Mart'ta, Louisiana'da göçmenlik ajanları tarafından tutulan Columbia mezunu ve yeşil kart sahibi Mahmood Khalil bir mektup ele aldı, haberiniz vardır. Bu mektubu arkadaşlarına ve ailesine yazdı; “Ben ABD'de Filistinli bir siyasi mahkumum. Aktivizmim nedeniyle hedef alınıyorum”. İlk satırlar böyle başlıyor ve, “Benim adım Mahmoud Khalil ve ben siyasi bir mahkumum. Size Louisiana'daki bir gözaltı tesisinden yazıyorum. Burada soğuk sabahlara uyanıyor ve uzun günler boyunca yasaların korumasından mahrum bırakılan pek çok insana karşı yapılan sessiz adaletsizliklere tanıklık ediyorum…” diye devam ediyor.
Bana kalırsa bu mektubu herkes okumalı. Bizim de zamanımız kalırsa, bu mektubu kapsamlı olarak daha sonra ele alacağız. Ancak öncesinde, geçtiğimiz hafta Türkiye'de bütün bu direnişler, özellikle öğrencilerin direnişleri olup biterken bir kayıt gerçekleştirdim. ABD'de, Harvard Üniversitesi'nde okuyan bir öğrenci olan Lassana Donzoyla ile bir kayıt gerçekleşitirdim. Lassana, Liberya doğumlu. Harvard'da sosyoloji alanında yüksek lisans yapıyor. ABD'de Filistin yanlısı eylemlere katılan öğrencilerin tutuklanması ve sınır dışı edilmesi devam ediyor. Yaklaşık 60 üniversite baskı altında. Üniversitelerdeki öğretim üyeleri de baskı altında. Örneğin, Georgetownlı akademisyen, asıl Hindistanlı, Badar Khan Suri, maskeli ajanların başkentte kendisini kaçırmasının ardından göçmenlik hapishanesinde tutuklu. Badar Khan Suri, Trump yönetimi tarafından hedef alınan Filistin yanlısı pek çok akademisyenden sadece biri. Suri, Georgetown Üniversitesi'nde profesör ve Orta Doğu ve Güney Asya'da din ve barış süreçleri üzerine doktora sonrası araştırmacı. Geçtiğimiz Pazartesi akşamı Suri, ailesiyle birlikte katıldığı bir Ramazan iftarının ardından Rosslyn, Virginia'daki evlerine dönerken İç Güvenlik Bakanlığı'na bağlı maskeli federal ajanlar tarafından pusuya düşürüldü. Suri, herhangi bir suçla itham edilmeden ya da suçlanmadan gözaltına alındı. Kendisine federal hükümetin vizesini iptal ettiği söylendi. Sonraki 72 saat içinde de Suri, birden fazla göçmen gözaltı merkezine nakledildi ve şu anda Louisiana'daki bir göçmenlik ve gümrük muhafaza tesisinde, Filistin kökenli bir ABD vatandaşı olan eşinden ve üç çocuğundan ayrı olarak tutuklu bulunuyor. Georgetown Üniversitesi'nde Orta Doğu ve İslami siyaset profesörü olan Nader Hashemi, sınır dışı edilmekle karşı karşıya olan Columbia Üniversitesi mezunu Mahmoud Khalil'in aksine Suri'nin 'siyasi bir aktivist olmadığını' söylüyor, “O sadece öğretimine ve araştırmasına odaklanan çok ciddi genç bir akademisyendi.” Filistin Yanlısı Cornell öğrencisi Momodou Taal'a ICE (ABD Göçmenlik ve Gümrük Muhafaza) tarafından teslim olması emredildi ve olası sınır dışı edilme tehlikesiyle karşı karşıya.
Trump yönetimi, üniversite kampüslerinde ifade özgürlüğünü hedef alan çabalarını artırdı ve Cornell Üniversitesi'nde Filistin yanlısı protestolara katılan bir doktora öğrencisi şimdi kendisini bir kez daha sınır dışı edilmek üzere hedef alınmış olarak buldu. Momodou Taal, Cornell Üniversitesi Africana Çalışmaları Bölümü'nde doktora öğrencisi ve Birleşik Krallık ile Gambiya çifte vatandaşı. Geçen yıl Cornell'in İsrail'den elini çekmesini talep eden bir gösteriye katıldığı için iki kez uzaklaştırma cezası alan Taal, büyük protestolar sonucu Cornell'e yeniden kaydolmasına izin vermesi ve böylece vizesini uzatması için baskı yapana kadar sınır dışı edilmekle karşı karşıya kaldı.
Konda Araştırma işbirliğiyle hazırlanan Apaçık Radyo Dinleyici Araştırması: konda.com.tr/apacikradyo --
Benim her zaman radyo şenliklerinde aklıma gelen bir şahsiyet oluyor; Almanya'nın Berlin şehrinde doğmuş, babası Emil Benjamin ve annesi Pauline Benjamin olan Walter Benedix Schönflies Benjamin yani bildiğimiz Walter Benjamin.
Walter Benjamin, Tarih Kavramı Üzerine Tezler'i 1942 yılında yayınlanmış. Ahmet Cemal tarafından 1969 yılında çevrilmiş bir çalışmadan bir alıntıyla başlamak istiyorum; “Her şimdiki zaman kendisiyle eşzamanlı olan imgeler tarafından belirlenir, her ‘şimdiki an’ tikel tanınabilirliğin şimdisidir” (Benjamin, W. 1969 [1942]: 50-51).
Walter Benjamin bir sürgündü. 1933-45 yılları arasında Nazi dönemine ve Holokost'a tanıklık etti. 1940 yılında Almanya'dan kaçtı ve Portbou, İspanya ve Fransa sınırında trajik ve çaresizce intihar etti.
Yukarıda okuduğum alıntıda Walter Benjamin, ‘şimdiki zamanın tanınabilirliği’ üzerinde ısrar ediyor. Şimdi ve burada olanın tanınabilirliği konusunda ısrar ediyor, şimdiki zamanın tanınabilir olması mümkün mü diye soruyor.
Bence bu yaşadığımız şimdiki zamanda, tanık olduğumuz 'bütün' felaketlerin tanınmasının bir sorumluluk olarak omuzlarımızda durduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla bunu görmezden gelemeyiz ve gerçekliğini de inkâr edemeyiz.
Şöyle söyleyeyim: Apaçık Radyo tam olarak, bu şimdiki zamana meydan okuyor ve eş zamanlı dünyada olup bitenlere tanıklık ediyor - bu hiç kolay değil.
Burası sadece bir öykü ya da hikâye anlatımı yeri değil; burası sadece bir bilgi aktarımı yeri de değil; burada meselenin boyutunu, derinliğini, karmaşıklığını tam anlamıyla aktarma yeridir. Bu tam anlamıyla aktarma yeri kolektik bir çabayla gerçekleşiyor yani burada anlatılan ya da seslendiren şeyler, hikayeler, bu hikâyenin gerçekliğini inkâr etmemesi için çaba sarf ediyor.
Ya da en azından birbirimizi kolumuzdan tutup - bak, aklını başına topla, dünyanın halini unutma- diyoruz ve yaşadığımız bu hayat yani bu hayatı yaşarken, günlerimizi geçirirken, konuştuğumuz şeylerin hassasiyetlerini ve duyarlılıklarını taşıyoruz. Dolayısıyla ona göre yaşıyoruz, buna göre yemek yiyoruz, ona göre uyuyoruz, buna göre konuşuyoruz ve nihayet buna göre harekete geliyoruz.
Bu yüzden her seferinde kendimize bir çeki düzen veriyoruz. Tam da birbirimizin kollarından tutup - bak, kendine gel, dünyanın halini unutma - diyerek, hatırlatarak, birbirimizi sarsarak, bu şimdinin tanınabilirliği üzerinde durmaya çalışıyoruz.
Apaçık Radyo da tam olarak Walter Benjamín'in ifade ettiği şimdinin tanınabilirliğine meydan okuyor.
Konda Araştırma işbirliğiyle hazırlanan Apaçık Radyo Dinleyici Araştırması: konda.com.tr/apacikradyo --
Donald Trump'ın Columbia Üniversitesi'nde okuyan Filistin kökenli bir Cezayir vatandaşı Mahmoud Khalil'i Filistin'e özgürlük eylemleri yüzünden 'terörist' ilan etti. Sınır dışı etmesi için de süreci başlatmış. Bu sınır dışı edilme olayını konuştuktan sonra esas Suriye'de yaşanan trajik olayları ele alıyoruz.
Ouaees ile konuşuyordum, kendisi Şam'da, bana telefonda pek çok şey anlattı. Zaman zaman görmediğimiz şeyler, özellikle de yerleşik medyada bir tür tekrara dönüştü. Bu tekrarın yaptığı tek bir şey var; söylenenlere inanıyoruz. Ouaees, Suriye'deyken muhalifti ve mücadelesi için savaştı. 2012 yılında Türkiye'ye göç etti. Lenin ve Marx'ı yakından okuyan; bugün telefon esnasında Kur'an'dan Mâide Sûresi'nden bir ayet aktardı: 'Mâide Sûresi (5) 8. Ayet: Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutan ve adâletle şâhitlik eden kimseler olun. Bir topluluğa duyduğunuz öfke, sakın sizi adâletsiz davranmaya sevketmesin! Adâletli olun; takvâya en uygunu, en yakışanı budur.'
Geçen hafta Alevilere yönelik katliamla ilgili olarak Ouaees, bu Kur'an ayetlerini okuyor ama aynı zamanda bu meselenin boyutlarından ve işin içinde nasıl politik ekonomik çıkarlar olduğundan da bahsediyor.
Konda Araştırma işbirliğiyle hazırlanan Apaçık Radyo Dinleyici Araştırması: konda.com.tr/apacikradyo --
Vijay Prashad geçtiğimiz hafta Communist Party USA Eastern Washington'de, Donald Trump ve Zelensky görüşmeler ardında şöyle dedi, “Trump'ın Zelenskyy'ye davranış biçimi sizi şoke etti ancak bu bizim için yeni bir davranış değil; bu sadece sizin için yeni çünkü bir Avrupalıya bu şekilde davranıldığını görünce şok oldunuz. Afrikalılara, Asyalılara ve Latin Amerikalılara rutin olarak bu şekilde davranılıyor. Ancak - tevazularından dolayı - şikayet etmezler.”
Bugünkü yayınımızda bu şikâyetsizlik konusuna odaklanmaya çalışıyoruz. Biliyorsunuz, Sudan konusunda dünyanın derin bir sessizliğe büründüğüne tanık oluyoruz. Bugün gözlerimiz Sudan'da da olacak ama önce Vijay'in söylediklerine ve bu 'şikayetsizliğin, hoşnutsuzluğun ve memnuniyetsizliğin' dünyada olup bitenlerle nasıl örtüştüğüne bakalım.
Dünyanın bazı bölgeleri, özellikle de 'Küresel Güney', ayrıcalıklara o kadar odaklanmış durumda ki sesleri neredeyse hiç duyulmayan yerlerden hiç bahsedilmiyor. Vijay Prashad da Trump ve Zelensky konuşması hakkında bu ‘barış çağrısı’ için söylediği gibi, “Trump 'ters kissinger' yapıyor, Çin'i izole ediyor ve Rusya ile ilişki kuruyor. Bu, savaş karşıtı bir strateji değil; bu, bir hiper-emperyalizm - aynı demokratların yaptığı gibi. Obama'dan Biden'a kadar hepsi aynıydı. Trump akıllıca bir şey yapıyor; o sadece Rusya'nın Ukrayna'dan istediğini vermek istiyor. Homofobik, trans karşıtı, göçmen karşıtı, iklim karşıtı, her türlü insan hakları karşıtı. Rus Elitlerinin dostu olmak için düğmelere basıyor.”
Merkez siyasetin dost olmak için bir araya geldiklerinde, bu dünyayı garip bir şekilde değiştiriyor. Bu dostluk, güçlünün yanında olmanın bir tür tezahürü - aşırı sağın enternasyonalizmi - ama bu sefer merkez kaymalarının bir tür bir aradılığı, güvenin olmadığı garip bir denge... Bu bana hala çok garip geliyor.
Konda Araştırma işbirliğiyle hazırlanan Apaçık Radyo Dinleyici Araştırması: konda.com.tr/apacikradyo --
Göç Araştırmaları Vakfı bünyesindeki Türk Diasporası Araştırmaları Merkezi (TÜDAM) Araştırmacısı Haydar Haluk Ceylan tarafından hazırlanan 'Popülizm Aşırı Sağ: AfD’nin (Almanya için alternatif parti) Göçmen Karşıtı Stratejileri ve Söylemleri' başlıklı analiz yayımlandı. Bu analizde, 23 Şubat 2025 tarihinde gerçekleşecek olan Almanya Federal Meclis seçimleri öncesinde Almanya’da aşırı sağın yükselen aktörlerinden Almanya için Alternatif (AfD) partisinin göçmen karşıtı politikaları ve söylemleri detaylı bir şekilde incelenmektedir.
Almanya'da son seçimlerde parti liderleri göçe karşı birleşti. Sahra Wagenknecht (Sahra Wagenknecht Birliği) Alman sol partisi de buna dahil. Bu aslında bizim sık sık konuştuğumuz, yeni bir siyasetin göstergesi. Bu yeni siyaset biçimi açıklamak kolay değil. Örneğin Sahra şöyle bir yarın hedefliyor; “Daha cömert emekli maaşları ve asgari ücretin artırılmasından iklim koruma önlemlerinin kısıtlanması ve iltica düzenlemelerinin sertleştirilmesine kadar her konuda kampanya yürüten bu parti, hem sol hem de sağ politikaları bir araya getirerek siyasi manzaradaki bir boşluğu dolduruyor olarak tanımlanıyor.”
Bu cömertlik, 'iklim' koruma önlemlerini kısıtlayarak ve 'iltica' düzenlemeleri sıkılaştırarak boşluğu doldurmayı amaçlıyor - ekonomik boşluğu doldurmayı amaçlıyor.
Tarık Ali'nin You Can’t Please All (Herkesi Memnun Edemezsiniz) adlı otobiyografik kitabında söylediklerini burada tekrarlamak istiyorum.
Şu anda tanık olduğumuz bu 'berbat zamanlar' daha önce hiç yaşanmamıştır. Tarih artık tekrar etmiyor.
“Avrupa’nın siyasi partilerde bu tür kaymalar, bariz kaymalar, yer değiştirmeler apaçık bir ikiyüzlülüktür. Avrupa genelinde bu apaçık ikiyüzlülük artık çok yaygın. Artık 'hem merkez sol, hem de merkez sağ tamamen ikiyüzlü bir şekilde aşırı sağ ile yan yana duruyor.'
Tarık Ali, aşırı sağ ve aşırı sol hakkında çok fazla endişelenmek yerine, aşırı merkeze daha fazla odaklanmamız gerektiğini söylüyor: Bu uyarı Avrupa'da demokrasinin gerilemesi ve Alman hegemonyası hakkında işaret ediyor.
Wagenknecht'in görüşleri, sol eğilimli ekonomi, göçmen karşıtı söylem ve ABD'ye şüphe ve Rusya'ya süregelen desteğe dayalı bir dış politikanın eklektik bir karışımıydı. Yıllarca eski Doğu Alman Komünist Partisi'nden doğan Die Linke'nin (Sol) yüzü olan Wagenknecht, geleneksel siyasetle ilgili hayal kırıklığını sık sık dile getirmiştir.
Die Linke, hatırlayacağınız üzere, Almanya'da yaşayan Yahudileri korumaktan bahsederken, Yahudilerden daha fazla ayrımcılığa ve saldırıya uğrayan Müslümanları antisemitizmi arttırmakla uyarıyordu. Ancak Sahr Wagenknecht için durum artık böyle değil. Cömert bir ekonomi için farklı bir çizgi izliyor. AFD'ninkinden farklı olmayan bir çizgi...
Bunu nasıl açıklayabiliriz? Bence bunu bir mesele haline getirmeliyiz? Bu ikiyüzlülüğün, bu siyasi eylemin arkasındaki nedenler veya kaygılar nelerdir?
Konda Araştırma işbirliğiyle hazırlanan Apaçık Radyo Dinleyici Araştırması: konda.com.tr/apacikradyo --
Kongo’nun doğusunda artan şiddet olayları, özellikle kadınlar için korkunç sonuçlar doğuruyor. Yüzlerce kadın, hapishanelerde tecavüze uğradıktan sonra diri diri yakıldı. Bu duruma karşı çıkan yerel inanç liderleri, barış için bir halk hareketi başlattı ve uluslararası destek talep etti. Avaaz gibi kuruluşlar, bu çağrıya destek olmak için insanların imza atmasını ve Goma’daki yerel liderlerin barış taleplerini kilit ülkelere iletmesini istiyor.
Hindistan’da ise ABD’den sınır dışı edilen Hintlilere yönelik kötü muamele büyük tepki topladı. Çoğunluğu Sihlerden oluşan 116 kişi, Amritsar’a inerken kelepçeli ve prangalıydı. Hindistan’da özellikle çiftçiler, 2020’de Narendra Modi hükümetinin neoliberal politikalarına karşı büyük protestolar düzenlemişti. Göçmenler, ABD’ye ulaşmak için büyük bedeller ödediklerini ve insanlık dışı koşullara maruz kaldıklarını anlattı. Buna rağmen, ABD ve Hindistan liderleri arasındaki görüşmelerde bu meseleler gündeme gelmedi.
Öte yandan, Almanya düzensiz göç ile mücadele kapsamında sınır kontrollerini altı ay daha uzatma kararı aldı. Başbakan Olaf Scholz, bu uygulama sayesinde yasa dışı geçişlerin azaldığını ve insan kaçakçılarının yakalandığını belirtti. Avrupa genelinde de düzensiz göçmen sayısında düşüş yaşandığı görülüyor. Özellikle Batı Afrika ve Doğu Akdeniz rotalarından gelenlerin sayısında belirgin bir azalma kaydedildi. AB yetkilileri, göç politikalarındaki sıkı önlemlerin bu düşüşte etkili olduğunu vurguluyor.
Konda Araştırma işbirliğiyle hazırlanan Apaçık Radyo Dinleyici Araştırması: konda.com.tr/apacikradyo --
İsrail'in son haftalarda 35 bin Filistinliyi yerinden eden askeri saldırılarını yoğunlaştırdığı işgal altındaki Batı Şeria üzerine konuşuyoruz. Cumartesi günü İsrail askerleri, Nur Shams mülteci kampına baskın düzenleyerek, biri sekiz aylık hamile iki kadını öldürdü, kocasını da ağır yaraladı. Filistinli sağlık yetkilileri, kadının fetüsünü kurtarma çabalarının kısmen İsrail ordusunun çiftin hastaneye sevk edilmesini engellemesi nedeniyle başarısız olduğunu söyledi. Bu gelişme, Başkan Trump'ın ABD'nin Gazze'ye 'sahip olması' ve orada yaşayan Filistinlileri zorla yerlerinden etmesi yönündeki önerisini iki katına çıkardığı bir döneme denk geldi.
Yayınımızda 'tehcir' konusunu yeniden ele alıyoruz ve yerleşik medyada kullanılan 'resettlment', 'remove' ve hatta 'leave' gibi yaygın terimlere odaklanıyoruz. Ayrıca iki yayın önce değinemediğimiz Cenin kampındaki durumu da yeniden ele alıyoruz.
Bu konuları konuşabilmek için Filistin doğumlu BDS aktivisti Yousef Hussam konuğumuz oluyor.
Pakistan, Afgan mültecilerin İslamabad ve Rawalpindi'den taşınmasını ve ülkelerine geri gönderilmesini planlıyor.
Donald Trump, Filistin yanlısı protestocuların öğrenci vizelerini ve vatandaş olmayanların oturma izinlerini iptal edecek ve onları sınır dışı etmeyi hedefliyor. Trump, aynı zamanda Pentagon'a Guantánamo'da 30 bin göçmen için toplu bir gözaltı kampı hazırlamasını söylüyor. İtalya, göçmenleri Arnavutluk’a yerleştirme girişimlerinde hukuki engellerle karşılaşarak başarısız olurken, Türkiye’de Zonguldak’ta bir maden kazasında ölen Afgan mülteci Vezir Mohammad Nourtani’nin davasında insan hakları ihlalleri ve adalet talepleri gündeme geldi. Bu gelişmeler, göçmen ve mülteci politikalarının küresel ölçekte insani, hukuki ve siyasi gerilimlere yol açtığını gösteriyor.
Edward Saidin 1979 tarihli Filistin Sorunu (The Question of Palestine) adlı kitabında 'yabancıyı tanımak' (recognizing the stranger) konusunda zihnimizi meydan okuyacak derece birşey söyler. Yabancıyı tanımak, elbette birbirimizle hem konuşmak, hem de dinlemekle başlar. Ancak Said, bu konuşma ve dinlemenin bir anlatıyı -yaşanmış veya yaşamakta olan bir olay (kulaklarımıza sadece "haz!" verecek bir olay- aktarmakla sınırlı olmadığını, bu anlatının gerçek ve hak temelli olduğunu söylüyor. İşte bu yüzden, Said, bu gerçeği anlatma mücadelesi birbirimizin gözlerinin içine bakmaktır. Ta ki o gözler gerçeği inkâr etmemesine kadar bakmaktır...
Şu anda Filistin'de Gazze şeridine yürüyen Filistinli kitleyi görüyoruz. Bunun bir eve dönüş olduğunu söyleniyor. Dediğim gibi, yaşananların sadece 'basit' bir anlatı olmadığını görmek ve fark etmek ne anlama geliyor? Mesele, 'yas' bu anlatının neresinde? Bu yas, bu acıyı ve kaybı yaşayan insanlar için - eve dönen insan kitleleri için - nerede duruyor? Yarın Filistin'deki geri dönüş göçünü, özgürleşmelerinin ardından Filistin'deki rehinelerin durumunu hatta ateşkesin devam ettiği Cenin Mülteci Kampı'nı ve Lübnan'ı konuşuyoruz.
Türkiye'de yaşayan Filistinli, Filistin diyasporası çalışmalarında yer alan ve uluslararası BDS hareketini destekleyen bir aktivist olan Yousef Hussam
Bugün ben aslında adalet ile ilgili düşünüyorum, bir çoğumuzun hesap verebilirlik ihtiyacı altında sahip olduğu cezasızlık hakkında düşünüyorum. Bu, elbette adaletin temel bir ayağıdır. Bu süreç boyunca etrafımda protestolar gördüm ve gördüğüm bu son protestoların farklı bir havası vardı, bunlar farklıydı; bu protestolarda adalet talep ediyorlardı, bir hesap verebilirlik talep ediyorlardı. Bunu daha önce hiç görmemiştim. Ayrıca yüz binlerce insan ateşkes diyordu ve gerçekten adalet ihtiyacına odaklanıyordu.
Yakın zamanda Al Jazeera'da Fatima Bhutto'nun (Reframe) bir programını izledim ve orada bir tanıklık dinledim; bu tanıklıklar çocuklar hakkındaydı. Bu röportajda farklı olan şey, hedef alınan çocukların çoğunun 5 ya da 15 yaşında olmasıydı. Bu çocuklar başlarının arkasından ve sırtlarından hedef alınarak vuruldular İsrailli dronelar tarafından ve bu dronelar insanlar tarafından kontrol ediliyordu ve görebiliyorlardı. Onlar çocuktu ama onları öldürüyorlardı. Bunlar tanıklıklar, kim olduğumuz önemli değil, bu nasıl bir soğukkanlılıktır? Bu adaletin devreye girdiği bir şey. Bu çocuklar adına adalet ve hesap verebilirlik talep etmeye devam etmeliyiz.
Tarihin doğru bir yerde durmak ne kadar bizi yalnız bıraksa da sorumluluğumuz ve insanlıktan tek umudumuz o yönde...
Filistin doğumlu Naim Alloum ve Suriye doğumlu Ahmad Kanju'yu konuk alıyoruz.
Forensic Architecture, Meriç Nehri boyunca uzanan 'geri itme' vakalarına ilişkin daha geniş kapsamlı bir projenin raporunu yayınladı. 7 Ocak'ta ECHR ( European Court of Human Rights) Ayşe Erdoğan, Kamil Yildirim ve Talip Niksar davasına ilişkin kararını yayınlayarak, Yunan makamlarının göçmenlere yönelik sistematik 'geri itme' uygulamasını resmen tanıyan ilk AB mahkemesi oldu. Ayşe, 2019 yılında Meriç Nehri sınırından Yunanistan'a geçti ancak gözaltına alındı ve Türkiye'ye 'geri itildi'. Olayı araştırdı ve temsilcileri tarafından davet edildi, GCRefugees, mahkemeye sunulmak üzere bir rapor hazırlamıştı. Bu ECHR kararı, Ayşe'nin Yunanistan tarafından sistematik bir geri itme uygulaması olarak tanımladığı bir şekilde gözaltına alındığını ve sınır dışı edildiğini kabul etmektedir. Raporumuza atıfta bulunarak şöyle diyor, 'Ayrıntılı bir zaman-mekan analizi temelinde [...] başvuranın anlattıklarının doğruluğunu tespit etmek mümkündür'. HUDOC - European Court of Human Rights . 7 Ocak'ta, hapse atılmasından beş yıl sonra, Ayşe adaletin yerini bulduğunu gördü.
Bu davanın en yakın takipçisi olan ve Forensic Architecture tarafından yürütülen çalışmada yer alan bağımsız gazeteci Zübeyir Koçulu, Londra'dan bizi katılıyor ve kendisiyle bu davada Yunanistan'dan gelen yaygın ve bilinen 'geri itilme' hakkında konuşuyoruz. Hatırlarsanız, bu apaçık meseleyle ilgili Dead Calm adlı bir BBC belgeseli de yayımlandı. Frontext (Avrupa Kıyı ve Sınır Ajansı), bu suçun nasıl bir parçası olduğunu ve birçok sığınmacıyı Akdeniz'in ortasında nasıl bıraktığını gösteriyor.
Nasıl bir zamandayız? Nasıl bir zamandan geçiyoruz? Ağaçlar dahi hakkında konuşmak neredeyse bir suç. Pek çoğumuz böyle bir zamanda yanlış hakkında sessizliğimizi koruyoruz ve sokağın köşesinde sessizce yürüyoruz. Kim tehlikede?
Biz buradan, 'Açık Radyo açık kalmalı' diyoruz çünkü Açık Radyo birlikte öğrenmenin, birlikte düşünmenin, birlikte nefes almanın, canlı cansız tüm varlıkların farkındalığını artırmanın ve aynı zamanda hak temelli seslere hiç tereddütü olmadan açık olan bir yer. Burası hepimizin yuvası! #açıkradyoaçıkkalmalı!
Yayınımıza bu şekilde başlıyor ve ardından DEPO İstanbul'daki 'Üç Kapı' sergisinden Almanya'da ırkçı bir saldırıda öldürülen Romanya vatandaşı ile yaptığımız on dakikalık bir röportajı yayınlıyoruz. Esas konuğumuz ise Başak Ertür.
Yeni yılın ikinci haftasındayız ve bugün ilk yayınımız, iyi seneler diliyorum. Bu sabah bu yayına Filistinli şair Rashid Hussain'i ve onun 'ضد' (Karşıyım) şiirini anarak başlamak istiyorum. Şiiri önce Arapça, sonra da Türkçe olarak okuyacağım. Bize eşlik edecek bir konuğumuz da var: Suriye doğumlu Ahmad Kanjo. Ahmad, 10'lar Medya için çalışıyor. Kendisiyle geçen hafta bir basın toplantısında tanıştık ve bana yakın zamanda Suriye'yi ziyaret ettiğini söyledi. Türkiye'de 2024 yılı sona ererken geri gönderme merkezinde sayısız sığınmacının devam eden mağduriyetinden bahsetti. Kendisiyle Suriye'de tanık olduğu durumu ve Geri Gönderme Merkezleri'ndeki bitmek bilmeyen durumları konuşuyoruz. Ayrıca Sudan'daki 'insani kriz'e de göz atıyoruz.
Unutmamamız gereken bir meseleyi tekrarlamak istiyorum; Suriye'deki gelişmeler üst siyasette ne kadar belirsiz ve görünmez olsa da daha önce sık sık konuştuğumuz gibi üzerimizde önemli bir sorumluluk var: Tanıklık etmek, özellikle de en sıradan, gündelik yaşadığımız duygulara tanıklık etmek.
Neredeyse her gün bedenimizde hissettiğimiz duygular var. Bunları doğru ifade etmeye çalışmak bizim sorumluluğumuzdur ve bu hiç kolay değil. Programımızda 'empati' üzerine konuşmaya devam ederken, Türkiye'de yaşamaya devam etmek isteyen herkes, Suriyeli ya da başka bir milletten, Türkiye'de yaşamaya devam etmelidir. Bunu anlamak bu kadar zor olmamalı - ancak bu hissedilmiyor. Özellikle üst siyasetteki görünmeyen dil bunu görmek bile istemiyor. Eski programcımız Taha Elgazi de bu konuları konuşmak üzere bize eşlik ederken, aynı şekilde Ouaees de bizimle birlikte olacak.
Ouaess iki yayındır bize eşlik ediyor. Neredeyse her gün konuşuyoruz. Ouaess, duygularının hala çok karışık olduğunu söylüyor, 'Her gün farklı bir duygu yaşıyorum. Şimdi ise öfkeliyim' diyor.
Ouaess ile son konuştuğumuzda 'ahlaksız' kelimesini kullandı. Daha açık bir ifadeyle, Suriye'deki son gelişmelerden sonra hem Avrupa'nın, hem de Türkiye'nin Suriyelilerin geri dönmesi gerektiği yönündeki açıklamalarının 'ahlaksızlık' olduğunu söyledi. Bu ahlaksızlığın altında hala empati yoksunluğunun yattığını da sözlerine ekledi.
Ouaess, şu an edindiği arkadaşlarına da kızgın. Onlara 'kendinize gelin' demek istiyor. 'İnsanlar acımızı dinlemekten başka bir şey yapmıyor' diyor. Bu da süregelen ahlaksızlığı zalimlikle (yüzüstü bırakanlarla) birleştiriyor. Sadece dinleyen ama empati kuramayan zavallı insanlardan bahsediyor.
Burada Suriyelilerin evlerine dönme arzusu elbette hakiki! Ama bununla alay eden üst düzey siyasetçiler, daha önce yaptıkları gibi şimdi de bunu bir malzemeye ve araca dönüştürüyorlar.
Ouaess, 'Ben yeryüzünde olup bitenlerin gerçek bir tanığıyım, kendimi ifade edebilirim. Beni yanlış tanıtanları eleştirme hakkına sahibim' diyor.