
“Çöpe gitmesin”, “ayıp olmasın”, “kırılmasın”… Peki ya biz?”
Bu bölümde yemekle kurduğumuz duygusal bağlara, yemeğin sadece fiziksel bir ihtiyaç olmaktan nasıl çıktığına, kıyamadıklarımız yüzünden kendimizi nasıl tükettiğimize birlikte bakıyoruz.
Misafirlikte aç olmadığımız halde yediğimiz tabaklar, çöpe gitmesin diye zorla bitirdiğimiz bayat yemekler, biri üzülmesin diye söylediğimiz o sessiz “evet”ler… Hepsi bir tabaktan fazlasını taşıyor aslında.
Yeme bozuklukları her zaman sadece açlıkla ya da toklukla ilgili değildir. Bazen yemek, bastırılmış duyguların dili olur. Bazen bir çatalla sustuğumuz duygular, bir tabakta kendini anlatır. Bu bölümde:
• İnsanları kıramadığımız için kendimizi kırdığımız anları,
• “Günah olmasın” diye sağlığımızı riske attığımız yemekleri,
• Ve duygusal açlığı fiziksel doygunlukla bastırmaya çalıştığımız o anları konuşuyoruz.
Yemekle barışmak, duygularla barışmakla başlar.
Ve belki de en çok şunu hatırlamak gerekir:
Her “hayır”, aslında kendine söylenmiş bir “evet” olabilir.