
Bu bölümde, dile getirilemeyen duyguların içimizde nasıl katman katman biriktiğini, zamanın dokunuşuyla nereye evrildiklerini sorguluyoruz. Tozlu bir çekmecede unutulmuş eşyalar gibi, duyguların da uygun koşullarda saklanmadıklarında nasıl çürüyebileceğini, yok olup gitmeden önce bize bir şeyler fısıldayıp fısıldamadığını düşünüyoruz. Üzümler şaraba dönüşmeden önce nasıl bir bekleyiş içindeyse, içimizde biriken duygular da zamanla bir bağ bozumu yaşar mı? Yoksa, işlenmediklerinde çürüyen ve bizi zehirleyen bir yük haline mi gelirler? Duyguların saklanma ve dönüşüm serüvenine, doğanın matematiğiyle harmanlanmış bu düşünsel keşif, içimizdeki fırtınaları anlamaya davet ediyor. Belki de her son, bir başlangıçtır; her çürüyen, toprağı yeniden besler.