
Yirmi beşinci Lem‘a’nın ZeyliOn yedinci Mektup Çocuk Ta‘ziyenâmesiMakam münâsebetiyle buraya alınmıştır.بِاسْمِه۪وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِه۪بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ ٭ وَبَشِّرِ الصَّابِر۪ينَ ٭ اَلَّذ۪ينَ اِذَٓا اَصَابَتْهُمْ مُص۪يبَةٌ قَالُٓوا اِنَّا لِلّٰهِ وَاِنَّٓا اِلَيْهِ رَاجِعُونَAzîz âhiret kardeşim Hâfız Hâlid Efendi! Kardeşim, senin çocuğunun vefatı, beni müteessir etti. Fakat اَلْحُكْمُ لِلّٰهِ kazâya rızâ, kadere teslîm, İslâmiyetin bir şiârıdır. Cenâb-ı Hak sizlere sabr-ı cemîl versin. Merhumu da, size zahîre-i âhiret ve şefâatçi yapsın. Size ve sizin gibi müttakîlere büyük bir müjde ve hakîkî bir teselli gösterecek [beş noktayı] beyân ederiz.Birinci Nokta: Kur’ân-ı Hakîm’de وِلْدَانٌ مُخَلَّدُونَ beşâretinin sırrı ve meâli şudur ki, mü’minlerin kablelbülûğ vefat eden evlâdları, cennette, cennete lâyık bir sûrette ebedî, sevimli, dâimî çocuk kalacaklarını; ve cennete giden peder ve vâlidelerinin kucaklarında ebedî medâr-ı sürûrları olacaklarını; ve çocuk sevmek ve evlâd okşamak gibi en latîf bir zevki, ebeveynlerine te’mîne medâr olacaklarını; ve her bir lezzetli şeyin cennette bulunduğunu; ve cennet tenâsül yeri olmadığından, evlâd muhabbeti ve okşaması olmadığını diyenlerin, hükümleri hakîkat olmadığını; hem dünyada on senelik kısa bir zamanda teellümâtla karışık evlâd sevmesine ve okşamasına bedel, sâfî ve elemsiz milyonlar sene ebedî evlâd sevmesini ve okşamasını kazanmak, ehl-i îmânın en büyük bir medâr-ı saadeti olduğunu şu âyet-i kerîme وِلْدَانٌ مُخَلَّدُونَ cümlesiyle işaret ediyor ve müjde veriyor.İkinci Nokta: Bir zaman bir zât, bir zindanda bulunuyor. Sevimli bir çocuğu yanına gönderilmiş. O bîçâre mahbûs, hem kendi elemini çekiyor, hem veledinin istirahatini te’mîn edemediği için, onun zahmetiyle müteellim oluyordu. Sonra merhametkâr hâkim ona bir adam gönderir, der ki: “Şu çocuk çendân senin evlâdındır, fakat benim raiyetim ve milletimdir. Onu ben alacağım, güzel bir sarayda beslettireceğim.” O adam ağlar, sızlar; “Benim medâr-ı tesellim olan evlâdımı vermeyeceğim” der. Ona arkadaşları derler ki, “Senin teessürâtın ma‘nâsızdır. Eğer sen çocuğa acıyorsan, çocuk şu mülevves,Sayfa 230ufûnetli, sıkıntılı zindana bedel, ferahlı ve saadetli bir saraya gidecek. Eğer sen, nefsin için müteessir oluyorsan ve menfaatini arıyorsan, çocuk burada kalsa, muvakkatenşübheli bir menfaatinle beraber, çocuğun meşakkatlerinden çok sıkıntı ve elem çekmek var. Eğer oraya gitse, sana bin menfaati var. Çünkü padişahın merhametini celbe sebeb olur. Sana şefâatçi hükmüne geçer. Padişah, onu seninle görüştürmek arzu edecek. Elbette görüşmek için onu zindana göndermeyecek, belki seni zindandan çıkaracak. O saraya celbedecek, çocukla görüştürecek. Şu şart ile ki, padişaha emniyetin ve itâatin varsa.”İşte bu temsîl gibi, azîz kardeşim, senin gibi mü’minlerin evlâdları vefat ettikleri vakit, şöyle düşünmeli ki, şu çocuk ma‘sûmdur. Onun Hâlik’ı dahi Rahîm’dir, Kerîm’dir. Benim nâkıs terbiyeme ve şefkatime bedel, gāyet kâmil olan inâyet ve rahmetine aldı. Dünyanın elemli, musibetli, meşakkatli zindanından çıkarıp Cennetü’l-Firdevs’ine gönderdi. O çocuğa ne mutlu! Şu dünyada kalsa idi, kim bilir ne şekle girerdi. Onun için ben ona acımıyorum. Onu bahtiyar biliyorum. Kaldı kendi nefsime âit menfaati için, kendime dahi acımıyorum. Müteellim ve müteessir de olmuyorum. Çünkü dünyada kalsa idi, on senelik muvakkat elemle karışık bir evlâd muhabbeti te’mîn edecekti. Eğer sâlih olsaydı, dünya işinde muktedir olsa idi, belki bana yardım edecekti. Fakat vefatıyla, ebedî cennette on milyon sene, bana evlâd muhabbetine medâr ve saadet-i ebediyeye vesîle ve bir şefâatçi hükmüne geçer. Elbette ve elbette meşkûk ve muaccel bir menfaati kaybeden, muhakkak ve müeccel bin menfaati kazanan, elîm teessürât göstermez. Ve me’yûsâne feryâd etmez.Üçüncü Nokta: Vefat eden çocuk, bir Hâlik-ı Rahîm’in mahlûku, memlûkü, abdi ve bütün hey’etiyle onun masnûu ve ona âit olarak ebeveyninin bir arkadaşı ...