
Yazar: Prof. Dr. Sait Yılmaz
Birinci Dünya Savaşı, yalnızca cephelerde top seslerinin değil, aynı zamanda gölgelerde yürütülen zihin savaşlarının çağıydı. “Gizli Savaşlar”, bu görünmeyen cephede İngiliz istihbaratı ile Osmanlı’nın gizli örgütü Teşkilat-ı Mahsusa arasındaki ölümcül mücadeleyi ve bu savaşın Mustafa Kemal’in liderliğine uzanan etkilerini inceliyor.
İngiltere, 19. yüzyıl sonlarında Osmanlı’ya desteğini çekmiş, imparatorluğu “yumuşak karnından” vurmak için casusluk ağlarını devreye sokmuştu. Amaç, Osmanlı’yı içeriden çözmek, petrol gibi stratejik kaynakları kontrol altına almak ve Alman etkisini kırmaktı. Bu strateji; diplomasi, din, etnik milliyetçilik ve bilim kılıfındaki ajan faaliyetleriyle yürütüldü. Arkeolog kisvesiyle bölgeye gönderilen T. E. Lawrence, Gertrude Bell ve David Hogarth, hem etnografik hem stratejik haritalar çizerek modern Ortadoğu’nun sınırlarını hazırladılar.
1905’te petrolün stratejik önemi kavranınca, İngiliz istihbaratı bölgeyi tamamen hedef tahtasına oturttu. 1916’da Kahire’de kurulan Arap Bürosu, Şerif Hüseyin önderliğinde Arap isyanını örgütledi; Osmanlı ordusunun içinden bilgi toplayan Arap subayları İngilizlere kritik istihbarat sağladı. McMahon–Hüseyin yazışmaları, Sykes–Picot Anlaşması ve Balfour Deklarasyonu gibi belgeler, İngiliz istihbaratının masa başındaki savaşının belgeleriydi.
Osmanlı tarafında ise Teşkilat-ı Mahsusa, Enver Paşa’nın önderliğinde 1913’te sahneye çıktı. Bu gizli teşkilat, hem devletin hem de milletin son savunma hattıydı. Kuruluş amacı; Arap ayrılıkçılığına, Batı emperyalizmine ve Osmanlı topraklarının parçalanmasına karşı koymaktı. 30 bine yaklaşan üyesiyle Batı tarzı bir gizli servis gibi örgütlenmişti: hücre sistemi, gizli bütçe, bölge sorumluları ve örtülü operasyon yapısı vardı. Trablusgarp’tan Kafkasya’ya, Süveyş’ten Hindistan’a uzanan geniş bir coğrafyada faaliyet yürüttü.
Yine de teşkilat, kahramanlık kadar kaotik bir miras da bıraktı. Irak Cephesi’nde Süleyman Askeri Bey’in kuvvetleri 1915’te ağır yenilgi aldı. Süveyş Kanalı harekâtı başarısız oldu; Mısır’da beklenen isyan çıkmadı. Cemal Paşa, Şerif Hüseyin’in ihanetini raporlayan teşkilat uyarılarını dikkate almadı. Sonuç: Osmanlı, Hicaz’da kendi müttefiki tarafından arkadan vuruldu. Ancak aynı dönemde Teşkilat-ı Mahsusa’nın Trablusgarp ve Bingazi’de yürüttüğü gayrinizami harp operasyonları, İngiliz ve İtalyan kuvvetlerine karşı etkili başarılar getirdi. Sina’da 14 bin deve toplayarak ordunun lojistik altyapısını sağlaması, örgütün sahadaki kapasitesini kanıtladı.
Mondros Mütarekesi’nden sonra teşkilat resmen dağıtıldı ama ruhu Anadolu’ya geçti. Eski üyeleri, Karakol Cemiyeti ve benzeri gizli hücrelerle silah ve bilgi kaçakçılığı yaparak Kurtuluş Savaşı’nın istihbarat omurgasını kurdu. Bazı kaynaklara göre Mustafa Kemal Paşa, Trablusgarp yıllarında bu örgütle yakın çalışmış ve 34 numaralı üye olarak kaydedilmişti. Bu bağlantı, yeni Türk devletinin istihbarat geleneğinin köklerini doğrudan Teşkilat-ı Mahsusa’ya bağlar.
İngiliz istihbaratı rasyonel, kurumsal ve küresel bir ağ kurarken; Teşkilat-ı Mahsusa, inanç, sadakat ve vatanperverlik üzerine kurulmuş, doğaçlama bir direniş örgütüydü. Biri bilimle, diğeri idealizmle savaştı. Bu iki kutbun çatışması yalnızca Osmanlı’nın sonunu değil, Ortadoğu’nun bugünkü haritasını ve Türkiye’nin devlet aklını da şekillendirdi.
Prof. Dr. Sait Yılmaz, bu eserinde tarihsel belgeleri, saha raporlarını ve arşiv notlarını bir araya getirerek istihbaratın yalnızca “gizli bilgi” değil, bir ulusun kaderini belirleyen en güçlü silah olduğunu gözler önüne seriyor.
“Gizli Savaşlar”, geçmişin karanlık dosyalarını açarken, bugünün jeopolitik gerçeklerine de ışık tutuyor: İstihbarat, görünmeyen savaşların en keskin cephesidir.