
Dördüncü odanın kapısı yavaşça aralanıyor.
Ve bu kez, seni bir sessizlik karşılıyor.
Gürültüsüz… hüküm dolu.
Bir düşünce adımı gibi, hafif.
Bir çağrının yankısı gibi, derin.
Bu oda, zamanın acele etmediği bir yer.
Burada güneş, yalnızca doğru vakitte doğar.
Burada söz, yalnızca ölçülüyse anlam taşır.
İçeri girdiğinde, ayaklarının altına serilen o kadim taşlarda
bir devletin, bir halkın ve bir insanın sesi yankılanır.
Bin yılın içinden gelen bir bilgelik:
Ne bağırır, ne susar.
Sadece öğretir.
Çünkü bu, Konfüçyus’un odası.
Ve burada sorular “ben kimim” diye başlamaz…
“Nasıl yaşanırsa insan olunur” diye başlar.