Bu bölümde Nietzsche’nin ‘üstinsan’ kavramını ele alıyoruz.
Dünyayı değil, kendini dönüştürmeye dair bir fikir bu. Anlamı dışarıda değil, kendi içinde kurabilen insana dair.
Belki de insan olmanın bitmeyen yolculuğu tam da burada başlıyor.
Birine yaklaşmak isteriz ama çok yaklaştığımızda canımız yanar. Uzaklaştığımızda ise üşürüz.
İlişkilerde bu dengeyi bulmak kolay değildir; çünkü hepimiz hem yakınlık isteriz hem de alan.
Bu bölümde Schopenhauer’ın “kirpi ikilemi” hikâyesinden yola çıkarak, ilişkilerdeki sıcaklık ve mesafe arayışını konuşuyoruz.
Bazen düşünceler durmaz.
Ne kadar yorgun olsanız da zihin hâlâ çalışıyordur.
Bu bölümde “overthinking”i, yani aşırı düşünmeyi konuşuyoruz.
Zihin neden durmaz, neden aynı cümleleri döndürür durur,
ve onunla savaşmadan nasıl ilişki kurabiliriz?
Bu bölümde sahneye çıkıyoruz ama tiyatro sahnesine değil… psikodrama sahnesine.“Yaprak Dökümü” dizisinden yola çıkarak, ilişkilerde üstlendiğimiz rollerin ve tekrar eden duyguların izini sürüyoruz.Konuklarım Uzman Psikolog & Çift ve Aile Terapisti Beyza Köseoğlu ve Klinik Psikolog Ecem Uysal, psikodramada “ayna”, “rol değişimi” gibi kavramların ne anlama geldiğini ve sahnede neler yaşandığını paylaşıyorlar.Ayrıca, Kasım ayının ilk haftasında başlayacak “İlişkilerin Sahnesi” adlı psikodrama grubunun detaylarından da bahsediyoruz.Grup, 6 haftalık bir süreç olacak ve her Çarşamba akşamı 20.00–22.00 arasında, Kadıköy–Bostancı’daki Unita Danışmanlık’ta gerçekleşecek.
Sahne hazır: bu kez kendi rolümüzü izliyoruz.
🎟️ Katılım ve detaylı bilgi için konuklarımın Instagram hesaplarını açıklama kısmında bulabilirsiniz.
@psikolog_ecemuysal
@psikoterapist.beyzakoseoglu
Ezel dizisini izlerken sadece bir intikam hikâyesi mi izledik, yoksa kendi kimliğini yitiren bir adamın öyküsünü mü?
Bu bölümde, Ezel karakteri üzerinden intikamın psikolojik etkilerini konuşuyoruz.
İntikam gerçekten rahatlatır mı? Yoksa geçmişe daha da bağlayan bir döngü mü yaratır?
Bu bölümde Viktor Frankl’ın toplama kampındaki deneyimlerinden yola çıkarak logoterapinin temel ilkelerini, varoluşsal boşluğu ve modern dünyada anlam arayışını konuşuyoruz. Mutluluk ve başarının neden doğrudan kovalanamayacağını, anlam bulunmadığında boşluğun nasıl farklı şekillerde hayatımıza sızdığını tartışıyoruz.
Affetmek çoğu zaman iyileşmenin tek yolu gibi anlatılır. Peki gerçekten öyle mi? Bu bölümde affetmek, bırakmak ve affedilemeyecek olan üzerine düşündük.
Bu bölümde yaşlanma kavramı üzerine birlikte düşündük.
Bazen yaşlı birini gördüğümüzde içimizde beliren o tuhaf hüzün nereden geliyor?
Sadece o kişiye mi bakıyoruz, yoksa kendi geleceğimize mi?
Ya da zamanın geçişine, kontrolün yavaşça elimizden kayışına mı?
Mutluluğu neden bu kadar çok istiyoruz?
Ve neden ona yaklaştığımızda bile elimizden kayıp gidiyor gibi hissediyoruz?
Bu bölümde, sürekli “daha fazlası”nın peşinden koşmanın bizden neler götürdüğünü konuşuyoruz.
Bu ilk bölümde, hepimizin hayatının bir noktasında kendine sorduğu o temel soruya odaklanıyoruz: Ben kimim?
Kimliğimiz sabit midir, yoksa zamanla değişir mi?