
İstanbul ve Çanakkale boğazları ile kıta sahanlığının sığ bölgeleri, göçmen balıkların yaşaması ve üremesi için hayati biyolojik koridorlardır. Nezih Bilecik tarafından kaleme alınan analizde, bu bölgelerin endüstriyel balıkçılığa kapatılması gerektiği bilimsel temellerle savunulmaktadır. Gırgır avcılığı gibi teknolojik yöntemler, özellikle orkinos, kılıç balığı, palamut ve lüfer gibi türlerin stoklarını tüketmekte, biyolojik çeşitliliği yok etmektedir.
Boğazlar, Atlantik-Akdeniz kökenli palamut ve lüfer gibi türlerin Karadeniz’e geçerek beslenme ve üreme döngülerini sürdürdükleri dar ekolojik geçitlerdir. Bu göçlerin engellenmemesi, balık popülasyonlarının devamı için yaşamsaldır. Bu nedenle bilimsel öneriler arasında şu önlemler öne çıkmaktadır:
Gırgır Avcılığının Yasaklanması: İstanbul ve Çanakkale boğazlarının tüm yıl boyunca gırgır balıkçılığına kapatılması şarttır.
Koruma Alanları:
Çanakkale Boğazı’nın güney ağzında 20 millik yarım dairelik bölge 1 Mart - 31 Ağustos arasında gırgır, voli ve uzatma ağlarına kapatılmalıdır.
İstanbul Boğazı’nın hem Marmara hem Karadeniz girişlerinde sırasıyla 15 ve 20 millik alanlarda tüm yıl gırgır yasağı uygulanmalı, 1 Nisan - 31 Aralık arasında voli ve uzatma ağları da yasaklanmalıdır.
Diğer Yöntemlerin Kısıtlanması: Boğazlarda yıl boyu sadece yemli olta, parakete ve çapari gibi küçük ölçekli yöntemlere izin verilmeli, uzatma ve voli ağları da yasaklanmalıdır.
Kıta sahanlığında ise 0-50 metre derinlikler, yavru ve genç balıkların gelişim alanı olup en verimli ekosistemlerdir. Gırgır ağlarının bu sığ sularda kullanımı, hem deniz tabanındaki canlılara zarar vermekte hem de erozyona neden olmaktadır. Bu nedenle iç kıta sahanlığı gırgır avcılığına tamamen kapatılmalıdır. Avrupa Birliği mevzuatında da 50 metreden sığ alanlarda ve kıyıdan 300 metreye kadar gırgır avı yasaktır.
Ayrıca av sezonunun 1 Kasım - 28 Şubat arasındaki 120 günle sınırlandırılması önerilmektedir. Böylece balıkların en az bir kez yumurtlamasına fırsat tanınacak, stoklar kendini yenileyebilecektir. Eylül’de başlayan av sezonu, çinakop ve çingene palamudu gibi küçük balıkların avlanmasına yol açarak stokları çökertmektedir. Bu nedenle avlanmaya kota ve zaman sınırlaması getirilmesi zorunludur.
Bilim insanları, üniversiteler ve su ürünleri fakültelerinin bu konuda ortak deklarasyon yayımlaması, hükümetin ve bürokrasinin endüstriyel baskılardan arındırılması için kritik görülmektedir. Önerilen düzenlemeler, Su Ürünleri Tebliği ve 1380 Sayılı Su Ürünleri Kanunu’na dahil edilerek yasal güvence altına alınmalıdır.
Bugüne kadar yapılan itirazlar hükümet tarafından dikkate alınmamıştır. Bu durumda uluslararası kamuoyunun ve kuruluşların dikkatini çekmek stratejik bir zorunluluktur. AB Konseyi’nin 1967/2006 (EC) sayılı Tüzüğü’ne uyum talebi güçlü bir argüman oluşturmaktadır. Türkiye’nin adaylık süreci bağlamında, AB kurumlarına raporlar sunulmalı ve balıkçılık politikalarının AB standartlarına aykırılığı gündeme getirilmelidir.
Ayrıca Avrupa’daki çevre örgütleriyle ortak kampanyalar düzenlenebilir; bu uygulamaların sadece Türkiye’yi değil, tüm Akdeniz ekosistemini tehdit ettiği vurgulanabilir. Barselona Sözleşmesi çerçevesinde girişimlerde bulunulabilir, FAO’nun sorumlu balıkçılık ilkelerine uyulmadığı gündeme getirilebilir. WWF, Greenpeace ve IUCN gibi küresel kuruluşların desteğiyle, Boğazlardaki endüstriyel avcılığın “katliam” boyutuna ulaştığı uluslararası raporlarla belgelenebilir.
Son olarak, bilimsel makaleler ve uluslararası konferanslarda yapılacak sunumlarla konunun akademik boyutu küresel ölçekte duyurulmalıdır. İstanbul ve Çanakkale boğazları, yalnızca Türkiye için değil, tüm bölgesel denizler için kritik bir biyolojik koridor olup, acilen koruma altına alınmadığı takdirde göçmen balık stokları geri dönüşsüz şekilde çökecektir.