Ondördüncü bölümümüzde Kuş Çıkmazı üzerine konuşuyoruz. Bölümümüzün konusu "Kuşlar ve Kalpler". Bu bölümde sosyal medya ve etkileri hakkında konuştuk. Sosyal medyanın özellikle instagram ve twitter'ın insan hayatlarındaki yerini sorguladık. Yorumlarınızı bekliyoruz. Düşünceleriniz bizim için oldukça değerli. Keyifli dinlemeler.
Onüçüncü Bölümümüzde Müjde Çıkmazı üzerine konuşuyoruz. Bölümümüzün konusu "Leylekler ve Bebekler". Bu bölümde bazı müjdeler hakkında hakkında konuştuk. Leyleklerin bebekleri getirdiğini fakat leyleklerin bebeklerini kimin getirdiğini sorguladık. İnsanların hayatında karşılaşabileceği en uç müjdeleri tartıştık. Bu bölüm diğer bölümlerimizin aksine bir ara bölüm olarak, çalışmadan çektiğimiz bir bölüm oldu. Yorumlarınızı bekliyoruz. Düşünceleriniz bizim için oldukça değerli. Keyifli dinlemeler.
Onikinci Bölümümüzde Espiri Çıkmazı üzerine konuşuyoruz. Bölümümüzün konusu "Güldürü ve Seks". Bu bölümde espri ve gülmenin insan hayatındaki yeri, sevişmenin güldürüye etkisi ve insanların nelere güldüğü hakkında konuştuk. Henri Bergson'un Gülme kitabına, Hobbes, Kant ve Freud'un Mizah Teorilerine değindik. Yorumlarınızı bekliyoruz. Düşünceleriniz bizim için oldukça değerli. Keyifli dinlemeler.
Onbirinci Bölümümüzde Kültür Çıkmazı üzerine konuşuyoruz. Bölümümüzün konusu "Çıkmaz Sokak Yaşantısı". Bu bölümde çıkmaz sokaklara çıkan hayatlar hakkında konuştuk. Çıkmaz sokakta yaşayan insanların düşüncelerine ve sorunların değindik. Yorumlarınızı bekliyoruz. Düşünceleriniz bizim için oldukça değerli. Keyifli dinlemeler.
Onuncu Bölümümüzde Kültür Çıkmazı üzerine konuşuyoruz. Bölümümüzün konusu "Gemeinschaft und Gesellschaft". Bu bölümde mekan sosyolojisini ve cemaat ve cemiyetçilik hakkında konuştuk. Sosyolojide mekan tartışmaları, mekanın üretimi ve mekanın tüketimine değindik. Yorumlarınızı bekliyoruz. Düşünceleriniz bizim için oldukça değerli. Keyifli dinlemeler.
Dokuzuncu Bölümümüzde Kültür Çıkmazı üzerine konuşuyoruz. Bölümümüzün konusu "Kent Sokaklarının Mekan İncelemesi: Çıkmaz Sokak Örneği". Bu bölümde çıkmaz sokaklar nasıl oluştu sorusuna cevap ararken aynı zamanda mekanın kültüre ve kültürün mekana etkisi üzerine konuştuk. Kültür Çıkmazı serimiz üç bölümden oluşacaktır. Yorumlarınızı bekliyoruz. Düşünceleriniz bizim için oldukça değerli. Keyifli dinlemeler.
Sekizinci Bölümümüzde Fazilet Çıkmazı üzerine konuşuyoruz. Bölümümüzün konusu "Ahlak ve Erdem". Bu bölümde fazilet, erdem ve ahlak üzerine konuştuk. İnsan neyle yaşar ve Aristotales'in erdemli insanların özelliklerine değindik. Yorumlarınızı bekliyoruz. Düşünceleriniz bizim için oldukça değerli. Keyifli dinlemeler.
Yedinci Bölümümüzde Sülün Çıkmazı üzerine konuşuyoruz. Bölümümüzün konusu "Çobanlar ve Tosunlar". Bu bölümde Türkiye'nin en büyük dolandırıcıları, dolandırıcılık ve kolay para kazanma hırsı üzerine konuştuk. Yorumlarınızı bekliyoruz. Düşünceleriniz bizim için oldukça değerli. Keyifli dinlemeler.
Martılar ve Kargalar
6. bölümümüz olan Yalı Çıkmazı’nda Osman Nuri Ergin’i anarak karşınızdayız.
“Hoş geldiniz, hoş bulduk, hoş geldiniz.” - İldoko
Konuklar ve Pizzalar
Bu bölümde 3 tane konuğumuz var. Onlar da hoş geldiler! Ama bize cevap veremiyorlar çünkü konuk politikamız gereği konuklarımız eğer yayında ses çıkarırlarsa bize pizza ısmarlamak zorunda kalıyorlar.
Maalesef! Pizzasını ısmarlayayım istediğim kadar konuşayım gibi bir şey de mümkün değil. Eğer öyle olursa baştan alıp pizzamızı yemiş oluyoruz :)
Bu da bizim politikamız
Konuklarımızdan birine, sosyal medya sorumlumuza, teşekkür ediyoruz. Şu ana kadarki tüm ekip işlerimizi, sosyal medya sorumluluğunu çok büyük bir ekip almıştı ama bu seferki sorumlumuz işinin ehli olduğu için yalnız başına bu işi halledebiliyor. “Kendisine çok teşekkür ederiz ama ismini vermeyeceğiz çünkü bu da bizim politikamız. Sosyal medya sorumlumuzun ismini vermemek değil, yayında isim vermemek bizim politikamız.”. “Sadece Osman Nuri ergin, bir de kendi adımızı küçücük söylüyoruz. Çok az. “
Bir hayranımız var! (Hadi ama birçok hayranımız var…)
Bu hafta bir hayranımız mesaj attı. Parası da olan bir hayranımızdı ki bize bölüm ismi almayı teklif etti. Oldukça yüklü bir miktar parayla geldi. Kıramadık kendisini, hemen kulisler yapıp isim değişikliğine gidildi. Mecburen konumuz da ismiyle değişmiş oldu.
“Yani bizden isim satın alabilirisiniz. NASA’dan yıldız, WWF’ten panda çocuğu ismi almaktan daha mantıklıdır, çünkü onlar gerçektir. Hiçbir pandaya sizin çocuğunuzun, karınızın adını vermiyorlar. Yıldıza da vermiyorlar. Sadece bir sertifika veriyorlar. Ama biz yapıyoruz. Yaptık.” diye de ekliyor İldeniz.
Neden Yalı Çıkmazı, Yalı Çıkmazı?
Belediye meclis üyeleri tabi ki bu sokağı da isimlendirmişler. Hatta bu fikri bu bölümde İldeniz bile kabul ediyor!
Refik fikrini sunuyor: “Evet ama şöyle bir durum var, biz Yalı Çıkmazı ismini nasıl parayla sattıysak aynı şekilde -belediye meclis üyelerine hakaret etmek istemiyorum ama- ufak bir miktar bağış alarak karşılığında acaba Yalı Çıkmazı ismini vermişler midir bir yalı sahibine diye düşünüyorum.”
“Rüşvetle sokak ismini almışlar?”. “Rüşvetle hiç değil yaa.”
“Ya almış olabilirler, bence haklarıdır da. Çünkü belediye meclis üyelerinin maaşları gerçekten çok az. 150 lira mı neydi.” Diyor Burak.
“Belediye meclis üyeleri mi var yaa?”
“Evet, belediye meclisleri var.”
“Bunlar böyle sokak isimlendirmeyle falan mı uğraşıyorlar?”
…
Burak’ın fikri de şu yönde: “Böyle enteresan işler yapıyorlar. Yalı çıkmazı şu şekil olmuş olabilir. Yalıların çoğunluğu Osmanlı döneminde falan yapılmış. Müslüman yalıları var, gayrimüslim yalıları var. Müslüman yalılarının araları biraz daha boşluklu, gayrimüslim yalıları dip dibe yapılmış. Müslüman yalılarının aralarındaki boşluklar işte çıkmazlar falan olabilir. Bu dönemde de bu yalıların önlerine yol yapmak için asfalt ve dolgu yapabiliyorlar ki trafik rahatlasın. Böyle bir asfalt dolgu yapmışlar. Sonra o, çıkmaza çıkmış. O çıkmaza çıkınca da bu yalıya çıkmış bir çıkmaz olmuş, gibi...”
Fuat paşa yalısından bahsediyor bize Refik. “Denizle arasından yol geçen bir yalı.”. “
“Denize sıfır teknik olarak ama başka bir denize sıfır değil. Boğaza sıfır değil, denize sıfır.”
Refik bu konuda “Ancak ben Fuat Paşa Yalısı’nın sahibi olsaydım ve evimin camından bakarken bir anda transit yoldan geçen bir 500T’nin içindeki o ter kokusunu görseydim -çünkü görülebilir bir şey yani artık yani o ter kokusu- çok rahatsız olurdum. “ şeklinde bir görüşe sahip. (500T’ ye bindiyseniz görülebilen ter kokusu konusunda şüpheniz olmadığından eminiz.)
“Otobüs geçmesini istemezdin yani?”
“Kesinlikle istemezdim.”
“Ben çok öyle düşünmüyorum yaa.” diye giriyor Burak. “Oradan geçmesi beni çok rahatsız etmezdi.”
“Aranızdaki fark sanırım sosyoekonomik sınıfındaki, kendi sınıfındaki insanlarla birlikte olmaktan o kadar rahatsız değilsin, sense rahatsızsın.”
“Eğer öyle olsaydım, o sosyoekonomik sınıfta olsaydım.”
eden bu böyle değildi.” diyor Burak.
Devamı seslide...
Podcast Çıkmazı Osman Nuri Ergin’i anarak beşinci bölümü olan Aşıklar Çıkmazı ile karşınızda. Konumuz Cinsellik ve Takılar.Âşıklar Çıkmazı mı Aşıklar Çıkmazı mı?
Âşıklar çıkmazı Beykoz’daki bir çıkmaz. Aynı zamanda Avrupa Yakası’nda da bir tane bulunuyor. Birden fazla bu isimde çıkmaz var çünkü herkesin aşk tanımı başka. Mesela bu Âşıklar çıkmazının dışında Aşıklar çıkmazı da olabilir. Burak Refik ve İldeniz bu konuda “Aşık atmak? Bir o aşık atmak var bir de bir şeyi aşmışlık, aşıklık. Böyle bir şey var mı? Bilmiyoruz. Ya da su çayın boyunu aşık.” Gibi örneklerle bulmaya çalıştılar. Hangisi doğru biz de pek seçemedik ama söyleyebileceğimiz tek şey Avrupa Yakası’ndakinin Aşıklar Çıkmazı, Buradaki Âşıklar Çıkmazı olduğu. Aşk üzerine İldeniz anlatıyor: “Herkesin aşk tanımı başka, benim aşk tanımım baya böyle bu evrim ağacına girdiğinizde karşınıza çıkacak olan o Seratoninler, Dopaminler’in bilmem nesinin karması olan -ki her insanda da yine karması olan- hormonal bir bombalama diyelim. Adrenalin, sempati bombalaması. Budur benim için aşk açıkçası. O kadar yüceltilecek bir şey değil. Aşkı 15 dakika içerisinde de yaşayabilirsin herhangi biriyle aylar sonrasında tanıştıktan sonra da. Tanıştığın saniyede de yaşayabilirsin, 15 yıllık hiç sevmediğin karınla da bana soracak olursan. Tamamen bilimsel bir şey olduğunu düşünüyorum.” Burak’a göre de “Ben de duygusal bir şey olduğunu düşünüyorum ama kontrol edilebilir, yönetilebilir bir şey gibi geliyor bana. Yani elbet bilimsel araştırmalar, dayandığı bir nokta falan vardır ama âşık oldum demek… Aşka inanmaktan ziyade insanlar kendilerini âşık olduğuna ya da âşık olmadığına inandırıyor ve bu klasik mevzu bir kişiyi, herhangi bir kişiyi, sen âşık olduğunda dünyanın en muazzam kişisi olarak görebiliyorsun. Bütün kusurlarını falan atmış bir şekilde. Yani insan kendisini bir şekilde buna ikna ediyor ve aşk böyle ortaya çıkıyor gibi geliyor bana.” Refik'in aşk tanımı ise şu şekilde: “Şimdi bu konuda ben biraz okuduklarıma dayanarak söyleyeceğim. Bir insandan hoşlanmamız ortalama 4 dakika sürüyor. Ve o 4 dakikada kendimizden bir şeyler buluyoruz. Ne bulduğumuzu bilmiyoruz kişiden kişiye çok değişiyor ve ne etkili oluyor bilmiyoruz ve evet hormonların ilk aşamasında, en azından patlamasından meydana gelen bir şey aşk. Aşkın üç aşaması olduğundan bahsediyorlar. İkinci aşamada daha çok bağlanıyormış insanlar ve üçüncü aşamada Oksitosin diye bir madde salgılanıyormuş. Bu da git gide huzur veriyormuş insana. Daha da bağlıyor ve bağımlı hale getiriyormuş ve bu kadınlarda bu doğum yaptıktan sonra artan bir şey. Yani şunu söyleyebiliriz buradan evlilikler çocuk olduktan sonra en azından kadın tarafından daha çok benimseniyor. Bağlayıcı oluyor.” Aşk kontrol edilebilir mi? İldeniz Refik’in tanımladığı şeye katıldığını belirtiyor. “Mantıklı bence zaten evet bilimsel açıklamadan kastım oydu sadece üç aşama falan, kafamda o şekilde ayırmış değilim ama âşık kelimesine çok kıl oluyorum. Aşk dediğin şey korku gibi bir duygu. Sen kontrol edilebileceğini söyledin (Burak’a) diyor. “Korkuyu kontrol edemezsin mesela imkanı yok.” Burak da “Yüceltebilirsin ama korkunu.” Diye karşılık veriyor. “Ama ne kadar kendini ikna edersen et o uçurumun kenarına geldiğinde sen korkacaksın. O uçurumun kenarına gelip aşağı atlayacağına kendini ikna et ve aylarca bunu düşün ama ne yaparsan yap, sen o uçurumun kenarına gelince korkacaksın. Aşk hissetmen gerektiği zaman da, bunu hissedeceksin. Issız adam olmakla bunu engelleyemezsin ya da yalnız olmakla bunu arttıramazsın bana soracak olursan. Her türlü hissedersin.” Diye devam ediyor İldeniz. Burak ise “Hissedersin ama hissetmenin derecesini yani bunu daha mantıklı davranarak bunu daha az hissedebilirsin. Ya da kendini ona kaptırarak daha fazla hissedebilirsin. Her türlü hissedersin. Korkuda da aynı şekilde.
Devamı seslide...
Podcast Çıkmazı 4. Bölümü olan Çıkın Çıkmazı ile her bölümde olduğu gibi Osman Nuri Ergin’i anarak karşınızda. Ayrıca birinci ayımızı bu bölüm ile doldurduğumuzu da sizinle paylaşalım. Hatta üstüne şöyle de bir bilgi verelim. Podcast Çıkmazı’nın bazı bölümlerinde bizimle yayına katılan konuklarımız yer almakta. Bu bölümde de bize eşlik eden bir konuğumuz var fakat konuklarımızı hiç konuşturmuyoruz. Bu yüzden sizler onların yayın esnasında bizimle olduğunu fark etmiyorsunuz ama belki bir gün bu konuk siz de olabilirsiniz! Belki de olmazsınız. Bilemeyiz.Çıkın nedir?Çıkın; bir beze sarılarak düğümlenmiş küçük bohça, çıkı anlamına gelir.Bu çıkmazın adı neden Çıkın Çıkmazı?Bunun iki sebebi var. Birincisi İldeniz’in eğitim hayatı boyunca yaşadığı evinin adının Çıkın Çıkmazı olması. Bu da evin gerçek bir Hobbit evine benziyor olmasından kaynaklanıyor. Kapıları, duvarları, her şeyi İldeniz’in boyunda bir ev. Bir diğer sebebi ise tahmin edeceğiniz üzere Yüzüklerin Efendisi serisine olan sevgimiz. Geçen bölümümüzde toplumlardan bahsetmiştik. Bu bölümde de toplumdan kaçışı ele alıyoruz ve bunun için Çıkın Çıkmazı’ndan daha iyi bir bölüm ismi olamayacağını düşündük. Çünkü tanıyanlar bilir; orada yaşayan Bilbo Baggins toplumdan kaçmak için çabalayan, toplumdan tamamen usanmış ve tam olarak anlatmak istediğimiz insan türünü simgeliyor. Bu yüzden bu bölüme Çıkın Çıkmazı adını verdik.Çıkın Çıkmazı neden Çıkın Çıkmazı?Burak’ın bu konudaki fikri ise şöyle: “Bilbo insanları pek sevmiyor, onlardan kaçıyor, uzaklaşmak istiyor. Yine bir gün bahçeden çocuklara “çıkın, çıkın” diye bağırırken Belediye Meclis Üyeleri de bunu duyup…” Evet, çok yaratıcı bir fikir sunmuyor bu sefer, geçiyoruz.İldeniz de biraz önce bahsettiğimiz Çıkın Çıkmazı’ndan bahsediyor. Hangisi mi? İçinde “İldo Baggins”in yaşadığı. İldo Baggins de tıpkı Bilbo Baggins gibi, bir bakıma medeniyetten kaçmış (Bakırköy’den), Dereseki köyüne yerleşmişti. Ailesinin orayı çok sevdiğini ve sık sık geldiklerini, doğayı ve çamların verdiği oksijeni çok sevdiklerini, toprağa basıp nefeslerini çektiklerinde ‘doğa işte’ diye mutlu olduklarını anlatıyor. Ama kendisine öyle gelmediğini çünkü muhtemelen henüz öyle bir şeyin arayışı içinde olmadığını söylüyor. “Evet doğa, boğaz… Bunlar çok güzel ama bunlar ancak filtre kahvemi yudumlarken, rahat koltuğumda otururken veya yanda güzel bir sisteminden müzik çalarken güzel geliyor. Doğaya kaçma, medeniyetten kaçmanın o boyutu henüz bizlerde başlamış değil.” Diyor ama bunun yaşa bağlı olmadığını da not düşüyor.Bu duruma örnek olarak Refik’i verebiliriz. “Şehrin karmaşasından uzakta, ne kadar sakinse hayat, benim için o kadar cezbedici. Ben hala Şahinkaya’da, 3 senedir, her kalktığımda balkon kapısını açıp o derin nefesi çekenlerdenim. Buranın İstanbul kokmayışını sevenlerdenim.” Diyor.Neden bu şehirden kaçma isteği falan?Aslında bizim bahsettiğimiz “medeniyetten kaçış” Refik’in durumundan, Beykoz’a kaçıştan biraz daha farklı, biraz daha büyük bir kaçış. Bizim bu bölümde ele alacağımız kaçış “Into the Wild” düşüncesi.Hepimizin içinde saklanmış vahşi bir yapı var. İldeniz bunu “Böyle ete dövme aletiyle vurulduğunda herkes bir erkek oluyor, barbarlaşıyor falan. Ne bileyim ahşap kesildiğinde insan kendini daha bir evinde hissediyor. Kömür, soba yakıldığında “işte nostalji” diyor. Ama aynı zamanda bunun da ötesi var. Doğada bir şey yapıldığında, kamp yapıldığında insan kendini doğayla bütünleşmiş hissediyor. Bilmiyorum içgüdüler midir nedir ama hepimizde olan bir şey bu. İlginç olan şu ki çok ciddi de sömürülen bir şey. Mesela kampçılık en aristokrat sporlardan bir tanesi ve malzemeleri çok pahalı. Yani bunu yapabiliyor olmak, bunun lüksüne erişmek çok pahalı. Çok ciddi, çok iyi şartlara sahip olmak gerekiyor.Bunun dışında bir sömürü de medya.
Devamı seslide...
Yeni bir bölüm, yeni bir çıkmaz. Podcast Çıkmazı her bölümde olduğu gibi Osman Nuri Ergin’i anarak sizlerle birlikte. Bu seferki çıkmazımız “Medeniyet Çıkmazı”.Medeniyet Nedir?Uygarlık. Bir toplumun maddi ve manevi varlıklarına, fikir ve sanat çalışmalarına bunlarla ilgili niteliklerin tümüne verilen isimdir.Medeniyet Çıkmazı neden Medeniyet Çıkmazı?İldeniz bu konuda şöyle bir teoriye sahip: Bu görevi bir memura vermişler, sen al bu sokakları tek tek isimlendir diye. Adam 200 tane isimlendirirken etrafına bir bakıvermiş, orda bir medeniyet, hukuk ya da belki istiklal marşından falan görüp yapıştırmış. Yani sokağı, caddeyi, çıkmazı görmemiştir bile. –ağır bir ithamda bulunuyor biraz-Burak’ın teorisi ise şu şekilde: Belediye Meclis Üyeleri takım elbiseleriyle o sokağa gitmişler bakmışlar sokağa giden bir yol yok, yerler taştan falan. “Ulan burada medeniyet yok!” demişler. İnsanlara da bir bakmışlar, buradan hayatta medeniyet falan çıkmaz deyip Medeniyet Çıkmazı adını vermişler. –yine çok ağır bir itham, daha da ağır-Refik ise bunun güzel bir hikayesi olduğuna inanıyor. Hikayeleştirmeyi sevdiğinden de olabileceğini not düşüp anlatıyor: İstanbul’da yerleşik hayata geçen ilk insanlar belki de tam olarak orada kabile kurdular. Ve orada hala bir şekilde, bir yaşam olduğunu biliyoruz. Bu yüzden Medeniyet Çıkmazı dedik belki de.Nerde ortaya çıktı peki “medeniyet”, “devlet” ve “toplum”?“Devlet bütün toplumların kaderidir.” Diyor Fransız bir antropolog olan Clastres. Burak’a göre bu eksik bir düşünce. Hala tam olarak bir medeniyet kurmamış, kendi halinde yaşayan ilkel toplumlar var. Ama yine de devlet, medeniyet büyük çoğunluğunun kaderidir.İlkel toplumlardan bu döneme nasıl gelindi? Devletleşme nasıl oldu?Bu konuda enteresan teoriler bulunmakta. Bunlardan bir tanesi devletin ilk olarak Mezopotamya’da ortaya çıktığından bahseder. Bir diğeri ise Güney Amerika’da İnkalar üzerinden oluşturulmuştur. Mezopotamya ile ilgili “ Fetih Teorisi” vardır. Bu teori çiftçiler ve çobanlar arasındaki ilişkiyi anlatır. Bir tarafta kendi çıkardıkları ürünlerle kendilerine yetebilen çiftçiler, öbür tarafta ise dağlarda yaşayan çobanlar vardır. Çobanlar elverişli dönemlerde kendilerine yetebilseler de -hayvanların yaşamasına elverişli olmayan- kurak dönemlerde çiftçilere saldırırlar. Bunun sonucunda dört olasılık karşımıza çıkar: Saldırı sonucunda çiftçiler kazanırsa sıkıntı olmaz. Çobanlar yok olur ama çiftçiler yaşamlarını sürdürmeye devam ederler.Çobanlar kazandığı takdirde üç ihtimal vardır: Birincisinde çobanlar kazanıp geri dönerler. Yağmacı olup ihtiyaç duyduklarında farklı yerleri yağmalarlar fakat bunun sonucunda bir toplum kuramazlar. İkinci ihtimalde çiftçileri öldürürler fakat kendileri üretim yapmayı bilmedikleri için onlar da bir süre sonra yok olurlar. Üçüncü ihtimalde ise çobanlar çiftçileri daha fazla üretime zorlamaktadırlar ve kazançlarının bir kısmını onlardan alırlar. Buna karşılık da çiftçileri diğer çobanlara karşı korumayı teklif ederler. Bunun sonucunda çobanlar yönetici, çiftçiler yönetilen kesim olurlar. Mezopotamya’da devletin bu yolla ortaya çıktığı savunulur. Birkaç nesil sonra ise çobanların torunları –ya da torunlarının torunları- yöneticilik vasfını kaba kuvvetle değil de gerçekten kendilerine hak olarak verildiği düşüncesini diğerlerine empoze ederek yönetici ve yönetilen kısımları ortaya çıkarmışlardır.Inkalar’da ise durum şöyledir: Bu topraklarda tarım yapan topluluk yer sıkıntısı çeker. Herkes tarım yapar fakat bir tarafta Ant dağları, bir tarafta okyanus vardır. Kalan alan da çöllerle çevrilidir. Nüfusun artışıyla tarım alanları yetersiz kalmaya başlar. Bunun sonucu mecburen birileri diğerlerini fethetmeye yönelir. Böylece kaybeden toplumlar boyun eğmek zorunda kalır. Fetheden toplumlar kaybedenleri ya haraca bağlarlar ya da katlederler. Bu şekilde bir köy diğer hepsini denetimi altına alır ve bunun sonucunda şeflikler oluşur. İlk devletli toplumların bu şekilde kurulmuş olabileceği düşünülmektedir. Devamı sesli...
Ve yeni bir çıkmazla, Ezeli Çıkmazı’yla Podcast Çıkmazı, bu hafta yine karşımızda. Bu sefer –bundan sonraki bölümlerde de olacağı gibi- Podcast Çıkmazı Osman Nuri Ergin’i anarak bölüme başlıyor.
Osman Nuri Bey’i neden anıyoruz?1927’de İstanbul’da sokakları isimlendirmekle görevli bir kişi Osman Nuri Ergin idi. Kendisi, 5 ay içinde 6214 sokağa isim vermiştir. Bu isimlerin çoğunu Türk büyüklerinden seçmiştir. İsimlendirmeyi yaptıktan sonra da 38 haritadan oluşan bir kılavuz hazırlamıştır. Birçoğu muhtemelen günümüzde değişmiş durumda olsa da kendisinin İstanbul’daki sokak isimlerini ilk defa bu kadar kapsamlı isimlendiren kişi olduğunu söyleyebiliriz. Biz de podcastimizde çıkmaz sokak isimleri üzerinden yola çıktığımız için Osman Nuri Bey bizim için değerli bir insan.
Ezeli Çıkmazı ve Sisifos
Ezeli nedir? TDK’ya göre “öncesiz” anlamına gelmektedir. Refik “ezeli” deyince bize Sisifos’ tan bahsediyor. Kendisi Yunan Mitolojisinde tanrılar tarafından büyük bir kayayı bir tepeye yuvarlamakla cezalandırılan bir kraldır. Bu döngüye hapsedilmesinin sebebi Zeus’ a ihanet etmesidir. Mitolojiye göre Zeus nehir tanrısının kızını kaçırır ve Sisifos nehir tanrısına kalesinin içinden bir pınar akıtılması karşılığında kızın yerini söyler. Zeus da bu ihanete karşılık kendisini cezalandırmak için ona ölüm meleği Thanatos’ u gönderir. Fakat Sisifos Thanatos’ u zincire vurur ve Zeus onu kurtarmak için duruma müdahale eder. Sonuç olarak Sisifos Ölüler Ülkesine gönderilir. Fakat kaderine katlanmak istemez. Karısından kendisine güzel bir cenaze töreni yapmasını ister fakat tören yapılmamıştır. Bu yüzden Hades’in aklına girip yeryüzüne geri döner. Fakat düşündüğünün aksine cezasından kurtulamamıştır. Ölüler Ülkesi tanrıları onu sonsuza dek büyük bir kayayı bir tepenin zirvesine yuvarlamaya mahkum ederler. Fakat kaya asla zirveye ulaşamaz, her seferinde geri yuvarlanır ve Sisifos sonsuza kadar her gün sabaha kadar kayayı itip sabah onun yuvarlanmasını izler. (Küçük bir bilgi: bu hikayeden yola çıkılarak; anlamsız, bitmek bilmeyen işler İngilizce’de Sisyphean olarak tanımlanır.)Fakat Sisifos aynı zamanda kurnazlığıyla ünlü ve yenilgiyi kabul etmeyecek bir kraldır. Bu yüzden bunu kendisine bir ceza olarak görmemeyi tercih edip her seferinde kendisini bu işe adamış ve asla çektiği sıkıntıları düşünmemeye başlamıştır. Halka göre bu Sisifos için gerçekten çok büyük bir cezadır, artık onun için umut yoktur. Ama bu olumsuz bir durum değildir. Çünkü Sisifos mutludur ve bu durumu kabul etmiştir. Bu yüzden bu durumun olumsuzluğu Sisifos için ortadan kalkar.Belki biz de hayatımızda Sisifos gibi düşünebiliriz. Hayata katlanmak bu şekilde kolaylaşabilir. Ama asıl soru şudur: Biz de katlanmak zorunda mıyız? Hayatımızı “katlanılacak bir şey” olarak görmezden mi gelmeliyiz yoksa katlanılacak durumu mu değiştirmeliyiz?İldeniz de konuyu şuradan yakalıyor: “Sorun, yaşamın ta kendisinde mi yoksa sürekli aynı şeyleri yaparak farklı sonuçlar bekleyen bizlerde mi?” Buna karşın Refik ile Burak’tan “Peki sürekli aynı şeyleri yapmak bizim isteğimiz dahilinde mi? Sürekli aynı şeyleri yaptığımızın farkında mıyız?” soruları geliyor. İnsan doğası gereği istemediği, kendi faydasına olmadığını düşündüğü şeyleri yapmaz diye cevap veriyor buna da. Tabii ki bazen kendimize bir hedef koyuyoruz ve aslında sürekli aynı şeyi yapıyoruz, taşı yukarı çıkartıyoruz. Ama bu durumdan belki birazcık burnumuzu dışarı çıkartarak, başka şeyler deneyerek daha güzel şeyler de umabiliriz diyor. Çok küçük bir değişiklik bile çok büyük farklar yaratabiliyor. Belki de biraz daha cüretkar olmalıyız ha? Sisyphos’ un aksine biz bunu değiştirebilecek özgürlüğe sahibiz.
Devamı seslide...
Podcast Çıkmazı’nın ilk bölümünde, ilk çıkmazımız ve “Gerçekler ve Gölgeler” konusu üzerine konuştuk. Ama önce bu bölüme adını veren Beykoz’un Merkez mahallesinde yer alan 116 metrelik Aklıeren Çıkmazı’nın nasıl bu ismi aldığı üzerine fikir yürüttük.
İlk olasılık Beykoz Belediye Meclis üyelerinin –çünkü sokakları hep onlar isimlendirir, sizce de öyle değil mi?- sokak isimlendirme görevlerindeyken bu çıkmaza “buradan aklı olan çıkmaz” diye düşünerek bu ismi vermeleriydi. Fakat bizce bu yanlış bir düşünce. Çünkü bize kalırsa asıl akıllı bir adam o yokuşu çıkacaktır. Neden mi? Çünkü Aklıeren Çıkmazı, yokuşun sonunda muhteşem bir boğaz manzarasına sahip. Buradan İstanbulu baştan başa görebilirsiniz. Yani güzel bir çelişkiye sahip güzel bir çıkmaz kendisi. O yüzden “Çıkalım, Aklıeren Çıkmazı’nı çıkalım” diyor Refik. İldeniz yine de sahile inip aynı manzaranın hem deniz kenarında hem de yokuş çıkmadan tadının çıkarılabileceğini savunsa da boğazı bir de oradan izlemenizi tavsiye ediyoruz.Gerçek nedir?Gelelim bu bölümün asıl konusuna. Gerçek nedir? El ile tutulup göz ile görülecek biçimde tam anlamıyla var olan, varlığı hiçbir biçimde yadsınamayan, bir durum, bir olgu, bir nesne ya da bir nitelik olarak var olan demektir.Peki bu bir pipo mudur?Hollanda’da 1872 de doğmuş olan Piet Mondrian, Neoplastisizm akımının kurucusu olarak bilinir. Bu akımın öncüleri ilkel renkler ve basit geometrik şekiller kullanarak sanat eserleri ortaya çıkarırlar. Kübizmden yola çıkılarak kurulmuştur fakat güncel olarak yaşayan bir akım değildir. Savunduğu düşünce gerçeğin birebir çizilemeyeceğidir. İldeniz kübizmden yola çıkarak akımın fikrinin gerçeğin yansıtılamaycağından ziyade gerçeğin farklı bir yönünü yansıtmak amaçlı olduğu düşüncesini öne sürüp Picasso’yu örnek veriyor. “Gerçeğin her türlüsünü gerçekten daha gerçek bir biçimde aktarmaktır amacı.” Diyor.Nedir bu gerçek!!Burak Mondrian'ı kendi yorumuyla “Kübizm, aman bee, uğranılacak sakin bir liman…” düşüncesiyle seslendirirken anlıyoruz ki zamanında uzunca bir süre Kübizmden etkilenmesine rağmen Mondrian'a bir süre sonra bu da yeterli gelmemiş. Gerçeği istersek her açıdan ele alalım yine de kağıda aktarırken yine aynı “gerçeği” aktaramayacağız. Gerçeğini aktarabileceğimiz tek şey bu soyut çizgilerdir.Pipo ve Elma – Ceci n’est pas une pipe! (Bu bir pipo değildir!)Refik’in ağzından Magritte’i dinliyoruz şimdi de. René Magritte çok güzel bir pipo resmi çiziyor ve resmin altına da şunu yazıyor: “Bu bir pipo değildir.” Foucault bunun üzerine bir deneme yazmış. Ve inanır mısınız, bu gerçekten de bu bir pipo değildir! Bu bir piponun resmidir. Bu resim pipoyu ne kadar iyi yansıtsa da, biz ona ne kadar pipo desek de bu durum aslında hepimizin düştüğü bir yanılgıdır. Birçok resme baktığımızda onların ne olduklarına dair birer yargıya varırız ve onları resimde gördüğümüz varlıklarla adlandırırız fakat bunlar sadece bize çağrıştırdıkları kavramlardır, asıl varlığın kendileri değillerdir.Refik konuşmasına Magritte’in çok daha derin bir yaklaşımda bulunduğunu anlatarak devam ediyor. Diyor ki: Magritte “Bu bir pipo değildir.” derken pipo sözcüğüne, pipo resmine, pipoyu anımsatan ve o içinden duman çıkan nesneye olan bütün göndermelerimizden bahsediyor. Ve hepsini reddediyor. Burak’ın anlatışına göre Magritte çizdiği resmin neden pipo olmadığı sorusuna şöyle cevap vermiş: “Ben buna tütünü koyup içebiliyor muyum? İçemiyorum. O halde bu bir pipo değildir.”
İmgelerin İhanetiMagritte bu düşüncesini seri tablolarla zaman içinde vurgulamış. 1928-1929 yılları arasında önce tek bir pipo çizmiş. Daha sonra bir elma çizerek bu düşünceyi farklı bir resimle ele almış. Benzer birkaç tablodan sonra iki pipoyla karşımıza çıkmış. Bu pipolardan birisi normal, öbürü ise “piponun resmi” olan pipoyu gösteriyor. Bu sefer karşımıza “Bunların hangisi pipodur?” sorusu çıkıyor. Sizce hangisi?