
James Grehan’ın çalışması, Osmanlı Orta Doğusu’nda tütünün yalnızca bir keyif maddesi değil, sosyal yapıyı ve gündelik yaşamı dönüştüren kültürel bir güç olduğunu gösterir. Grehan’a göre tütün, 17. yüzyıldan itibaren Osmanlı şehirlerinde kamusal alanın yeniden tanımlanmasına yol açmış; bireysellik, sosyalleşme ve modern tüketim biçimlerinin doğuşuna zemin hazırlamıştır.
Tütün, Osmanlı dünyasına 16. yüzyılın sonlarında girdiğinde kısa sürede tüm toplumsal katmanlara yayıldı. Başlangıçta elit kesimlerin lüks tüketimi iken, 18. yüzyıla gelindiğinde köylü, zanaatkâr, asker ve kadınlar arasında da sıradan bir alışkanlık haline geldi.
Grehan, bu durumu “tütünün demokratikleşmesi” olarak nitelendirir — çünkü duman, sınıf, cinsiyet ve statü sınırlarını bulanıklaştırmıştı.
Tütünün yayılmasına karşı çıkan ulema ve yöneticiler, onu yalnızca sağlık veya ahlak meselesi olarak değil, toplumsal düzenin denetimi açısından tehdit olarak görüyordu.
IV. Murad dönemindeki yasaklar (1630’lar) bu korkunun bir yansımasıydı: kahvehaneler ve meyhaneler, sadece keyif mekânları değil, fikirlerin dolaştığı ve otoritenin gözünden uzak alanlardı.
Grehan’a göre bu yasaklar, Osmanlı’da kamusal alanın nasıl kontrol edilmek istendiğini anlamak için önemli bir pencere açar: tütün, “itaatsiz sosyalliğin” simgesidir.
Tütün, kahveyle birleşince yeni bir sosyalleşme ekosistemi yarattı. Kahvehaneler, Grehan’ın ifadesiyle “sözün, dumanın ve bekleyişin mekânı”na dönüştü. Burada insanlar gündemi tartışıyor, haber alıyor, mizah ve dedikodu yoluyla kolektif bir bilinç geliştiriyordu.
Nargile ise sabit mekânlarda uzun süreli sosyalleşmenin aracıydı — bu da Osmanlı şehir kültürünün “yavaş zamanı”nı temsil ediyordu.
Bu yeni sosyallik, Grehan’a göre modern kamusal alanın erken biçimi olarak okunabilir: bireyler devletin resmi gözetimi dışında bir araya geliyor, gündelik hayatın anlamını yeniden üretiyordu.
Tütünün yaygınlaşmasıyla birlikte kadınların da bu kültüre dahil olması, toplumsal cinsiyet sınırlarını gevşetti. Özellikle Şam ve Halep gibi şehirlerde kadınların evlerinde veya hamamlarda tütün içmesi, dönemin ahlak söylemlerinde “bozulma” olarak nitelense de, aslında kamusal görünürlüğün artışını temsil ediyordu.
Grehan, bu durumu Osmanlı modernleşmesinin “duygusal ve bedensel özgürlük” boyutuyla ilişkilendirir.
Grehan’ın yaklaşımı, tütünün sadece sosyolojik değil, duyusal bir devrim yarattığını öne sürer.
Duman, tat, koku ve ritüel birleşimi, Osmanlı insanının bedeniyle ve hazla kurduğu ilişkiyi dönüştürdü. Bu, İslam dünyasında uzun süre bastırılmış olan “duyusal deneyim” alanının yeniden canlanması anlamına geliyordu.
Tütün, bu yönüyle modern öznenin doğuşunda sessiz ama kalıcı bir rol oynadı.
ve 19. yüzyıllarda tütün, Osmanlı maliyesinin de vazgeçilmez bir parçası haline geldi. Vergilendirilmesiyle birlikte devlet, daha önce “günah” olarak gördüğü bir alışkanlığı resmen meşrulaştırdı.
Grehan, bu dönüşümü “ahlaki yasaklardan mali rasyonaliteye geçiş” olarak tanımlar. Yani devletin bakışında, günahın yerini gelir aldı.
James Grehan’ın analizi, tütünün Osmanlı Orta Doğu’sunda toplumsal değişimin güçlü bir göstergesi olduğunu ortaya koyar.
Tütün, sadece bir zevk nesnesi değil, yeni bir sosyallik biçiminin, bireyselliğin ve kamusal özgürlüğün doğuşunu temsil eder.
Bugün dumanı hâlâ tüten nargileler ve kahvehaneler, aslında o dönemin “erken modern” mirasının yaşayan kalıntılarıdır.
Grehan’ın makalesi, Osmanlı toplumunu “siyaset ve din” ikilisinin ötesinde, beden, haz ve gündelik yaşam üzerinden okuma cesaretiyle dikkat çeker. Bu yönüyle çalışma, hem tarih yazımı hem de kültürel analiz açısından bir dönüm noktası niteliğindedir.