İkinci bölümü İsmet Özel’in sanat ve siyaset bağlamında ele aldığı fayda kavramı ile açıyoruz. Biz kendi izlenimlerimizi metinden yola çıkarak paylaşmaya devam edeceğiz. Şu var ki ortada sanatçı ya da siyasetçi diyebileceğimiz kişiler var mı? Bu nedenle de başlığa bir “vesaire” eklenmiş. Yani işin vesaire kısmına geldiysek bir şeylerin olmamasına dayanıyoruz demektir. Sanat, siyaset ve tefekkür alanı günümüzde artık vesaire kalibresine inen şeyler. Vesaire bir şeyler olduğuna işaret değil olmadığını imleyen bir şey daha çok.
Andreas Balint Kovacs, Modernizmi Seyretmek, çev. Ertan Yılmaz
Andrey Tarkovsky, Mühürlenmiş Zaman, çev. Füsun Ant
Roland Barthes,Camera Lucida: Fotoğraf Üzerine Düşünceler, çev. Reha Akçakaya
Gilles Deleuze, Sinema I-II “Hareket İmge”, “Zaman İmge”
Andre Bazin, Sinema Nedir?, çev. İbrahim Şener
Hayal, insanın istekleri, özlemleri yönünde kafasında meydana getirdiği bir suni ortam, bir zan, bir kuruntudur. Hayalden kuruntuya bir yol çıkar. Rüya ise insanüstü bir kuvvetin tesiri altında görülen ve benim gerçek kabul ettiğim bir istikamettir. Nedir rüya? İnanca bağlılığın insanüstü bir kuvvet tarafından insanda kavileşmesidir. Rüya hakikatin cüzüdür. Rüyanın yalan söyleme imkânı bulunmaz. Hayalse özü itibariyle hakikatten beslenen ama gerçeğin çölünden gelendir. Rüya düştür. O uykuya içkindir. Hayal ise uyanıkken uyumayı telkin eder çoğunlukla.
* Pitirim Sorokin, Bir Bunalım Çağında Toplum Felsefeleri, çev. Mete Tunçay
* Karl Marx, 1844 El Yazmaları
* Alman İdeolojisi "Feuerbach"
* Felsefe İncelemeleri, * Grundrisse
Etika, Ortaçağ geleneğine göre yazılsa da anlaşılır bir kitaptır. Böyle şeylere yaklaşırken korkularımızı yenmeliyiz. Yine de çetrefilli bir kavramla karşı karşıyayız. Affect duygu olarak çevrilebilir, Latince kalıbıyla affectio duygulanış olarak karşılanıyor; Hilmi Ziya affection kavramına duygulanım demiş. Bunların aslında çok önemi yok. Eksik gibi tüm bu karşılamalar. Önemli olan bu kavramı tefekkür etmek. Kavramı bir şeyin üzerindeki her türlü tesir, etki alanı oluşturma hatta izler olarak karşılayabiliriz. Buna bir tanım getirmek çok güç. Üzerine düşünebiliriz ama. Çünkü Spinoza’da hayat, akış içerisinde üzerimizde etkisi olan ya da bize çarpan sayısız şeylerin etkisinin toplamıdır. Tüm bu etkiye affection diyoruz. Hala tanımın eksik olduğunu unutmayalım. Çünkü hayatımız tüm etkileri tanımlayacak çapın çok ötesindedir. Kısacası kelimenin karşılığını, duygulanış ya da duygulanım ne kadar kaldırabiliyor bu şüpheli. Zira burada karşılaşmalarımızın üzerimizde bıraktığı etkiden söz ediyoruz. Bu, her an akış içinde olan bir şey. Buradaki net olmayış şu: Spinoza için beden ve ruh ayrımı tartışmalı bir mesele. Can, beden, ruh gibi kavramları bir kenara koyarak affectionu şöyle anlamaya çalışalım: bütün veçheleriyle bir etki altındayız. Spinoza için metafiziksel olan ile cismani olanın farkı yok. Zaten özü tözden ayıramıyoruz onda.
E.H. Gombrich, Sanatın Öyküsü, Remzi Kitabevi
Larry Shiner, Sanatın İcadı, çev. İsmail Türkmen, İstanbul 2017, 4. Basım
L.N. Tolstoy, Sanat Nedir?, çev. Mazlum Beyhan, İstanbul 2019
Hans Belting, Floransa ve Bağdat; Doğuda ve Batıda Bakışın Tarihi, çev. Zehra Akarsu Yılmazer
Walter Benjamin, Son Bakışta Aşk, çev.Nurdan Gürbilek
Neden cehenneme övgü? Ya da cehenneme övgü olur mu? Çünkü aslında her gün cennet ümidi içinde cehenneme giden yola taş döşüyoruz aslında. Cenneti yeryüzünde yaratmaya çalışıp sonra da başka cennetler ediniyoruz. En sonunda da cennet kavramına dahi yabancılaşıyoruz. Cehenneme gidebileceğini kimse düşünmüyor zaten. Cehennem fikrini ilginç kılan şey de orada hep başkalarının acı çekeceği fikri. Bu da tam modern insanın vakarına uygun bir tarz. Cehenneme övgü denilmesinin bir nedeni de hayatımızda her şeyin düzenli, konformist ve doğrularla örülü olması. Cennet fikri de böyle çünkü. Halbuki asıl mesele doğruların sorgulanmasıdır. Kapitalizm ve sınırsız üretim çağı ile birlikte etrafımızda çizilen duvarlardan başka bir şey tanımıyoruz. Hep bunları gerçeklik olarak da hayatımıza uyduruyoruz.
Susan Sontag, Yoruma Karşı, çev. Osman Akınhay, İstanbul 2012
Bertrand Russell, Batı Felsefesi Tarihi, III Cilt
Richard Sennett, Ten ve Taş; Batı Uygarlığında Beden ve Şehir, çev. Tuncay Birkan, İstanbul 2018
Slavoj Zizek, Ahir Zamanlarda Yaşarken, çev. Erkal Ünal, İstanbul 2014
Johan Huizinga, Homo Ludens; Oyunun Toplumsal İşlevi Üzerine Bir Deneme, çav. M. Ali Kılıçbay
Dünyada bir yerimizin olduğu hakikatiyle şiir okumanın büyük bir ilişkisi vardır. Şiirokumak demek kimsenin oraya hücum edemeyeceği bir yurt edinmek demektir. Böyle bir yurt edinmiş kişinin aynı zamanda özü de gürleşecek kendinden emin olacaktır. Şiir okumak bizi ümmi kılar. Yani bir şekilde baştan almamıza müsait bir mecra oluşturur. Şiirin içinden çekip çıkarttığımız mesaj, şairin deyimiyle çığlık, homurtu, haykırış ya da inleme bizim ne olduğumuz ile alakalı olacaktır. Elbette içinde bulunulan zaman ve şartlar bu mesajın niteliğini de belirgin hale getirecektir.
Ludwig Wittgenstein, Tractatus Logico- Philosophicus, çev. Oruç Aruoba, İstanbul 2016
Platon, Diyaloglar,
Ahmet Arslan, İlkçağ Felsefe Tarihi, 5 Cilt, Alfa Yayınları
Walter Kranz, Antik Felsefe, çev. Suat Y. Baydur, İstanbul 1994
Wilhelm Capelle, Sokrates Öncesi Felsefe,
Hiç de soğuk olmayan, sevgilisine yanıp tutaşan bir kız,
İlk defa aşık olan bir oğlan okusun isterim yazdıklarımı,
Arzunun anatomisini inceleyen benim gibi acı çeken biri
Kendi tutkusunun yansımasını görüp, şaşkınlıkla haykırır:
Gönül maceralarım hakkında yazan bu yazar bozuntusu da kimdir?
Ovidius
Theodor W. Adorno, Minima Moralia, çev. Orhan Koçak, Ahmet Doğukan, İstanbul 2012
Julien Benda, Aydınların İhaneti, çev. Cem Soydemir, İstanbul 2011
Michel Foucault, Kelimeler ve Şeyler, çev. M. Ali Kılıçbay
Niccolò Machiavelli, Hükümdar, çev. Ayşe Cavdar, Gaye Demircioğlu, Dergah Yayınları
Giambattista Vico, Yeni Bilim, çev. Sema Önal Akkaş, Doğu Batı
William Blake, “Paranın bulaştığı hiçbir yerde sanat icra edilemez” demiş. Artık her şeyin bir piyasası vardır. Blake’nin sözünden sanatın yüce bir şey olduğunu hemen anlıyoruz ama değer diye atfettiğimiz kavramı estetiğinden ziyade bizlere beğenmek zorunda olduğumuz ya da nefret etmeyi dikte eden bir piyasa sistemi kurulmuştur. Sanat, estetik ve para arasında kurulan bir diyalektik ormanında yaşıyoruz.
Estetik Aesthetic kavramı İngilizce’de 19. Yüzyıllarda görülemeye başlayan bir kavramdır. Eskiler ilmi hüsn veya ilmi zevk diyorlardı. Yunanca duyum demek aslında. Şöyle düşünelim 1778’de Mozart Konserine giden yoktu, adam müziğine olan ilgisizlikten yakınıyordu. Bugün Abel yüz milyon dinleniyor. Estetik kaygı diye bir şey yok çünkü. O zaman da bunu pek dikkate alan olmamış. Su yatağını buluyor bir şekilde. Eskiden belirli çevrelerin öne sürdüğü belirli tiplere atfedilen değer mekanizması varken bir de buna internet algoritmasının değer yüklediği bir dünya kuruldu.
Arthur Schopenhauer, Parerga ile Paralipomena: Ya da Kısa Felsefe Denemeleri I. Kitap, çev. Levent Özşar, İstanbul 2015
Edmund Husserl, Bunalım, çev. Levent Özşar, İstanbul 2016
Spinoza, Ethica, çev. Hilmi Ziya Ülken, Ankara 2018
G.W. F. Hegel, Tarih Felsefesi, çev. Aziz Yardımlı, 2006 (Vorlesungen Uber Die Philosophie der Geschichte)
Martin Heidegger, Varlık ve Zaman, çev. Kaan Ökten, İstanbul 2018
Anlamak için biraz çaba sarf etmenin gerektiği orijinal bir düşünürdür Ulus Baker. Muhakkak muhtelif okumalarla desteklenmelidir. Her insan anlaşılmak ister. Ama bazen de onun da dediği üzere "Her şeyi anlamak zorunda değilsiniz, anlamak yalnızca dünyayla ilişkimizin bir düzeyinden ibaret. Ama asla tümü değil." Düşünmenin imkanlarını zorlayan herkes anlamanın da kapılarını zorlayacaktır. İnsan çoğu zaman kendisinin büyük bir imkan olduğunu unutuyor.
Ragıb El İsfahani, Müfredat
Şemseddin Sami, Kamus-i Türki,
Bedia Akarsu, Felsefe Terimleri Sözlüğü
Francis E. Peters, Antik Yunan Felsefesi Terimleri Sözlüğü
Raymond Williams, Key Words,
Özel bir şekilde sözlük alıp okumak elbette illa sözlük okuyacağız diyenlere bir şey diyemeyiz ama bu biraz da entelektüel cilayla geçici bir biçimde parlatılmış bir cehaleti andırır. Kamus namustur. Bir toplumun kodları, nomosu, ahlakı, birikimi ve hafızası lügatlerde saklıdır. Kelimelerin jeneolojisi kökeni önemlidir. Kelimeler etimolojik olarak çok şey anlatırlar bizlere.
İdeolojinin Yol Açtıkları:
YANILSAMA (İLLUSİON)
YANLIŞ BİLİNÇ (FALSE CONSCİOUSNESS)
GERÇEK DIŞILIK (UNREALİTY)
UPSİDE DOWN REALİTY (TEPETAKLAK GERÇEK) ortaya çıkıyor.
Fernand Braudel, Uygarlıkların Grameri, İmge
Server Tanilli, Uygarlık Tarihi, Cumhuriyet Kitapları
Eric J. Hobsbawn, Kısa 20.yüzyıl: 1914-1991 Aşırılıklar Çağı, Everest
John Lukacs, 20. Yüzyılın Sonu, Ketebe
Oral Sander, Siyasi Tarih 2 Cilt, İmge
İlk baskısının tarihi 1985. Beethoven diyor ki “Benim gözlerimle işittiğimi, sizler kulaklarınızla göreceksiniz.” Sözümüzün gözleri olsaydı Taşları Yemek Yasak kadar dokunaklı olmasını isterdiniz. En büyük dileğimiz gözden geçmiş olmak. Sözle hizaya gelmektir. Çünkü gözün krallığında yaşıyoruz. Gözetleniyoruz ve gözlüyoruz. Lakin bir şeyler görüyor musunuz? İsmet Özel buna mukabil kullanıyor surat asma hakkını.
Taşları yemek neden yasak? Çünkü yüklerimizden kurtulmamız lazım. Rusya’nın dağılmasından beş yıl önce yazılmış kitap. İsmet Özel Sovyet Rusya’nın haritadan silinmesinden kaygı duyuyor. İsmet Özel tedirginliği müşahhas kılan bir düşünce adamı. O günlerden bugünlere gelindi bir şekilde. Kitabın ismi kendisini okutturmaya zannımca en büyük nedendir. Bazen içindeki bir söz nedeniyle bütün kitabı okursunuz. Buradaki durum da budur biraz.
Eserler:
Soren Kierkegaard, Korku ve Titreme, Pinhan
Cemil Meriç, Işık Doğudan Gelir, İletişim
Friedrich Nietzsche, Böyle Buyurdu Zerdüşt
Malik Bin Nebi, İslâm Dünyasında Fikir ve Put
Edward Said, Entelektüel: Sürgün, Marjinal, Yabancı, Ayrım