
Cumhuriyetin Spor Ruhu: Atatürk’le Başlayan Yolculuk
Atatürk, sporun yokluğunun ulusal bir gerileme getireceğiniçok net bir dille ortaya koydu: "Sporsuz bir millet gerilemeyemahkûmdur". Ona göre bu, sadece bir halk sağlığı meselesi değil, aynızamanda bir "medeniyet meselesi" ve "ırkın ıslahımeselesi"ydi. Türkiye’nin geleceğini yükseltecek bu unsurun kritik önemineo kadar inanıyordu ki, beden eğitimini ülkesinde mecburi kılan dünyadaki ilkdevlet adamı unvanını aldı.
Atatürk’ün spor felsefesinin temelinde, yüzyıllardırsüregelen bir bilgelik yatıyordu: "Sağlam kafa, sağlam vücuttabulunur". O, bedensel sağlığın sadece fiziksel canlılık için değil, aynızamanda akıl sağlığı, entelektüel potansiyel ve rasyonel düşünme yeteneği içinbir ön koşul olduğuna inanıyordu.
Ve o ideal sporcu tanımını yaparken, Cumhuriyet gençliğindenbeklediği karakteri tek bir özlü sözle özetledi: "Ben sporcunun zeki çevikve ahlaklısını severim". Zekâ, hızlı ve doğru kararlar almayı; çeviklik,üst düzey fiziksel performansı temsil ediyordu. Ama Atatürk, bunların ötesinde,ahlakın korunmasını şart koşuyordu. Bu yüksek ahlaki beklenti, gençleri kötüalışkanlıklardan uzak tutarak toplumun genel ahlakını iyileştirme hedefinidesteklemiştir.
Atatürk’ün spor sevgisi sadece sözde kalmadı; o bizzatbinicilik, güreş ve özellikle yüzmeyle ilgilenirdi. İstanbul’da geçirdiği yazdönemlerinde sürekli denize girdiği, Florya Köşkü’nde sandalla kürek çektiğibiliniyordu.
İşte bu kişisel ilgi, ulusal bir vizyona dönüştü. Türkiye,üç tarafı denizlerle çevrili bir coğrafyaydı ve Atatürk, denizciliği bir kimlikinşası olarak görüyordu: "En uygun coğrafi konumda ve üç tarafı denizlerleçevrili olan Türkiye; endüstrisi, ticareti ve sporu ile en ileri bir denizciulus yetiştirmek yeteneğindedir". Talimatı netti: Denizciliği"Türk'ün büyük ulusal ülküsü olarak düşünmeli ve onu az zamandabaşarmalıyız".
Bu stratejik zorunluluk, deniz sporlarının teşvikiniberaberinde getirdi. O, Moda Koyu’ndaki yelken ve kürek yarışlarını KabotajBayramı şenliklerinde bizzat "Ertuğrul" yatından dürbünle izlerdi. Builgi, denizcilere tarifsiz bir şevk, gurur ve heyecan kaynağı olurdu; denizsporlarının toplumsal statüsünü yükseltirdi.
Cumhuriyetin ilk yıllarında spor, 1922’de kurulan Türkiyeİdman Cemiyetleri İttifakı (TİCİ) ile kurumsal bir zemine oturtuldu. Bu kurumunamaçları çok katmanlıydı: gençleri ahlaki olarak korumak, silahşörlüğü,biniciliği ve denizciliği teşvik ederek askeri vazifeleri kolaylaştıracaknesiller yetiştirmek ve uluslararası müsabakalarla "Türklük için haricipropaganda araçları temin etmek". Spor, uluslararası alanda prestijkazandıran bir diplomasi aracı olarak işlev gördü.
Bu bütüncül yaklaşım, 1938 yılında 3530 sayılı BedenTerbiyesi Kanunu ile hukuki bir zorunluluğa dönüştü: "Gençler içinkulüplere girmek ve boş zamanlarında beden terbiyesine devam etmekmecburidir".
Sevgili dinleyiciler, Mustafa Kemal Atatürk'ün spora yönelikvizyonu, sadece kas gücünü artırmayı değil, aynı zamanda disiplin, ahlak vestratejik beceriler aracılığıyla ulusun geleceğini inşa etmeyi amaçlayan derinbir stratejidir. O, en güçlü sonuç cümlesiyle bize bu mirası bıraktı: "Birmilletin sporda gösterdiği azim onun geleceğini yükseltir".