Son yıllarda sosyal medyadan iş görüşmelerine, dost sohbetlerinden akademik tartışmalara kadar herkesin kendini 'zeki' ilan ettiği bir dönemde yaşıyoruz. Peki bu iddia neden bu kadar yaygın? Gerçekten hepimiz Einstein mıyız yoksa zeki olma kavramı mı değişti? Bu bölümde, günümüz dünyasındaki 'zeki enflasyonu'nu masaya yatırdık.
Her konuda bilgisi ve fikri olan olan o insanlar... Aramızda, hatta kimi zaman yanı başımızdalar. Mevzu ne olursa olsun konuşacak bir şeyler bulabilmek bazıları için nasıl bu kadar kolay hiç düşündünüz mü? Biz düşündük. Bu bölümde, her şeyi bilenleri masaya yatırıyoruz. Bilgi mi, özgüven mi, yoksa sadece laf cambazlığı mı? Bolca "Hadi ya!" garantili bir sohbet sizi bekliyor.
Bu bölümde, dostluk ve dürüstlük arasındaki ince çizgiyi inceliyoruz. Acı gerçeği söylemek gerçekten dostluğun bir parçası mı, yoksa ilişkilerde yalnızca zarara mı yol açar? Sözlerin doğrudan etkisi, dostlar arası sınırlar ve acı gerçeklerle yüzleşmenin yollarını keşfe çıktığımız bu zorlu yolda acaba kahramanlarımızı ne gibi tehlikeler bekliyor? Dinleyelim görelim.
Saniyesi saniyesini tutmayan şu ahir ömrümüzde karşılaştığımız belirsizliklerle nasıl mücadele edeceğiz? Yeni bölüm tarihine bile bir türlü karar veremeyen ikili olarak belirsizliğe tahammülsüzlüğü tabi ki biz konuşacaktık. Öyle de yaptık. İyi yaptık.
Nefes almak için de koç tutar mı insan? Valla tutuyormuş. Koşudan beslenmeye, uykudan gülmeye her şeyin koçu çıkmışken biz de sosyal medya ile birlikte iyiden iyiye kontrolden çıkan yaşam koçluğu meselesini ele aldık.
Nihayet dediğinizi duyar gibiyiz. Biz de sizi çok özledik :)
Nefesleri tuttuk hepimiz seçimi bekliyoruz. İlk turda bitirmenin muhalefetten iktidara, herkese faydası olduğu aşikar ama peki 15 Mayıs itibariyle ne olacak? Ne olsun istiyoruz? Güzel günler görmek istemeyen yoktur herhalde. Peki ya güzel günler de bizi görecek mi? Nasıl? Şunun Adını Koyalım o zaman.
"Yaa biliyo musun küçükken ben de sarı saçlı mavi gözlüymüşüm." diyen bir tanıdığınız var mı? Yoksa o siz misiniz? En az bir cevabınız evet ise, kulübe hoş geldiniz.
Küfüre biz de karşıyız ve yine de bazen içimizden geçmiyor değil. Peki o zaman bazen açıkça bazen de içten içe “Lanet olsun dostum, lanet olsun!” diye altyazı geçebileceğimiz bu cümleyi, ihtiyaca göre kullanabilmek için hazır mıyız? Hadi şunun adını koyalım: “S*ktir git” diyebilmek.
''Utanmadın mı?'' dedikleri ne kadar gizli hazzımız varsa o kadarını da utanmadan açıkladık. Guilty pleasure dedikleri şey, kabul görmeyecek olsa da o karanlık yanlarımıza sahip çıkarken kendimizle de eğlenebilmek değil de ne zaten?
Öyle öyle.. Biz adını koyduk!
Bu hafta başlıktan da anlaşılacağı üzere tadı damakta kalan, karmakarışık, daldan dala bir kayıt aldık. Ve evet, yine biraz, fakat çok az uzun oldu.
Bu hafta yurtdışı fobisini, namıdiğer foreignophobia'yı konuştuk. "Giden nasıl gidiyor?", "Anaya babaya yazık değil mi?", "Ev sahibi depozitoyu geri veriyor mu?" gibi deli sorulara konuğumuz, bir zamanların fobi koleksiyoneri, şimdinin Kopenhag fatihi Deniz Akcan ile yanıt aradık.