
Kapitalizmin, en güçlü olduğu ülkelerde bile son yıllarda nasıl büyük bir sıkışıklık içinde olduğunu anlamak için dünyanın ekonomik, kültürel ve askerî bakımdan en güçlü ülkelerinden biri olan Fransa’ya bakmak yeterli. Bu ülkede uzun zamandır halk arasında “zenginlerin cumhurbaşkanı” olarak damgalanmış olan Emmanuel Macron iki defa seçim kazanmış bulunuyor. Her ikisinde de karşısında Fransa halkının bir bölümünde (haklı olarak) büyük bir kaygı hatta nefret yaratan ön-faşist Marine Le Pen olduğu için her ikisinde de ikinci turda kolayca kazandı. Biz her iki defasında da “bu seçimde ‘ehvenişer’ diye Macron’a oy veren, bir dahakine Marine Le Pen’e destek olmuş olacak” dedik. Nitekim ilk seçimden (2017) ikincisine (2022) Le Pen oylarını yaklaşık dörtte birden üçte bire yükseltti. Sonra 2024’te Macron meclisi lağvedince yapılan parlamento seçiminde partisi (Rassemblement National-Ulusal Derleniş) birinci parti haline geldi. Yani Macron faşizmin yükselmesine yarıyor.
2024 seçiminde sol partiler (Sosyalist, Komünist, Yeşiller ve Boyun Eğmeyen Fransa) bir cephe kurdu, toplamda hem Macron’un blokunu hem Le Pen’in partisini geride bırakarak en güçlü parlamenter grubu oluşturdu. Ama Macron, hükümet kurma görevini en büyük bloka vermeyerek bütün parlamenter gelenekleri çiğnedi. O zamandan bu yana “döner kapılar” oyunu oynanıyor Fransa politikasında: Üç yılda beş hükümet. Sonuncusu 5 Ekim gecesi kuruldu, 6 Ekim sabahı çöktü! Arada birtakım çirkin ayak oyunları olduğu ortaya çıktı. Bir merkez partisinin başkanı şöyle dedi: “Siyasi hayatımızdan utanıyorum.” Son haberlere göre çöken hükümeti hortlatma faaliyetleri başlamış durumda!