
Sessizlik. Bazen bir kaçış, bazen bir cevap. Bazen de söylenemeyeni taşıyan görünmez bir dil.
Bu bölümde Wittgenstein’la dilin sınırlarını, Heidegger’le varoluşun sessiz yankısını, Lao Tzu’yla boşluğun bilgelik halini ve Epiktetos’la içsel dinginliği konuşuyoruz ya da belki hiç konuşmuyoruz. Çünkü bazen anlam, sözcüklerin bittiği yerde başlar.
Bir sessizlikte ne duyarız?
Söylenmeyen şeyler bize ne öğretir?
Ve belki de en önemlisi: Sessiz kalmak, düşünmenin başka bir biçimi olabilir mi?